Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '18

 
Kategori
Dilbilim
 

Türkçenin Gücü ve Zenginliği

Türkçenin Gücü ve Zenginliği
 

Dil, ulusu oluşturan en önemli öğedir. Dil, iletişim aracıdır. İletişimin insan ilişkilerindeki önemini, Yunus Emre, şu dizelerde dile getirir:
 
Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Balıla yağ ede bir söz
 
Anlamı olan ya da tümce kuruluşuna yarayan anlatım aracına sözcük denir. Sözcükler, dilin temel öğesidir. Duygu, düşünce ve izlenimlerimizi sözcükler aracılığıyla başkalarına aktarırız. Başka bir deyişle, sözlü ve yazılı iletişimin en önemli öğesidir. Birbirlerinin dilini bilmeyen insanların anlaşması güçtür. Bu güçlük, aynı dili konuşan farklı kültürdeki insanlar arasında da görülür. Sözcük dağarcığı sınırlı bir insanla bir aydının, bir bilim adamının iletişimi kolay değildir. Aydın ya da bilim adamı, anlatımına yabancı sözcükleri katıyorsa iletişim daha da güçleşecektir. Öyleyse, insanların birbirleriyle anlaşmaları ortak bir dil kullanmalarına bağlıdır. Ortak dil de ortaklaşa kullandıkları sözcüklerle orantılıdır.
 
Ortaklaşa kullanılan sözcüklerin çokluğu, yaygınlığı Türkçeyi güçlü kılacaktır. Dilimiz kurallarına uyan sözcükler, Türkçeyi zenginleştirecek. Ataç’ın Türkçeye kazandırdığı sözcükler, Türkçenin kurallarına, özelliklerine daha uygundur. Ataç’ın dilimize kazandırdığı bazı sözcükler::
ilham   = > esin, müteradif => eşanlamlı, amil => etken, safha => evre, esrar => giz, virtual => gizil, hazine => gümüş, nisbï => görece, kahraman => koçak, şart => koşul, heyet => kurul, saadet => mutluluk
 
İnsanoğlu, dille bağlantısı sözcüklerle gerçekleşir. Dil, toplumsaldır; sözcüklerse bireysel. Acılarımızı, sevinçlerimizi, tasarılarımızı, duyularımızı, bilgilerimizi sözcükler aracılığıyla dile getiririz. Denebilir ki sözcüklere aktaramadığımız duygularımız, düşüncelerimiz, izlenimlerimiz içimizde kalır, topluma yansımaz. Kimi kez söylemek istediğimiz dilimizin ucuna geldiği halde söze dönüşmez. Bu durumu, Orhan Veli, şu dizelerde belirtiyor:
 
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün.
Epey yaklaşmışım, duyuyorum,
Anlatamıyorum.
 
Dille düşünce arasındaki bağlantıyı araştıran Alman düşünürü Wilhelm  Von Humboldt ’un belirttiği gibi,”İnsan gerçekte tek bir dille düşünebilir, düşüncesini bir dile bağlamak zorundadır.”Bu tek dil, insanın içinde yaşadığı, soluduğu anadildir.(Emin Özdemir, Türk Dili, Sayı,216)
Max Müller,”Sözcükler olmadan düşünce, düşünce olmadan da sözcükler olmaz ”der. Düşünce, dille gelişir. Dilsiz düşünmek olanaksızdır. Düşüncenin anlatım aracı sözcüklerdir.(Dr.Bahattin Can, Somut, Sayı 33)
 
Türkçe sözcükler, değişik anlamlarda kullanılır. Özellikle, kimi sözcükler çok. anlamlıdır Sözgelimi,”almak” sözcüğünün kırktan çok anlamı vardır. Sözcüklerin türleri, görevleri de kullanımlarına; tümcedeki yerlerine göre değişir. Bu nedenlerle sözcük türleri anlambilimsel, sözdizimsel ölçütlere göre kümelenir. Varlıkları, kavramları” ad”; devinimleri, oluş ve durumları “eylem” olarak adlandırıyoruz ”Ad” ve “eylem ”ana türlerdir.
İletişim ses ya da imlerle de olur. Ama sözcükler, duygu, düşünce ve izlenimlerimizi anlatan büyülü iletişim araçlarıdır. Sözcükler, eskir, yıpranır, işlevselliğini yitirir; bu ölü sözcükler yerine derleme, tarama, birleştirme, türetme yöntemiyle dilbilimcilerle Türkçe sözcükler üretilmektedir. 
 
Bugün Anadolu ağızlarında rüzgâra, yağmura ya da güneşe karşı korumalı olan yere dulda denmektedir. Aynı sözcük, dalda olarak da kullanılmaktadır. Yağmura, rüzgâra yakalanan ya da güneşte kalan bir kişiye,’dalda’ ya gel denir. Aynı sözcüğün daldalamak, dalda etmek, daldalanmak, daldalık; duldalık, duldalanmak gibi türevlerine de rastlanır.(Derleme Sözlüğü I.)
Ne var ki her alanda etkili olan popüler kültürün dilimize soktuğu yabancı kaynaklı yes, okey… gibi sözcükler, özellikle gençlerimizin dilinden düşmez oldu. Salt gençler mi sözlü ve yazılı basında da yabancı sözcüklerden geçilmiyor.
 
Ne var ki bilgi çağında yaşıyoruz. Yaşamakta olduğumuz bilgi çağında ortaya çıkan kültürel, bilimsel, sosyal gelişmeler tüm varlıkları etkilediği gibi dili de etkilemekte ve yeni sözcüklere gereksinmemizi ortaya çıkarmaktadır. Bu sözcüklerin birçoğu yabancı kaynaklıdır. TDK’u bu sözcüklere Türkçe sözcükler önermiştir.
 
Yabancı Sözlere Karşılıklar Kılavuzu ile söz varlığımıza son dönemde giren yabancı sözlere TDK’u Türkçe karşılıklarını önermiştir. abes(Ar. abes) : Anlamsız, saçma, abluka(İt. abloco aşk: Kuşatma, çevirge, abone( Fr. abonne) : Sürdürümcü, absürt (Fr. absürde) : Saçma, usdışı, adapte (Fr. adepté): Uyum,adi (Ar.âdî : Bayağı, sıradan, adisyon (Fr. addition): Hesap, agresif (agresif) : Saldırgan, ahize(Ar. ahize) : Almaç, baht(Far. baht) : Yazgı… Gibi
 
Bu kılavuz, yazı dilimizde, bölge ağızlarında, tarihsel metinlerde, çağdaş Türk lehçelerinde var olan söz varlığımız gözden geçirilerek oluşturulmuştur.(TDK)
 
Gün geçtikçe gereksinimlerimiz, alışkanlıklarımız, davranışlarımız değişim gösterir. Bu değişimler yaşantımıza girerken çoğu kez bilincinde olmayız; çünkü popüler kültürün akıntısına kapıldığımızdan öz benliğimizden uzaklaşırız. Bu değişim her alanı etkilediği gibi dili de etkiler. Kimi sözcükler de kullanılmaya kullanılmaya işlevlerini yitirir. Dilden uzaklaşır, kaybolurlar. Bunlar, ölü sözcüklerdir. Oysa bunların büyük bir bölümü de Türkçedir. Bunları atmış, yabancı kaynaklı sözcükleri almışız. Bu değişimlerden biri de günlük yaşantımızda kullandığımız halk dilindeki sözcüklerdir. 
 
Türkçenin halk dilindeki, konuşma dilindeki sesi, soluğu, incelikleri ve binlerce sözcüğü yazı diline yansımadı. 12. ya da 13. yüzyıl Türkçesinde “yabaneri” maganda, “ulu hatun” firsd lady, “birili” hemşeri, “evbezeği” mefruşat, “içit” meşrubat, “evdeş” zevce anlamında kullanılırdı. “Acırak” ya da “acımsak” sözcüklerini yaşatabilseydik belki de “bitter”e gereksinme duymayacaktık. “Uluyol” ölmeseydi, “otoban”a gerek kalır mıydı? Eski metinlerde şöyle bir görünüp kaybolan bu sözcükler, Osmanlı aydınınca “lisanı avam” diye benimsenmedi, edebiyatın ve bilim dilinin dışında kaldı. Bu nedenle binlerce sözcük yok oldu, ölüme bırakıldı.(Kemal Ateş, Ölü Sözcükler Mezarlığı)
 
Sosyal, kültürel, bilimsel, teknolojik değişme sonucu yeni sözcükler dile girer ya da temel anlamına bağlı olarak yeni anlamlar kazanır. İlk, gerçek anlamlarının dışında değişmece (mecaz) anlamları da oluşur. Sözcüğün, ilk, gerçek ya da temel anlamı, sözlüklerdeki birinci anlamıdır. Oysa yan anlam birden çoktur. Yan anlamı, birden çok olan sözcüklere çok anlamlı sözcükler denir. 
 
Göz, gör-,yol… gibi sözcükler, dilimizde değişik alanlarda kullanıldıkları için çok anlamlılardır. Sözcüklerin bir de terim anlamları vardır. Bir bilim ya da sanat dalıyla ilgili olanların terim anlamları da vardır.  Perde, sahne, dekor, dram, kostüm, sufle… tiyatro terimleridir. Terimlerin gerçek, yan, değişmece (mecaz )anlamları yoktur. Türkçede sözcükler, tümcedeki anlamlarına göre değişir. Perdeleri nasıl kendi eliyle pencerelere taktığını düşündü.(Y.Kadri Karaosmanoğlu) Bu tümcede perde gerçek anlamında kullanılmıştır. Duvarın önüne çekilen tahta perdeye yapıştırılmış ilanlara bakıyordu.(Memduh Şevket Esendal) Görüldüğü gibi gerçek anlamla yan anlam arasında uzak ya da yakın bir anlam ilgisi vardır. “Göz” sözcüğünün anlamlarından birkaçına göz atalım:
 
1.Göz: Görme organı (ilk, gerçek ya da temel anlam)
2.Bakış, görüş: Bu sefer alacaklı gözüyle baktım.(yan anlam)
3.Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak. Asıl felaket bu pınara sırt çevirmek, bu pınarın gözlerine taş tıkamak da ne olurdu. (T.Buğra) (yan anlam)
4.Delik, boşluk. Köprünün gözleri karış karış kazılmıştır.(S.Faik Abasıyanık) (yan anlam)
5.Göz atmak: Kısa bir süre, fazla dikkat etmeden bakıvermek.”İhtiyar kadın memurun açık kapısı önünden geçerken içeriye bir göz atıyor.(R.Nuri Güntekin) (deyim anlamı)
6.Kıskançlık ya da hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar. İnsanı gözle yiyip bitirirler.(Ömer Seyfettin) (mecaz anlam)  
 
Küreselleşme, insanların yaşam tarzlarını tek düzelileştirmiş; farklılaşmaları en aza indirmiştir. Ekonomide, bilimde, teknolojide güçlü olan ülkeler, her alanda, diğer ülkeleri etkilemişlerdir. Türkçe de yabancı dillerin etkisinden kurtulamamış; dün Arapça, Farsçanın; günümüzde ise Batı dillerinin etkisinde kalmış; öz yatağından uzaklaşmıştır. Ne var ki dilbilimciler, Türkçenin derinliklerinde inerek Türkçenin gücünü, zenginliğini kanıtlamaya çalışmışlardır. Dilbilimci, Türkçe sevdalısı Doğan Aksan, bakın ne diyor:
Bu benim anadilim bir denizdir; derinliğiyle, gözün erişemeyeceği genişliliğiyle, sınırsız gücü, güzellikleriyle… Dibinde gün görmemiş inciler yatar; üstünde binbir rengin çalkantısı var. (Türkçenin Gücü, s.9)  diyen Doğan Aksan,”gör” sözcüğünün türevlerini sıralıyor.
 
gör: Eski, Orta Türkçede kör; Uygurcada, Divan-ü Lügat ’it Türk’te kür. Divan-ü Lügat ’it Türk’te köd –gözlemek, görmek.(Köken Bilgisi Sözlüğü, C.I)
 
Türkçenin ne denli doğurgan, ne denli güçlü türetme dili olduğunu gör-kökünde görelim: görme, görmegözesi, görür görmez, görmezlik, görüş, görmüş görmüşlük,  görmemiş, görmemişlik, göre görece, görecelik, görececilik, göreli, görelilik, görsel, görgü, görgülü, görgülüce, görgülülük, görgüsüzlük, görgüsüz, görgüsüzce, görüm, görümce, görümcelik, görücü, görücülük, görev, görevcilik, görevsel, görevselcilik, görevdeş, görevdeşlik, görevli, görevsiz, görevlilik, görevsiz, görevlilik, görevsizlik, görevlendir-,görevlendirme, görevlendiril görevlendirilme, görenek, görenekli, göreneksiz, göreneksizlik, göreneksel, görün-görüntü, görünüm, görünme, görünüş,görünür,görünmez,görüngü,görüş-,görüşül-,görüştür-,görüştürme,görüştürül-,görüştürülme,görüştürt-,görüşme, görüşmeci, görül ,görülme,görülüş,görülmüş,görülmemiş,gördür-gördürt-,gördürtme, gördürme (Aksan,1993,s.26,27)
 
Geçmişte kullanılan ve anlamından çok daha farklı anlamlar kazanmış sözcükler vardır. 
 
tablet :(Fr. tablette)  1.Yassı hap şeklinde yiyecek ya da ilaç. çikolata tableti, vitamin tableti. Eskiden: Aklımıza ilk olarak ilaç tabletleri gelirdi. Bugün: bilgisayar tabletleri akla geliyor. 2.Eski uygarlıklardan kalan arkeolojik kazılar sonunda elde edilen üzerine yazıların kazıldığı tarihsel belgeler.
 
organik:(Fr. organique) 1.Organlarla ilgili, organizmaya ait. 2.meç. Bir görevi yerine getirmekle yükümlü kuruluşla ilgili olan.”Ne ki organik büyüklüğü ve bütünlüğü kalmamış.(”S.Ayıverdi)3.Canlı, güçlü ilişki. organik öğe, organik kimya, organik kütle. Eskiden: Sadece kimya’ydı. Bugün:  Bizim için daha sağlıklı olan organik gıdalar geliyor.
 
apaçi: Genellikle pazar günleri kovboy filmlerinde izlediğimiz, Red Kit’ten kulak dolgunluğu olan Kızılderililerin Apaçi kabilesi aklımıza gelirdi. Bugün: büyük bir kesimin olmasa daha iyi olurdu dediği; saç modelleri, duruşları ve tarzlarıyla belli bir kesim genci tanımlıyor.
 
mal:1.Bir kimsenin, bir tüzel kişinin mülkiyeti altında bulunan, taşınır ya da taşınmaz varlıkların tümü.”Mal vardı, mülk vardı. At vardı, araba vardı.(Ö.Seyfettin) 2.Büyükbaş hayvan.”Boz atlar yağız değildi, artık, mallar erimiş zayıflamıştı.”(N.Araz) 3. Alınıp satılabilen her türlü ticaret eşyası, tüccar malı, emita.4.mec. Aşağılık, bayağı, kötü kimse.”İyi bir mal olsa buraya gönderirler miydi?(R.H.Karay) Eskiden: Alınıp satılan, kullandığımız eşyalar olarak bilinirdi. Bugün: Bazı durumları ve kişileri tanımlamak için kullanılıyor.
 
net: (Fr.net) 1.Bütün çizgileri belirgin olan,gözün ayrıntılarıyla algıladığı,iyi görünen.2.İyi duyulan (ses)  3.Kesintilerden sonra geri kalan miktarda olan,safi.”Bin beş yüz, net veriyorlardı;vergi,sigorta çalıştıktan sonra.”(Haldun Taner) 4.mec.Açık,seçik olan,anlaşılmaz yanı bulunmayan.Hayatını,didik didik etmek,son beş altı yıllık çizgisini net olarak ortaya çıkarmak istiyordu.”(T.Buğra) Eskiden: Masa tenisi oynarken topun servis sırasında fileye değmesi net olarak adlandırılırdı.Bugün: İlk olarak internet aklımıza gelse de, sınavdaki doğru sayısı olarak da adlandırılıyor.
 
bonzai: Uyuşturucu madde içerikli olan ve kullanımı esnasında insan metabolizmasına çok zararları dokunan bonzainin tamamen uyuşturucu maddeden ve bazı bitkilerin yapraklarına karıştırılarak elde edildiği bir maddedir ve kullanıldığında vücutta özellikle beyinde yüzlerce hasara neden olabilir. Eskiden: Miyagi San’ın karate öğretmek için kullandığı bonzailer aklımıza gelirdi. Bugün: Bonzai ölüm demek.
 
beğenmek:1.İyi ya da güzel bulmak. Kuvvetini beğenen Murat farkına varmadan gülümsediğini neden sonra fark etti.(R.Halit Karay) 2.Benzerleri arasından birini seçip ayırmak.”Otellerden bir otel beğeneceğiz.(R.Halit Karay) 3.Onaylamak, kabul etmek, tasvip etmek.4.Hoşuna gitmek, hoşlanmak, gönül koymak.”lakin seni pek beğenmişe benzemiyor.(A.Mithat Efendi)Atasözü.”Beğenmeyen kızını (ya da küçük kızını) vermesin.”Eskiden: Birini, bir şeyi beğenir bunu gösterirdik. Bugün: Tıklamak yetiyor.
 
sörf : (İng. surf sp) Özel kayma aracı ve yelkenlisi ile denizde yapılan bir tür spor. Eskiden: Dalgaların arasında sörf tahtası ile yapılan spordu. Bugün: Klavye ve mause yardımıyla internette yapılan gezinti.
 
kopmak:1.Herhangi bir yerinden ikiye ayrılmak. Tel koptu. İp koptu. 2.Yerinden ayrılmak. Düğme koptu.3.Gövdeden ayrılmak. Fırtınada, ağacın dalları koptu. 4.mec. Birbirinden gürültülü ya da tehlikeli olaylar birdenbire başlaması ya da ortaya çıkması.”İçeride feryatlar koptu.”(S.Faik Abasıyanık) 5.mec. Bütün ilişkileri kesip büsbütün ayrılmak ya da uzaklaşmak.6.mec. Uzaklaşmak, kurtulmak.7.mec. Çok ağrımak. Belim kopuyor.8.hak. Koşmak, hızla gitmek. kopup gelmek uzak bir yerden ayrılmak dalmak olarak adlandırılıyor.
 
blok : (Fr. bloc) 1.Kocaman ve ağır kitle.2.Birden çok bölümü bir araya getirilmiş olan, bir bütünü oluşturan. Blok ders.3.Politik çıkarları nedeniyle birlik kuran devletler ittifakı.5.Birbirine bitişik büyük yapılar.”Yıkıntıların ortasında blok halinde yükselen yeni apartmanlara uzun uzun baktı.(H.Taner.) 6.sp.Voleybolda file üstünden karşı oyuncunun topu sert vururken önünde iki ya da üç kişinin elleriyle oluşturdukları perde.blok inşaat,bloknot Eskiden: Basketbol, voleybol gibi sporlarda rakibin sayı almasını engellemek için yapılan harekete verilen addı.Bugün: Sosyal medyada istenmeyen kişiyi engellemek anlamında kullanılıyor.
 
dip : (Eski Türkçede “tüp-tub”,Doğu Türkçesinde” tûb”;Türkmencede tüp; Soyon Türkçesinde “düp”;Azericede “dip”;Uygurcada, Çağatayca’da  “tüp”;Balkar Türkçesinde tüf; Karaçay, Altay, Yakut Türkçesi tüp) 1.Bir yerin en aşağı kısmı, en alt bölümü, çukur. Mazi yosunla örtülü bir göl ki yok dibi/Mevsim serin ve bahçede yaprak yığın yığın (Yahya Kemal) 2.Bir şeyin bulunduğu yere bitişen en alt kısmı ya da bunun hemen yanıbaşı.”Bir direğin dibine oturup boynumu büktüm.(Ahmet Mithat Efendi) 3.Kap vb. şeylerin en aşağı kısımlarının iç ya da dış yüzü.”Tencere dibin kara, seninki benimkinden kara”4.Bir yerin bulunulan yere göre en uzak olan, en geride kalan kısmı. Salonun dibi, sahnenin dibi.5.Deniz ve göllerde yüzeyin altındaki bölüm. Dipten yüzmek, dipten gitmek. 6.Vücudun üstüne oturulan yeri, makat, dübür. Kuru tahta üstünde dibim acıdı. Eskiden: Bir yerin, çukurun vb. en alt kısmı için kullanılırdı. Bugün: Kişinin yiğitliğini, mertliğini, adamlığını belirtmek için kullanılıyor.
 
.akmak,-er (nsz. e):1. Sıvı maddeler veya çok ince taneli katı maddeler bir yerden başka bir yere doğru gitmek: "Eskiden Sakarya, bu köprünün Altından akarmış." -S. F. Abasıyanık. 2. Bu gibi maddeler aşağıya, yere düşmek: Üstünden sular akıyor. 3. Sıvı bir madde bir yerden çıkmak. 4. (nsz) Bir kap veya bir yer, içindeki veya üstündeki sıvıyı sızdırmak: Kova akıyor. Dam akıyor. 5. (-e) Art arda ve toplu olarak gitmek: "Öfkeli insanlar, el ele, omuz omuza Taksim'e doğru akıyorlardı." -Y. Z. Ortaç. 6. (nsz) Kumaş yıpranıp iplikleri erimeye başlamak: "Çarşafın kumaşı da yer yer akmış, buruşmuştu." -R. H. Karay. 7. (nsz) Boya birbirine karışmak. 8. (-le)Sürüp gitmek: "Nedim divanında bir kaside vardır, müjgân üstüne, hicran üstüne, umman üstüne kafiyeleri ve redifleriyle akar." -Y. K. Beyatlı. 9. (nsz) mec. Zaman çabuk geçmek. 10.(nsz) mec. Karışmak, katılmak. 11. (nsz) argo Çabucak savuşmak, ortadan kaybolmak. Eskiden: Sıvıların hareketlerini tanımlamak için kullanılırdı. Bugün: Zevke düşkün kişilerin gece hayatını anlatıyor.
pes:(Farsça. Pest”alçak”tan) (Ses için) 1.yenilgiyi kabul ettiğini belirtmek için ya da birinin şaşırtıcı bir davranışı karşısında şaşkınlık duyulduğunu anlatmak için kullanılır.2.karşısındakinin kendinden daha üstün olduğunu, yenilgiyi kabul etmek, boyun eğmek.
 
pes, bilgisayar oyunu PES için bkz. Pro Evolution  Soccer Pes ünl. (Fars. bes, kâfi, yeter’den). Ye¬nilgiyi kabul ettiğini belirtmek için veya birinin şaşkınlık veren davranışlarına kar¬şılık olarak kullanılır: Bu kadarına da pes doğrusu! — çeş. dey. Pes demek, boyun eğmek, yenildiğini kabullenmek: “Burada ben de pes! derim, aliye mırıldandı  “(A. H. Tanpınar). Bir kimsenin huysuzluk veya kurnazlıklarına şaşmak. Pes etmek, yenilgiyi kabul etmek: Eskiden: Sivri bir nesne ile oynan çivi oyununda söylenirdi. Rakibi Pes ettirmeye dayalı olan bir oyundu. Bugün: Hâlâ bir oyun ama daha ihtişamlı.
 
manyak :(Fransızca maniaque)1. sıfat Maniye yakalanmış (hasta)2. Gülünç, garip, şaşırtıcı davranışları olan (kimse)3. ünlem "Aptal, çılgın, dengesiz, deli" anlamlarında bir seslenme sözü Bugün: Olumlu olanı pekiştirme sıfatı olarak kullanılıyor. Manyak güzel bir şey, çok güzel anlamına geliyor. (http://www.topukluhaber.com/gecmisten-gunumuze-bambaska-anlam-kazanan-15-kelime)
 
 
Ulusal dil, kendine özgü özellikleri olan bir dildir. İçinde yabancı kaynaklı sözcükler olsa da onları kendi içinde eritmiş, Türkçeye uyumlu duruma getirmiştir. Ulus bu dille duyar, düşünür, anlaşır; bilimi, teknolojiyi, sanatı geliştirir.
 
Kaynaklar:
 
Doğan Aksan,Türkçenin Gücü.
Mahir Ünlü,(hzl.) Kavrmlar ve Boyutları.
Yaşar Aşkın, (hzl) Düşünce Bahçelerinde.
Türkçe Sözlük,TDK,10.Baskı.
Yazım Kılavuzu,TDK.26.Baskı.
Yabancı Kelimelere Karşılıkklar,TDK.
İlhan Ayverdi,Misalli Büyük Sözlük,
Prof.Dr.Tuncer Gülensoy,Köken Bilgisi Sözlüğü I,II.
Muhittin Bilgin,Türkçemiz.
 
 
 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..