Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '08

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye'de Aydının Duruş Yeri Sorunu

Türkiye'de Aydının Duruş Yeri Sorunu
 

Özellikle yeni milenyumla birlikte; aslında 1989 tarihinden sonra başlayan bir ivmeyle, Türkiye’deki sol kökenden gelen aydınların “burjuva demokratik hareket” içine girdiklerine şahit olmaktayız. Daha önceleri sömürüden bahseden, kapitalizm sonrası ütopyadan hareketle felsefe geliştirip, yazıp çizen bu kitlenin yavaş yavaş, özellikle de sistem içinde sözü dinlenir bir yer edinmesiyle birlikte bulundukları platformu terk etmişler; Türkiye’deki temel sorunun Kemalist ilkeler etrafında yürümeye çalışan bir grup antidemokratik-bürokratik-asker elitle mücadele olduğu yönünde düşünsellik geliştirmeye başlamışlardır.

Hal böyle olunca da örneğin AKP’nin 22 Temmuz seçimlerinden %50’ye yakın oy almasının bir çeşit burjuva demokratik hareketin sonucu olduğunu söylemeye kadar varmıştır. Biz bunun böyle olmadığını iddia etmeyeceğiz. Tespitin haklı yönleri olduğunu biliyoruz. Konu bu noktaya kendiliğinden geliyor; ancak biz buraya takılmıyoruz.

Türkiye’nin öncelikle bir demokrasi sorunu vardır. Ama bu nasıl bir demokrasi sorunudur, onu doğru bir şekilde yerine koymamız gerekiyor. Örneğin, gelir dağılımındaki eşitsizlikten kaynaklanan bir sorundan mı söz etmeliyiz, yoksa insanların kendilerini ifade etmelerini engelleyen bir fikir özgürlüğünün hala tam olarak yerleşememesinden mi? Tam bu noktadan bakarken biraz ötemizde duran tavukla yumurta ilişkisini görebiliyor muyuz?

Bu topraklarda Abdülhamit istibdadını yıktık diye ülkenin kurtulduğunu sanan "münevverlerimiz" vardı. Keşke her şey bu kadar basit bir denklem ile çözülebilseydi. Ne güzel olurdu!

Muasır medeniyetler seviyesine ulaşma ülküsü bu coğrafyada yaşayan aydının 300 yıllık özlemidir. Ve bu aydın 300 yıldır “bu” mücadelenin içindedir. 300 yıldır gidip gördüğü, dolaştığı ve büyüsüne kapıldığı batı başkentlerindeki entelektüel sohbetlerden aldığı bilgileri ülkesine dönerek “tatbik” etme uğraşına girişmiştir. Anlamadığı, algılayamadığı, yeterince analiz edemediği için girdiği her türlü eylem, içinde bulunduğu devletin sonunu hazırlamıştır. Bunu bilerek yaptığını iddia edemeyiz. Kuşkusuz kötü niyetli olanları da vardır; ancak birçoğu devlet bürokrasisinin içinde ülkesine hizmet etme gayretindeydi.

Uygarlık dediğimiz şeyin altını biraz kazıdığınızda altında insanlık tarihinin en karanlık ve gayri-hümanizm olayları ile karşılaşırsınız. Uygarlığın bir kısım aktörü Afrika ormanlarında köleleştireceği insan avına çıkarken, diğer tarafta Amerika kıtasının, Hindistan’ın, Çin’in kaynaklarını talan ederken diğer tarafta merkezdekiler Londra’da, Paris’te, Amsterdam’da burjuvazinin iktidarı ve haliyle de tüm zenginliği nasıl ele alacağının felsefi tartışmalarını yapıyorlardı. Bu da eşyanın tabiatına aykırı bir şey değildi; çünkü bundan iki bin yıl önce Yunan site devletlerinde de benzer şekilde Sokrates, Platon ve Aristo da bu düşünsel eylemin içindeydi. Burada garip olan şey, Platon ya da Aristo yurttaş-köle ayrımını kabullenerek ve bunun doğal bir akış olduğuna inanarak düşünsellik geliştirirken, örneğin Fransa’dakilerin hürriyet, eşitlik, kardeşlik sloganları altında dünyanın sömürülmesinin düşünsel temellerini hazırlıyorlardı. İnsanlığın gelişimi açısından bunun da normal bir süreç olduğunun altını hemen çizmeliyiz. Bugünkü bakış açısıyla evet, gayri-insaniydi; ancak tarih değerlendirilmesinde referans noktası asla “şimdi” olamaz. Ama şimdinin ayıbını nasıl ortadan kaldıracağımız bize ait bir sorumluluktur.

Kapitalist gelişim sürecinin nasıl ve hangi yollardan geçtiğinin tarihsel perspektifini görmeden, bilmeden, anlamadan burjuva demokratik sistemin kurgusunu yapabilmek, planlayabilmek ya da doğru çalıştırılmasını sağlayabilmek olanaklı değildir.

Hepimiz Türkiye için güzel şeyler istiyoruz. Ama isterken de ölçüyü kaçırmamak gerekiyor. Türkiye Avrupalı mıdır sorusunu sorduğumuzda herkesin kendine göre bir cevabı vardır.

Bizler Avrupa’nın getirdiği standartlara asla karşı çıkamayız; ama standart dediğimiz şey belirli bir seviye sonucu oluşan kriterler bütünüdür. Standart aynı zamanda bir maliyet unsurudur. Sermaye birikiminin yarattığı konfordur.

Ne demektir bu? Kongo’nun standartlarıyla Belçika’nın standartları aynı kefeye yerleştirilemez. Neden yerleştirilemez? Çünkü biri diğerini nesi var nesi yoksa yıllarca sömürmüştür. Daha yetmemiş günümüzde borçlandırıp, onun faiziyle yine sömürmeye devam etmektedir. Çünkü bilindiği gibi belki bizim de içinde bulunduğumuz bir az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler sınıflandırması vardır. Gelişmiş ülkeler onların abisi rolüyle fonlar oluşturup diğerlerinin (gelişmiş ülkeler için İngilizceden gelen bir “others” kavramı vardır) gelişmelerini sağlarlar. Elbette bu hizmetin bir karşılığı olmalıdır. Kolay değil, adam riske giriyor, parasını ortaya koyuyor. Karşılığını alacak. Peki, o para orada nasıl oluştu? Onu karıştırmayacaksın. Biz de karıştıramıyoruz zaten.

“Türkiye Kongo’dan farklı mıdır?”

“Evet, farklıdır. Osmanlı İmparatorluğu, boru değil, bir imparatorluktu. O da insanları sömürmüştür. Osmanlı parçalandıktan sonra otuz küsur devlet ortaya çıkmıştır. Bu otuz küsur devleti ‘adamlar’ yüzyıllarca sömürmüştür.”

Eğer bu hüküm doğruysa, Osmanlı’nın bir sermaye birikimi olmalı, dağ gibi büyümüş ve ödenemez hale gelmiş, sonunda da gelirlerine haciz koyan Duyunu Umumiye gibi bir kurum tarafından yönetilen, yetmeyip cumhuriyete devredilen borçları da olmamalıydı.

Ama vardı. Dahası toprakları sefaletten geçilmiyordu. İmparatorluğun başkenti bile on yılda bir açlık tehlikesi atlatıyordu.

“Bunu geçiyoruz, çünkü iktisat bilimi tarafından kabul görmez kelimeler kullanıyorsunuz! Kusura bakmayın popülizm-ucuz halkçılık yapıyorsunuz.” deme hakkınız var.

Peki, ekonomi politiği ilgilendiren kavramları da koyalım ortaya.

"Osmanlı’da burjuva sınıfı gelişmiş miydi?"

Nereden baktığınıza göre değişecek şekilde var ya da yok diyebiliriz.

Avrupa’dakine benzer bir hayat süren insanlar topluluğu vardı. Bir kısmının ticaret, hatta bankacılık, bankerlik yaptığını iddia etmek mümkündür. Para varsa, sermaye birikimi vardır. Sermayenin olduğu yerde sanayi de olmalıdır. Olmalıdır da peki 1970’li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nde ağır sanayi hamlesinden söz edenler ne demek istiyorlardı?

Sadede gelelim, uzatmayalım. Ekonomi politiğin gruplandırması dâhilindeki hiçbir kurum ya da sınıf Osmanlı’da mevcut değildi. Osmanlı, en az dört yüz yıl önceki bir sömürü standardı ile sömürmekteydi; örneğin küçücük Hollanda devletinden bu anlamda çok çok Himalayalar kadar farklıydı.

Öyle olduğu için de aydını da farklıydı. Aydın devletten bağımsız olamadı; hep bürokrasinin içinde sıkıştı kaldı. En başta dediğimiz gibi de ülkesinin sonunu hazırladı. Ve hep devletiyle sorunu oldu. Bir taraftan karşıydı; diğer taraftan da o mekanizmanın içinde yer alabilmek arzusundaydı.

Bugün durum kuşkusuz biraz daha farklı gelişiyor. Aydın dediğimiz “zümrenin” bürokrasiden kopmuş, hatta batılı benzerlerinde olduğu gibi burjuvaziden gelen bir kısmı var.

Türkiye, devlet aygıtının çok güçlü olduğu cumhuriyet döneminin başında öyle ya da böyle Kemalist veya korporatist örgütlenme ile gelişimini sürdürmek zorundaydı. Bugün kendisini biraz daha güçlü hisseden burjuvazi o günlerde vardı da 1920’lerin iktidar sahipleri idareyi mi paylaşmamışlardı? Bugün antidemokratik bir varlık olarak duran bu yapı, Türkiye’nin ilk elli yılında motor güç olmuştu. Demokratikti, değildi tartışmaları bu eksenin dışındadır.

“Keşke şöyle olabilseydi ve o şekilde olmasaydı, biz bugün daha iyi bir yerde olurduk” kurgusu, tamamen akıldışıdır.

Bugün devlet aygıtına karşı mücadele şiddetini arttırmış olan aydınların yazımızın başında işaret ettiğimiz dönem aralığında kendilerini sol yelpazede tanımlamalarını da anlamaya çalışıyoruz. Çünkü biz sol derken o zamanlar sınıf mücadelesi veren ve işçi sınıfı saflarında konumlanmış, sömürünün kalkması, yeni bir dünya kurulması için çabalayan insanları anlıyorduk; çünkü bu kişiler kartvizitlerine bir de sosyalist sıfatı ekliyorlardı.

Kandırılmış mıydık yoksa sol kavramı aslında upuzun bir anlam mı içeriyordu? Örneğin “kurulu düzene karşı olan her muhalif akım için soldur” diyebilir miyiz?

Yani birinci cumhuriyetçilerin karşısındaki ikinci cumhuriyetçiler solcudur, diyebiliriz. O zaman Uğur Mumcu kurulu düzenden yana olduğu için sağcı oluyordu! Kurulu düzene muhalif olduğunuz için yanlışlıkla sizi Marksist sanabilirler, bu onların sorunudur.

Yani öyle bir yere geldik ki, sol tanımlanamaz hale gelmiştir. Amacımız da bu değil mi? Kavramları birbirinin içine öylesine karıştırırsınız ki, arık kimse anlatmak istediğini de anlatamaz hale gelir. Boşluğu doldurmayı başaranlar aradan sıyrılıp finish’i görebilirler.

Diğer tarafta da cumhuriyetin ilk yıllarından kalma bir refleksle mevcudu koruma duygusuyla hareket eden karşıt aydınlarımız için de birkaç şey yazmalıyız.

Gelişmek, büyümek demektir. Büyüyen şey de siz aynı yerde ve bakış açınızda durursanız onu kaybetmeniz demektir. Çocuğu olanlar bilirler ki, çocuk her gün size başka bir veri ile gelir. Siz bu veriyi hep aynı şablonla karşılarsanız gün gelir çocuk sizden uzaklaşır. “Sen bilmiyorsun” der. Başkaları ile iletişim kurar size de yabancılaşır. Muhafazakârlık hayatın doğasına aykırı bir tutumdur. En ilerici fikir gelişimini durdurursa dogma haline gelir, sonra belki de kendisinden çok daha gerici olan ama dinamizm içindeki bir fikre yenik düşer.

Türkiye’de sol düşüncenin, sosyal demokrasinin neden başarısız olduğu sorgulanıyor.

Bizim sol dediğimiz aktörlerin bugüne kadar farklı bir düşünsellik ya da gaye içinde olduğunu gördüğümüzde; kiminin o etnik kimliğin, diğerinin bir başka etnik kimliğin peşine takılarak, demokrasi sorununu milletler sistemi içinde algılayarak çözmeye çalışmalarına şahit olduğumuzda; sistemin nemasından pay almalarıyla referans noktalarını değiştirmeleriyle Türkiye’nin esas sorununun Mevlana’nın işaret ettiği gibi “ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün” olduğunu anlamaya başlıyoruz.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..