Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '11

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye'nin dünya ülkeleri açısından jeopolitik önemi ve Avrasya'daki yeri

Dr. Ömer Budak'ın kitabının adı, bu yazının başlığı. Bu kitap baştan başa derslerle dolu. Zaten ders kitabı. Ömer Budak Hoca'nın kitabından buraya bazı bölümleri aktaracağım. Bu coğrafya vatanların en güzeli, o zaman bizler de yurttaşların en güzeli; en çalışkanı, en adili, en cesuru, en sorgulayanı, en başarılısı... olmalıyız. Ey güzel ülkem; ben senin için nasıl çok çalışmam ve ben senin için seve seve canımı feda etmez miyim!..

Şimdi sözü Ömer Budak Hoca'mıza bırakalım:

"Jeopolitiğin tanımı "devletlerin sahip olduğu coğrafi konum üzerinde güç değerlendirmesi yapan,bu konuma etki eden dünya güç merkezlerini inceleyerek çeşitli tespitlerde bulunan ve devletin dış politikasına esas olacak milli hedefler tespit ederek, bu hedeflere ulaşmak için gereken şart ve aşamaları, yapılması gerekenleri sistemleştiren bir bilim" olarak yapılabilir. Jeopolitik, bir deevletin coğrafi, eekonomik, sosyal, siyasal ve stratejik faktörlerinin, o devletin dış politikasına ve dünya güç dengesi içerisindeki yerine etkisini araştırır.

İnsan ilişkilerinde doğal olarak görülen karşılıksız dostluk, yardımlaşma ve vefa gibi insani kurallar, devletlerarası münasebetlerde geçerli değildir. Zira her devletin bir dış politikası vardır ve her devletin kendi dış politikası, milli menfaatleri doğrultusunda şekillenir. Bunlar da zaman içerisinde değişebileceğinden, devletelerin sürekli dostlukları ve düşmanlıklarından söz edilemez.

Günümüzde devletlerin birbirlerinin hukukuna saygı göstermeleri konusunda bir denetim mekanizması oluşturulmuş ve devletlerarasında iyi ilişkiler kurma ve bu iyi ilişkileri bozmaya yönelik faaliyetleri kontrol etme esasına dayanan BM Teşkilatı, NATO vb. kuruluşlar, bu denetim mekanizması görevini üstlenmişlerdir. Fakat devletlerarası münasebetlerde değişmeyen bir kural vardır ki, "bir devletin varlığını ve her türlü hayat hakkını önce kendisinin koruması gerekliliğidir." Bunun için de askeri, siyasi, ilmi, kültürel ve ekonomik alanlarda kuvvetli olmak gerekir. Zira devletlerarası dış politikada hayatta kalabilmenin tek geçerli kuralı bu alanlarda sahip olunacak güce dayanmaktadır. Aksi takdirde gösterilecek en küçük bir zaaf, devletler için telafisi çok güç, hatta imkansız olan büyük zararlara sebep olabilir ve tarih, bunun birçok örnekleriyle doludur.

"Orta kuşağın tokası" durmundaki Anadolu toprakları merkezli Türkiye'nin Dünya konjonktürü içerisindeki yerinin belirlenmesinde ve memeleketimize yönelen gizli veya açık tehditlerin şekillenmesinde, bu tarihi geçmişin esas olduğu söylenebilir. XI. yüzyıldan itibaren yani, Anadolu'nun yurt edinilmesi hadisesinden başlayarak günümüze uzanan tarihi seyir içerisinde Türk Milleti'nin geçirmiş oldudğu dönemler; tarihi, coğrafi, sosyo-kültürel ve diğer etkenleri de içerisine alarak devletimizin ve milletimizin bu günkü uluslararası ilişkiler içerisindeki yeri ve önemini belirlemiştir.

XII. yüzyıldan beri Türkiye adıyla anılan coğrafya, tarihin her döneminde gerek kendi sınırları içerisinde ve gerekse çevresinde dünya güç dengesini etkileyecek tarzda sürekli ve çok yönlü çıkar çatışmalarına sahne olmuştur. Türkiye coğrafyasında gerçekleşecek herhangi bir mesele, bütün dünyada yankı bulacak, güç dengelerini elinde bulunduran ve bölgeyi kontrol etmek isteyen devletlerin müdahele etmelerine sebep olacaktır. Bu manada olmak üzere Türkiye, jeopolitiği ve bahsettiğimiz tarihi, sosyo-kültürel ve diğer özelliklerinin bir neticesi olarak, Türk Milleti'ne bir taraftan tarihinin en parlak dönemlerini, diğer taraftan ise en sıkıntılı günlerini yaşatmıştır.Zira bu bölge, adeta dünyanın merkezidir ve bütün iştahları kabartan bir jeopolitiği, tabii zenginlikleri vardır. Dolayısıyla bu bölgeye hakim olan devlet; bir yandan muazzam bir güce sahip olurken, diğer taraftan da böylesine önemli bir bölgeyi müdafaa etme ve buna yönelik gizli veya açık tehditlere göğüs germe sıkıntısına düşecektir. Öyle ki, bu konuda gösterilen en küçük zaafın, Türk Milleti'ne tarihinin en sıkıntılı günlerini yaşattığı, tarihteki birçok hadise ile bilinmektedir.

Türkiye coğrafyasındaki her gelişme neredeyse bütün dünyayı ilgilendirmektedir. İşte bunun için, dünya güç dengesi üzerinde etkin olmak isteyen bütün devletler, bu coğrafyadaki gelişmeleri kontrol etmek istemektedir. Bu amaçlarına ulaşabilmek için de güçsüz bir Türkiye idealine çalışmaktadırlar. Bunun için ülkemiz üzerinde kökenleri çok eskilere dayanan siyasi, ideolojik, askeri, pikolojik ve sosyo kültürel bir takım silahlar kullanmaktadırlar.

Türkiye, bilinen jeopolitik teorilerden Mackinder'in "Kara Hakimiyet Teorisi"ne göre kalp-gahın yani merkezin hemen bitişiğinde ve ilk kenar kuşağının önemli bir noktası üzerinde bulunmaktadır. Ünlü İngiliz jeopolitikçi H.Mackinder'in teorisine göre Rusya Avrupası ve Orta Asya, merkez bölgesi olarak benimsenmiş ve Avrupa, Türkiye, İran, Afganistan, Çin ve Kore'yi ilk "Kenar ay" olarak tarif etmiştir. Spykman'ın "Kenar Kuşak Teorisi" de Mackinder tarafından yapılan coğrafi bölümü esas almış, fakat merkez bölgesini ikinci derecede önemli görmüş ve sahip olduğu kaynaklardan dolayı da kenar kuşağı daha önemli olarak değerlendirmiştir.

Türkiye aynı zamanda Batı ile Doğu kültürünün birleştiği, bütün tek tanrılı ve kitaplı dinlerin buluştuğu bir coğrafyada bulunmaktadır.

Türkiye, kenar kuşakta yer alan bir devlet olmasına rağmen, kıta içi devlet duyarlılığı taşımaktadır. Bu durumuna sebep ise kıta içi devletlerden daha fazla sınır komşusuna sahip olmasıdır. Bir kıta içi devlet olan Macaristan'ın beş sınır komşusu var iken; Türkiye karadan sekiz devletle sınır komşusu durumundadır. Bu komşularına Karadeniz çevresinde yer alan Ukrayna, Romanya ve Rusya dahil değildir. Rusya; dağıldıktan sonra sınır komşusu olmaktan çıkmış Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan komşu olmuştur.

Türkiye kıta içi devletlerin taşıdıkları güvenlik sorunlarını da taşımaktadır.Avusturya, Almanya, Macaristan gibi kıta içi devletler daima güçlü olmak zorundadır. Eğer güçlerini kaybederlerse güç kazanmış olan komşularının istilasına uğrarlar. Güçlendiklerinde ise komşularının aleyhine genişleme ihtiyacı duyarlar. Kıta içi devletler zayıfladıklarında komşularının birleşerek kendilerine saldırmaları sonucu birden çok cephede savaşmak zorunda kalırlar. Türkiye'nin durumu da böyledir. Ayrıca Türkiye'ye komşu ülkelerin tarihi geçmişleri, milliyetçi duyguları ve halklarına bu yönde telkinlerde bulunmaları, Türkiye'yi çok yönlü tehditle karşı karşıya bırakmaktadır. Türkiye'ye yönelik başlıca tehditleri Rusya, İran, Orta Doğu tehditi, Yunan tehditi ve Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi sınır ötesi tehditler olarak özetleyebiliriz.

Bilindiği gibi Türkiye 2753 km kara sınırı, yaklaşık 7000 km deniz sınırı ve 780576 km kare yüzölçümüne sahiptir. Bu özellikleriyle ülkemiz, ulusal güvenlik açısından olumlu olarak değerlendirilebilir, ancak Trakya tarafından ülkemiz her zaman istilalara açık durumdadır. Özellikle Türk Boğazları'nın ülke jeopolitiğine katmış olduğu değer 1914-1918 ve 1939-1945 yılları arasında oynadığı roller ile dünya stratejistleri ve devlet adamları ve komutanlarının dikkatini çekmiştir.Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı'nda Boğazların kapatılması Rusya'nın savaştan çekilmesini sağlamış, ayrıca Rusya'da rejim değişikliğine yardımcı olmuş ve bu değişimi çabuklaştırmıştır.

Türk Boğazları'nın önemini daha iyi anlayabilmemiz için bazı devlet adamlarının sözlerini jeopolitik dekor olarak kullanacak olursak; Napoleon Bonaparte, "O dar boğazların Ruslar'a bırakılmasındansa dünyanın yarısını terk etmeyi tercih ederim." Lamertine ise; "Rusların İstanbul Boğazları'nı ele geçirmeleri, Rus sınırının Marsilya ve Tulon'a dayanması demektir." Büyük Petro ise Boğazlarla ilgili düşüncelerini açıklarken; "Coğrafya benim Boğazlara sahip olmamı emrediyor. Zira başkalarının elinde bulundukları takdirde kendi evimin sahibi olamam." demiştir.

Türkiye, coğrafyasının kendisine yüklemiş olduğu bu büyük sorumluluğun gereklerini ne yazık ki istenen ölçüler içerisinde yerine getirememiştir.

Şartlar ne olursa olsun, güç merkezleri nerede oluşursa oluşsun; Türkiye, kendisini orada hissettirmek zorundadır.

Türkiye'ye nüfus açısından bakıldığında 75 milyonluk nüfusuyla jeopolitik biliminde büyük devlet olma sınırı olarak kabul edilen 50 milyonu aşmıştır. Ancak potansiyel güç unsurlarına hareket ve dinamizm kazandıran asıl unsur "stratejik karar" unsurudur. Stratejiler tesbit edilirken kararsızlık halleri, en güçlü devletlerin bile başarısız kılınmalarına neden olabilir. Türkiye'nin kara sınırlarına bakıldığında Yunanistan, Bulgaristan, Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Gürcistan ile Karadeniz aracılığıyla Romanya, Ukrayna ve Rusya Federasyonu ile komşu olması Türkiye'nin çok yönlü ve esnek bir dış politika ve strateji izlemesini zorunlu kılmaktadır. Türkiye'nin etkisi altında bulunan Doğu Karadeniz tarih boyunca, Orta Doğu (Araplar) ve Asya'nın etkisi altında kalmıştır.

Jeopolitikte hiçbir ülke diğer bir ülke için, özellikle de süper güçler için vazgeçilmez değildir. Her ülkenin, özellikle de büyük güçlerin alternatif politikaları daima mevcuttur. Günümüzde dünya güçleri denildiğinde ilk akla gelenler; ABD, AB ülkeleri, Çin, Japonya ve Rusya'dır.

Bulunmuş olduğu bölge itibariyle Türkiye'nin, kendi sınırları içerisinde kontrol edilebilmesi çok zordur. Bu mekanda Türkiye, ne kadar barışçı politikalar takip ederse etsin, her zaman savaşmaya mecbur olmaktadır. Osmanlı'nın son dönemlerindeki çatışmaları, savaşları bir kenara koyarsak, özellikle coğrafyamızda bulunan diğer devletlerle karşılaştırıldığında Cumhuriyet döneminde çok büyük savaşlar yapılmamış; ancak bu coğrafyanın bir derinliği vardır ve bu derinlik Türk Milleti'ni çevresiyle ilgilenmeye zorlamaktadır.

Türkiye bulunduğu coğrafyaya hapsedilebilecek, orada sıkışacak bir konuma sahip değildir. Mutlaka sınırları dışında politikalar üretmek zorundadır.

Dünyada söz sahibi olmak ve Türk Milleti'ni Mustafa Kemal Atatürk'ün belirtmiş olduğu hedefelere ulaştırmak için, günümüz Türkiye'sinin izlemiş olduğu politikalar ülkeyi istenen hedeflere taşıyamamıştır.

Türkiye'nin çevresindeki hiçbir sorun, Türkiye olmadan çözülemez/anlaşılamaz. Mesela Yunanistan bir Balkan ülkesidir. İran bir Asya ve Orta Doğu, Irak da bir Orta doğu ülkesidir. Hindistan bir Asya ülkesidir. Ancak Türkiye, hem bir Orta Doğu, hem Karadeniz, hem Akdeniz, hem Balkan, hem de Kafkas ülkesidir. Bu durum başka hiçbir ülkede görülmemektedir. Ekonomik ve politik olarak bakıldığında da Türkiye, genç nüfusu ve gelişmeler gösteren ekonomisi ile de Rusya (kuzey) ile Orta Doğu (güney) arasında bir uç noktada bulunmaktadır.

Türkiye, coğrafyasının vermiş olduğu avantajları ve inanç birliğinin vermiş olduğu gücü kullanarak, Orta Doğu'da ne kadar güçlü ve etkili olursa, dünyada ve Batı'da da o kadar güçlü ve etkili olur.

Saymış olduğumuz nedenlerle, coğrafyasının Türkiye'ye kazandırmış olduğu avantajlar yerli yerinde dış politika ile ilişkilendirilemezse, söz konusu coğrafi avantajlar dezavantaja dönüşmüş olur." (Dr.Ömer Budak "Türkiye'nin Dünya Ülkeleri Açısından Jeopolitik Önemi ve Avrasya'daki Yeri")

Tarımdan sanayiye geçmeyi başaran ülkemiz; eğer 1968 ile 1980 arasında yaşanan ve binlerce fakir fukara çocuğunun öğrenim hayatları yanında öz hayatlarını da bitiren gençlik çatışmaları olmasaydı; o günlerde ülkemiz, o zaman diliminde ağır sanayiye geçmeyi başarmış olacaktı. Ancak dış güçler, fakir fukara çocuklarını birbirine kırdırmayı içerideki aymazlar sayesinde başardılar. O yılarda; İkinci Dünya Savaşı'na girmemeyi başarmış bir İsmet Paşa dirayetinde siyasetçiler olsaydı bir tek gencimizin burnu bile kanamazdı. Ve Türkiye'miz bir petrol ülkesiydi şimdi. Türkiye'de petrol yokmuş!.. Kim diyor bunu, kazdın da mı söylüyorsun?!.. Kazacaksın, delip delip toprağı, kayayı, gölü, denizi, kıyıyı, bucağı bak nasıl fışkırıyor Anadolu'da petrol!.. Ama biz hala da birbirimizin ciğerini delmekle meşgulüz. 1968 ile 1980 arasında yaşananlardan ders çıkarmayan bir Türkiye kendi stratejisinin belirleyicisi de olamaz!.. Ağır sanayi ve petrol ülkesi olamadık o yıllarda; 70 sente muhtaç olduk. Siyasetçiye gürleme özgürlüğü hep verildi, ama kendilerini Türk Milleti'nin dert ortağı olarak belleyemediler.

Bir ülkenin jeopolitik önemi ne kadar yüksek olursa olsun, o ülkenin yurttaşları birbirlerini ve ülkelerini çok sevmiyorlarsa, çok çalışkan değillerse, hele de uyanık değillerse er geç kavimler mezarlığında yerlerini alırlar.

Bir millet sonsuza kadar yaşamak istiyorsa birbirini çok sevecek; sevgiyle yatıp sevgiyle kalkacak. bunu da en başta siyaset adamları başaracak. Siyaset adamlarının ağzından bal damlayacak; dilerinde akıl süzülecek... Her zaman görecekler dağın ardını ve bilecekler başa geleceği...

Türkiye'miz o kadar mübarek bir ülke ki, gerektiğinde uğruna ölmek her birimize bir borçtur... Çok çalışırsak, bilen insanlar olursak bu has ülkeye, tarihimize layık olmuş oluruz.

Terör niye var yılardır?!.. Zayıfız da ondan... Kendimiz olamadık... Güçlü olamadık bir türlü...

Koca koca çınarlar devriliyor, dağlanıyor yürekler....

Demek ki jeopolitiğimizin gerektirdiği gibi güçlü olamamışız.

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..