Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '15

 
Kategori
Felsefe
 

Türklerin Müslümanlaşması ve günümüzde Din

Türklerin Müslümanlaşması ve günümüzde Din
 

Başını Kuma Gömme!


Müslümanlaşarak İslam Medeniyeti’nin bir parçası olan Türklerin, özgünlükleri nelerdir ve bu özgünlüklerini nasıl korumuşlardır? Eğer herhangi bir özgünlükleri yoksa, yok olmaları gerekmez miydi? Eğer varoluşlarını sürdürüyorlarsa, onlara kendileri olma özelliğini veren unsurlar nelerdir? Türünden sorulardan hareketle İslam dönemindeki düşünce hayatının özellikleri tespite çalışılacaktır. İslam’la tanışmak ve Müslümanlaşmak Türklerin varoluş süreçlerinde en önemli aşamalardan biri olmuştur. Türkler, İran medeniyeti üzerinden İslam dininin değerlerini öğrenirken, aynı zamanda İran topraklarında sürekli savaş halinde olmuşlardır. İlkin, İslam ordusuna yenilmişlerdir. Öncelikle yönetim kadroları İslam’ı kabul etmiş ve bu çerçevede halifeye usulen bağlı olan devletler kurarak, aşamalı bir şekilde bölgeye yayılmışlardır. Bölge hakimiyetleri, medeniyetin merkezi olan Bağdat’ın alınması ve en üst temsilcisi olan halifenin yetkilerinin sınırlandırılmasıyla tamamlanmıştır. 
 
İlk Müslüman Türk devleti olarak kabul edilen Karahanlılar 940- 1046 yılları arasında hüküm sürmüşlerdir. Eski Türk devlet geleneğini sürdüren Karahanlılar (Arat 1947, XI), Doğu Türkistan’da kurulduklarından çok farklı kültürleri içlerinde barındırmışlardır (Ögel 1984, 337-339). Çin, Mani dini, Budizm, Zerdüştlük ve İslam, Karahanlı düşünürlerinin sentezlemekle yükümlü oldukları kültürlerdir. Bu yükümlülüklerini 
yerine getirmeye çalışmışlardır. Yaklaşık yüz yıllık süreçte, Türk düşüncesi açısından çok büyük öneme sahip iki büyük eser olan Divan-ı Lügatıt Türk ile Kutadgu Bilig’in ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Her iki eserde de İslam unsurları önemli bir yere sahip olduklarından, süreç içinde İslam ve Fars değerlerini iyi okuyup değerlendiren ve Türkçe düşünen bir ekibin yetişmiş olduğunu kabul etmek gerekir. Selçuklular’ın İslam’la ilişkisi, Türklerin İslam’la ilişkilerini de belirlemiştir. Öncelikle Büyük Selçuklu devletinin kurulduğu coğrafya olan İran, en eski medeniyetlerden biri olarak İslam’ı kendine göre yorumlamıştır. İslam’ın iç sorunlarından birçoğunun nedenleri arasında İran unsuru vardır. Bu nedenle aslında Türklerin edinmiş olduğu müslümanlık daha çok Araplar tarafından, sonradan kendilerine göre yorumlama yapmış olduğu inançtır. Acemler, Arap dışı Müslüman bir güç olarak Emeviler döneminden itibaren İslam medeniyetinin oluşumunda ağırlıklı bir yere sahip olmuşlar ve hatta İslam medeniyetini, Abbasiler döneminde, düşünce üretimi ve kurumlar aracılığıyla onların gerçek temellerine oturttukları söylenebilir. Parçalanmış İslam dünyasını toparlayarak bir medeniyet olarak sürekliliğini sağlayan Selçuklular (Fazlıoğlu 2003,11-12), İslam medeniyetinin 11.yüzyıl ve sonraki dönemlerini belirleyen ilkeleri oluşturmuş ve uygulamıştır. Bu ilkeleri şöyle sıralamak mümkündür:
 
Halifenin yetkilerinin sınırlanması ve yetkilerinin yeniden tanımlanması.
Devletin hukuk sisteminin belirlenip bir hukuk mektebini (Eşarilik) resmi olarak tanımlanması. Bu bağlamda medreselerin hukuk mektepleri olarak yaygınlaştırılması ve ulemanın memurlaştırılması. 
İslam dünyasında mevalilerle Arap olanlar arasında bir farkın olmadığının uygulamada gösterilmesi.
İslam siyasi gücünde Arap etkisinin en aza indirgenmesi.
Türklerin Anadolu’ya yerleşmeleri ve Anadolu’nun Türkleştirilmesi. 
Selçukluların uygulayarak ortaya çıkardıkları model, büyük ölçüde Osmanlı Devleti’nin yapısını belirlemiştir. 
 
Türklerin İslam’la ilişkisi üç grup açısından ele alınabilir: 
 
Hükümdarlar ve üst düzey yöneticiler. Müslümanlardan oluşan bir ekibin kurduğu devlet, İslam devleti adı altında anılmıştır. Bununla birlikte, Müslümanlaşmamış çok önemli bir kitlenin varlığı da bilinmektedir. İslam kültür coğrafyasında kurulduklarından, siyasi kaygılar nedeniyle İslamî formu benimsemişlerdir. Başka İslam devletleri varken ve halifenin gücü yerindeyken neden yeni bir İslam devleti kurulmuştur? Yeni devletlerin kuruluşu, salt iman kaygılarıyla değil, ancak siyasi kaygılarla açıklanabilir. Siyasi kaygılar belirleyici olduğunda da, içerik açısından, İslamî oldukları tartışmalı hale gelir. Ayrıca İslam devletleri arasında bitmek bilmeyen savaşlar da, yöneticilerin kaygılarının ne olduğunu daha açık bir hale getirir. Öte yandan hakimiyetlerindeki halk ve genişleme alanlarında Müslümanlık baskın durumda olduğundan, yönetimin formunun İslam olması kaçınılmazdır. 
Toplumun büyücüleri (din adamları, hekimler, ozanlar) kendi işlerinde başarılı olabilmek için, yeni değerler getiren bir başka sisteme daha sıcak bakmışlardır. Yoğun ilişkiler nedeniyle süreç içinde yeni değerleri ya sentezleyerek dönüştürmüşler ya da onlara teslim olmuşlardır. Kamlar ile bahşiler, İslamî değerleri eski değerle sentezleyerek dönüştürmüşlerdir. Süreç içinde, İslamî değerlere göre yetişen din adamları, en samimi Müslümanlar olarak kabul edilir. İslam formuna ve içeriğine en sadık kalanlar, Medreseliler olmuştur. Tarikatların bir çoğunda İslam form olmuş, içeriği, eski geleneklerden gelen değerlerle yorumlanan yeni değerler oluşturmuştur. Büyücülerin toplum üzerindeki etkisini büyük olduğundan, hem topluma hem de diğer meslektaşlarına karşı üstün olma isteği, her büyücüyü yeni bir şey söylemeye itmektedir. Yeni şeylerse, ya kendi başına yaratılır ya da başka toplumlardan alınır. Kimsenin duymadığı, bilmediği şeyleri anlatmak, genellikle ilgi çekici olduğundan, yeni alan olarak Fars kültürü ile İslam, büyücülerin bu amaçlarına uygun malzeme kaynağı olmuştur. Yeni bir medeniyetle tanışan toplumda, cevap aranan binlerce soru ortaya çıkmıştır. Bu soruların eski değer dizileriyle karşılamak oldukça zordur. Çünkü sorunlar, yeni değer dizileriyle ilişkilidir. Dolayısıyla söz konusu soruları cevaplayabilmek için, yeni değer dizilerini ayrıntılı bir şekilde bilmek gerekir. Bilme gerekliliği, büyücüleri yeni değer dizilerini benimsemeye götürmüştür. Yeni değer dizileri benimsendikçe, soruların çoğu kendiliğinden ortadan kalkmış ve açıklama gücü yüksek yeni değerlerden hareketle sorunlara yaklaşmak, büyücülerin işlerini kolaylaştırmıştır. Yeni değerlerle ilgili sorunların cevapları da büyük ölçüde verilmiş olduğundan, yeni inanç, rahatlıkla kabul edilmiştir.
Halkın bütünüyle Müslüman olması, tam gerçekleşmeyen bir süreçtir. Yukarıda medeniyet toplum ilişkisindeki sorunlar nedeniyle, her toplum kendi anladığı İslam’ı yaşamaya çalıştığı belirtilmişti. Kabileler ya da boylar halinde yaşayan topluluklar, gerekmediği ya da zorlanmadıkları sürece kendi değer dizilerini değiştirmezler. Türklerin, hayvancılık nedeniyle boylar halinde kalmaları, eski inançlarını sürdürdükleri anlamına gelmektedir. Ayrıca değer dizilerini değişme şartları ortaya çıkmış olsa bile, değişme uzun süreli bir sentezdir. Hiç bir değer sabit değildir. Bunun anlamı, her değerin zaman içinde az ya da çok dönüştüğüdür. Dönüşme nedenlerinin başında, söz konusu değeri benimseyip kendi hayatına uygulayan kişinin, o değeri nasıl anladığı, gelir. Bir başka unsur değerin doğrudan kaynaktan öğrenme imkanı çok sınırlı olmasıdır. Çünkü değer dolaylı yollar ya da aracılarla öğrenildiğinden, her aşamada değerin hayata geçirilişi her aşamada değişime uğrar. Değerin kendi gerçek anlamı üzerinde de bir anlaşma yoksa, onu farklı şekillerde yorumlamak kolaylaşmaktadır. Bu anlamda İslam’ın temel değerleri toplumların onu yaşayış tarzlarına bağlı olarak değişmiştir. Türklerin önemli bir kesiminin hayvancılıkla uğraşmaları nedeniyle, yarı göçer bir yaşantı sürdürmeleri, merkezlerde oluşan Medrese İslam’ından uzak kalmalarına neden olmuştur. Şehir ve kır farklılığı, inançları anlama ve uygulama farklılığını da birlikte getirmiştir. Kırsal kesimde İslam’a ilişkin bilgiler, genellikle çeşitli tarikatlara mensup gezgin dervişler tarafından verildiğinden, İslam anlayışında çok büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. 
Medrese İslam’ı çerçevesinde bakıldığında, kırsal kesim İslam’ı kabul edilebilirlik sınırlarını zorlamaktadır. Alevilik, bu durumu açıklayan en iyi örnektir. Öte yandan, yerleşik olarak merkezlerde yaşayan halk, camiler, tekkeler ve medreseler aracılığıyla Sünni İslam’a göre eğitilmişlerdir. Medresenin getirdiği İslam formu, bu kesimlerde başarılı olmuştur. Türkler, hem Şia mezhebini ve onun kollarını, hem de Sünniliği ve kollarını benimsemişlerdir. Bu iki mezhebin birbirleriyle uzlaşmaz tutumları, her ikisini de benimseyen Türklerin İslam’ı farklı yaşamalarının nedenleri arasındadır. Bütün bu sorunlara rağmen, Türkler İslam’ı içselleştirerek benimsemiş ve kendi anlayışları çerçevesinde onu yaşamışlardır. Ancak Türklerin İslam medeniyetindeki yerlerini anlamak için, çeşitli değer ve kurumların karşılaştırılmalı araştırılması gerekmektedir.
 
Günümüzde peki Türkiye Cumhuriyeti atalarının zamanında kabul etmiş olduğu islamiyeti devam ettirmekte mi? Bu konu hakkında özellikle son zamanlarda yapılan hutbelerde ve diyanet tarafından yapılan açıklamalarda bunu korumuş olduğumuz söylenemez. Günümüzde müslümanlık tüm dünyada kullanıldığı gibi ülkemizde de siyasi, politik ve rant için kullanılmaktadır. Peki neden inanç sistemini ülkeler kendi içinde değiştirerek yönetim sistemine dahil eder? Öyle olsa inançlar oluştuğu dönemlerde yönetim biçimi olarak kullanılmaz mıydı? Bu nedenle yönetim mekanizmasına sızdırılmış bir inanç sistemi tutarlı değildir. 
 
Çevremizde güzel insanlar görüyoruz inancını mütevazı bir şekilde kendi içlerinde yaşıyorlar. Davranışlarını inandıkları kitaplardan düzenliyorlar. Bu çerçevede bakıldığı zaman aslında çok güzel bir birey olduklarını görüyoruz. Ancak durum kötüleşmeye tam olarak da bireyin kendini bencilleştirdiği zaman başlıyor. Birey bencil bir şekilde inancın ardına gizlenip inandığı değerlerin aksine güzel insan olmayı değil de çirkin olmayı tercih ediyor. Ülkelerin de din anlayışı tam olarak bu şekilde her zaman çıkarları için dinin ardına gizlenmek. Bunun farkında olan toplumlar ancak doğruyu görebiliyor. Aksi takdirde inançları tarafından uyutuluyorlar. Peki yönetim şeklinde inancın arkasında olanları nasıl görebiliriz? Bunun farkına ancak inancı içimizde yaşayarak ve çıkarlarımız için kullanmadığımız zaman varabiliriz.
 
Rüzgar Yılmaz
 
Toplam blog
: 31
: 2969
Kayıt tarihi
: 17.05.12
 
 

Eleştiri, Metafizik, Filozoflar, Bilim, Teknik, Satranç, Antikçağ, Dinler ilgi alanlarıdır. ..