Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Temmuz '07

 
Kategori
Anılar
 

Tüylü ve tüysüz dostlar

Tüylü ve tüysüz dostlar
 

Daha bacak kadar veletken, gizlice aşırırdım gaz şişesini evden. Biraz da bez parçası ve cımbız. O geniş bahçemizin kıyı kuytu köşelerinden birine oturur ve "gelsene kız" diyerek çağırırdım "Çinçin"i". Nazlanmadan gelirdi ve önümde uzanırdı hemen.

Keneler genellikle kulağında toplanırdı ve her biri fasulye tanesi gibi tombiş tombiş olurlardı. Cımbızla tek tek koparırdım asalakları ve içi su dolu teneke kutuya atardım. Kanardı tabii kulakları…Tüm keneleri temizledikten sonra da gazlı bezle bir güzel silerdim kulaklarını. Çinçin gaz kokusundan nefret ederdi ama katlanırdı işte.

Bu arada gazın kokusunu alan mahallemizin azgın itleri de birer ikişer bahçemize teşrif ederlerdi. Göz ucuyla takip ederdim, hangisi önce gelmiş diye. Sabırlı sabırlı beklerlerdi sıralarını. Hepsinin (sadece benim bildiğim) isimleri vardı tabii… Süzük, Aptal, Sarı, Zilli, Afet, Lüpen, Arap… Mahallede kimseyi takmazlardı ama ben çağırınca hemen gelirlerdi yanıma, kuyruklarını saklayarak ve mahcup bir şekilde. Ne dersem emir telakki ederlerdi. Karşı komşumuz Hikmet Hanım teyzem “Efsunlu bu çocuk” derdi benim için.

Çinçin’i savınca sırası gelen önüme uzanır, kulaklarındaki asalaklardan kurtulmanın ödülü olarak elimi yalarlardı. Hemen terslerdim tabii, o yaşımda bile sevmezdim yalakalığı. Temizlik bitince kasaplardan aldığım kemikleri dağıtırdım onlara, ziyafet yani. Ondan sonra da dayak ve azar faslı başlardı benim için.

Hep küçük ablama yakalanırdım. O da yemez içmez diğer ablalarıma haber verirdi. Enseler enselemez bir güzel soyarlardı beni, kulaklarımı çeke çeke. Saçlar, başlar, elbiseler bir güzel kontrol edilir, eve kene sokmamam için ne yapılırsa yapılırdı işte, azar ve dayak eşliğinde.

“Hiiiiiii! Cımbızı da almış” derlerdi( Ve çöpe atarlardı)… Her seferinde de üstümde bir iki kene yavrusu bulurlardı ki, bu da benim için felaket demekti. Sular kaynatılır, Hacı Şakir sabununu kafama vura vura bir güzel şartlarlardı beni(Bahçede hem de). Çok kızarlarsa eğer, babama da duyururlardı bu rezaletimi. Babam da duyunca, sakin bir şekilde “Git bahçeden sopanı getir bakalım” derdi… Erik dalları dayanaklı olduğundan ona ilişmezdim… Kiraz da öyle. Gider kavaktan kıytırık bir dal koparır ve dayağımı yerdim.

Esas curcuna, belediye ekiplerinin katliama giriştikleri sırada yaşanırdı. Zehirlenen köpek soluğu bizde alırdı. Bu sefer ablalarım telaşlanır, “zehirlenmiş bu, hemen yoğurt” derlerdi aralarında. Ben hiç aldırmazdım onlar sarımsak ve yoğurt hazırlarken. Mahallede bir telaş yaşanır, yoğurdu olan yoğurdunu, sarımsağı olan sarımsağını getirirdi. İyi de, kim ağzını açacak köpeğin? Kim zorla sarımsaklı yoğurdu tıkıştıracak köpeğin ağzına?

Gözler beni arardı tabii. Yalvar yakar beni çağırırlardı. Kahrımdan ölsem de bir iki nazlanırdım elbette. “Bana ne” derdim ama tecrübeli bir doktor edasıyla açardım çenesini Zilli’nin ve boca ederdim sarımsaklı yoğurdu. “Poporospu seni” derdim, “Niye yedin kız zehri” derdim ve kulaklarını çekerdim acıtmadan.

Operasyon bitince yine şartlarlardı beni ama dövüp azarlamazlardı nedense. Babama da söylemezlerdi. Artık yoğurtlu sarımsağın etkisiyle mi yoksa belediye ekiplerinin kullandığı zehrin kalitesiz oluşundan mı bilmem, zehirlenen köpek bir iki gün sersem tavuk gibi dolaşır ama kurtulurdu sonunda.

Mahalledeki itlerle oynaşırken oramı buramı ısırırlardı şakayla ve acıtmadan. Bu yüzden yediğim kuduz iğnelerinin haddi hesabı yoktur. Aradan bunca sene geçmiş. Geçen sene işimiz gereği Fransa’da çalıştık ve iki aylığına bir çiftlik evi kiraladık. Çiftlik sahibi iki uyarıda bulundu bize:

Şömineyi yakarsanız odun parasını ayrıca ödeyeceksiniz…
Köpek huysuz ve tehlikelidir dikkat edin…

Biz iki ayda 850 Euroluk şömine odunu yaktık ve paşa paşa ödedik.

Çiftlik köpeği gerçekten de azgın ve huysuz bir hayvandı ve yanına kimseyi yaklaştırmıyordu (Ve hatta bir arkadaşımızı ısırdı).

İşte o azgın ve huysuz köpekle ben iki ay alt alta, üst üste yaşadık. Hiç ayrılmadı yanımdan. İşten dönünce hemen yanıma gelir ve üstüme atlardı. Beraber çok mangallar yaptık onunla. Hafta sonları gezintilere çıktık. Gel dedim geldi, otur dedim oturdu. Resimler çekildik koyun koyuna. Çiftlik sahibi önce kıskandı, sonra şaşırdı ve bana mahzeninden kaliteli bir şişe şarap hediye etti.

İnsanlarla olan iletişimimde çok başarılı olduğumu söyleyemem. Olmadığım halde “soğuk” buluyorlar beni. Şahsiyat yapmıyorum ama durum böyle. Her tanıdığım insana da “Gel kulağına bakayım” diyemediğimden belki.

Bazen Berlin caddelerinde dolaşırken, sahipleriyle gezintiye çıkmış o azgın Pitbull köpekleriyle karşılaşıyorum. Sahiplerine aldırmadan kuyruk sallıyorlar bana ve yılışıyorlar.

Ne dersiniz?
Ben hala gaz kokuyorum galiba...

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..