Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mart '17

 
Kategori
Anılar
 

Uçan şeftaliler

Uçan şeftaliler
 

10 yaşlarındaydım. O günlerde en büyük mutluluğumuz babaannemin beni ve kardeşimi  alıp Kuzguncuktakı evine götürdüğü günlerdi. İstanbul'un Avrupa yakasında şehir içinde bir apartımanın beşinci katında oturuyorduk annem, babam ve kardeşimle. Bütün yıl gökyüzünü görmek için apartımanların arasından kafasını uzatan, sokağa ancak ebeveynleri ile çıkan, hava almak için ancak arka balkonu seçen bir apartıman çocuğu için bütün gün sokakta arkadaşları ile oynamak hayal gibi bir olaydı. Bu hayale bir de isteğine göre pişirilen yemeği istediği mekanda yemek, alabildiğince şımarmak hakları da eklenince bir çocuğun babaanne evini nasıl cennet gördüğünü anlarsınız.

 Babaannem beni, benden üç yaş küçük kardeşimi, amcamın bizden biraz büyük iki kızını toparlayıp Kuzguncuk'taki o koskocaman eve getiriyordu okul tatillerinde.Kış aylarında soba yanan baş odada hep beraber yattığımız, gece geç saatlere kadar babaannemi çıldırtırcesına sohnet ettiğimiz, sabah bizden çok önce kalkmış babaannemin, halamın yaktığı sobanın çıtırdısı ile uyanıp, mis gibi kızarmış ekmek, yağda kızarmış sucuk kokusunu duyduğumuz o harika çocukluk günlerimı hep anımsıyorum.

 İşte gene o harika günlerden biriydi. Bu sefer yaz ayıydı ve okullar yaz tatilinde olduğu için biraz daha uzun kalacaktık babaanne evinde. O akşam da halamın kızarttığı harika kuru köfteleri ve patetes kızarmalarını yemiştik akşam yemeğinde. Bütün kuzenlerin en sevdiği yemek mis gibi kızarmış kuru köfte ve patetesti. Yemek o kadar lezzetliydi ki bir koca tencere köfteyi bitirmiştik Yemekten sonra halam ile babaannem her gece yaptıkları gibi sade kahvelerini pişirip baş odaya geçmişlerdi. Halam kahveden  önce kocaman beş tane şeftaliyi yıkayp büyük bir kayık tabağa koymuş ve soğuması için ön odanın iki penceresi arasına çatılmış tahta iskeleye yerleştirmişti. O zamanlar buzdolabı pek yoktu evlerde. Yaz gecesi meyveyi soğutmak için pencere kenarına koyardı büyüklerimiz. Tabii fazla bina, yüksek apartıman olmadığı için boğazdan esen akşam rüzgarının etkisi ile meyveler soğurdu.O iki pencere arasına çatılmış tahtanın üzerinde daima bir kırmızı sardunya saksısı olurdu. O sardunyanın her sabah saramış yapraklarını temizleyen babaannem sanki çiçekle konuşur gibiydi. Amca kızı ve benim en büyük zevkimiz o kırmızı sardunyanın çiçeklerini kopartıp turnaklarımıza yapıştırmak ve sanki manikürlü büyüklerimiz gibi ellerimizi sallaya sallaya hava atmaktı. Tabii bu  çiçek kopartma işinden babaannemin hiç haberi olmazdı. 

 Halam meyve tabağını pencere önüne yerleştirip kahvesini içmeye  odadaki koltuğa yerleştiğinde biz çocukların akşam shovu başladı. Her akşam büyüklerimiz kahvelerini içerken biz çocuklar halamın yatak odasındaki büyük sandığının başında alıyorduk soluğu. O sandık sanki bir hazine sandığıydı. İçinde çeşit çeşit tuvaletler, giysiler, süs eşyaları olan bu sandıktan çıkartığımız giysileri giyip, elimize  mikrofon niyetine bir nesne alınca soluğu ön odada büyüklerimizin karşısında alıyor, sıra ile bildiğimiz şarkıları söyleyip gösteriler yapıyorduk.

 O gece de önce amcamın küçük kızı bir şarkı söyledi. İçimizde en yetenekli oydu sanırım. Zira en fazla o dans ediyor, en çok o şarkı söylüyordu. O zamanlar televizyon yok, çok da sinemaya gitmiyoruz. Bu küçücük kız nereden öğrenöiş o şarkıları, dansları. Büyüdüğüm zaman hep düşündüm bu olayı. Demek ki doğuştan büyük bir yeteneği vardı.

 Neyse bizim gösterimiz devam ederken Halamın aklına yemek öncesi soğusun diye pencere dışına koyduğu şeftalıler geldi. Artık yeme zamanı gelmişti. Şeftalileri almaya başodaya giden halamın çığlığını duyduk bir süre sonra. Hepimiz bu çığlığa koştuk. Biz çocuklar kadar hızlı koşamayan babaannem de arkadan söylenerek geliyordu.

 Halam açık pencerenin önünde elinde boş şeftalı tabağı şaşkın şaşkın bakıyordu. Babaannem ne oldu Nimet diye sorunca. şeftalilerin tabaktan uçtuğunu anlatmaya başladı heyecanla.

 Hiç şeftalı tabaktan uçar mı? Kuş mu bunlar. Ev ikinci katta. Dışardan kimse gelip alamaz. Kuş geldi aldı desek, gece vakti kuş ne arar orada? Ayrıca koca şeftaliyi alacak kuş hangi kuş olabilir?

 Biz bu düşünceler içinde şaşkın ve korkulu bakarken büyüklerimize birden kapı çaldı. Akşamın bu saati dışardan kimse beklemiyorduk ve babaannem kimse gelmez diye sokak kapısını da kilitlemişti. Hepimiz kapıya koştuk. Kapı binbir zahmetle açıldı. Babaannem ne çok da kilitlemiş kapıyı. Zaten her gece böyle sıkı sıkı kilitlerdi. Hırsızdan çok korkardı yaşlı kadıncağız ne yapsın.

 Kapıyı açtığımızda karşımızda üst komşumuz Faik Bey Amcayı gördük. Her daim gülen yüzü, neşeli konuşması ile biz çocukların sevgilisi olan Faik Bey Amcamız elinde bir tabak dolusu şeftali ile kapıda gülerek bize bakıyordu. Elindeki tabağı gören halam bir çığlık attı. Bunlar benim yemek öncesi yıkayıp, soğusun diye pencere kenarına koyduğum şeftalıler diyen halamı babaannem de başını sallayarak teyit ettı.

 Bizim pencere içindeki şeftaliler üst kata nasıl gitmişti acaba? Sanırım şeftalıler uçmuştu.

 İçeri buyur ettiğimz üst komşumuz gülerek işin aslını anlattı biraz sonra. Meğer pencere kenarında tabak içinde şeftalileri gören Faik Bey Amca'nın aklına muzip bir plan gelmiş. Balık oltası ile şeftalileri bir bir yukarı kata çekmiş ve bu oyunu hazırlamış.

 Halamın tekrar yıkayıp getirdiği şeftalileri hep beraber yerken bu oyuna gülüyorduk biraz sonra.

 İşte bir zamanlar biz böyesine güzel ve art niyetsiz dostlukların olduğu bir dünyada çocuklar gibi şen yaşıyorduk.

 
Toplam blog
: 826
: 1068
Kayıt tarihi
: 26.04.11
 
 

Ben emekli bir iktisatçıyım. 21 yıldır bir sanatçı annesiyim. Küçük kızım klasik müziğe eğilim gö..