Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ocak '08

 
Kategori
Sinema
 

Umut dolu Amélie

Umut dolu Amélie
 

Bir eylül akşamı, pencereyi Taksim’ in gürültülerine kapamaya karar verdiğimde tanıştım Amélie’yle. Sıcacık hikayesiyle tüm eve doldu ve Jean Pierre Jeunet’in elinden çıkan bu film en sevdiğim filmlerden biri oldu.

Bazen film izlerken senaristin sizi tanıdığını ya da oyuncunun sizi taklit ettiğini hissedersiniz. Sanki uzakta birileri sizi çok iyi tanıyordur, bir yerlerde anlaşılmışsınızdır ve şimdi ekranda anlatılıyorsunuzdur. Bu öyle bir huzur, öyle bir güven verir ki, ekranın karşısında mutlulukla eriyiverirsiniz.

Amélie’yi izlerken ben de böylesi bir huzurla doldum.Ama ekrandaki tam da ben değildim elbette, Amélie’nin bana öğreteceği daha çok şey vardı. Yine de en büyük ortak noktamız mutluluğun küçük detaylardan geçtiğini fark etmiş olmaktı.

Mutlu olmanın küçük şeylerle mümkün olduğu, artık çok yaygın olarak konuşulmakta ama hala herkes mutsuzluktan yakınıyor.Çünkü söylemler yetersizdir, gerçekten görebilmek, keşfedebilmek önemlidir.Bunu biz hayatta başaramazken çoğu yönetmen de sinemada başaramıyor.Küçük detaylarla ilgili birçok hikaye ya amacına ulaşmıyor ya da inandırıcı olmuyor.Ama Jean Pierre Jeunet, en küçük bir düşünceyi, başka kişilerin hallerini anında görselleştirerek bizi hikayenin içine çekiyor.

Filmin başında Amélie döle düşerken, arkadaşının cenazesinden dönen başka bir adam arkadaşını telefon defterinden silmektedir mesela.Bu detayla film hiç de alışık olmadığımız türden olduğunu daha en başından belli eder.İlerleyen sahnelerde, fotoğrafların konuşmasını, Amélie’nin eriyerek yere dökülmesini ise hiç yadırgamadan, inanarak izleriz.Çünkü Amélie’ye inanırız.İzlediğimiz , hayatta gerçekten yaşadığımız, söylediğimiz şeylerin görselleştirilmişidir.Filmin en etkileyen yanı da budur zaten, çünkü gerçek hayatta hiçbir şey bize bu şekilde görselleştirerek verilmez, bizden keşfetmemiz beklenir.Bu anlamda film başımıza bir saksı gibi düşer ve hayata bakışımızı değiştirir.

Amélie küçük yaşta annesini kaybeder ve içine kapanan, soğuk tavırlı babasıyla yaşamaya başlar.Büyüdüğünde o da çekingen ve içe kapanık bir kız olmuştur.Paris’te garsonluk yaparak hayatını kazanır ve kendini küçük şeylerle mutlu eder.Yine de hayatını çok sıkıcı bulmaktadır.Bir gün, televizyonda Prenses Diana’nın ölüm haberleri dönerken banyoda gevşek bir fayansın ardında bir kutu bulur.Bu kutu yıllar önce o evde yaşamış bir çocuğa aittir.Kutunun sahibini bulmaya karar verir.Günlerce uğraştan sonra kutuyu sahibine ilettiğinde, o insanın mutluluğu karşısında hayatın anlamının “insanlara dokunmak”tan geçtiğini anlar.Artık hayat onun için çok farklı bir renk kazanır ve o da farklı olur.

“<ı>Elinde bir bardak su olan kız, resmin tam ortasında ama dışarıda…Belki diğerlerinden farklıdır.Ama nasıl bir fark bu? …Belki birini düşünüyordur…”

Amélie’nin etrafındaki kişiler de karakterlerinin belirginliğiyle filmi zenginleştirir.Her karakter ayrı bir hikayedir filmde.Bu da bize her insanın tanımaya değer olduğunu gösterir.Amélie dokunduğu her insanla güzelleşmekte<ı>, umut dolmakta ve o insanlara mutluluk vermektedir.Ama onun dokunmak istediği özel bir insan vardır.

<ı>“Herhangi bir yerde gördüğü genç adamı düşünüyordur.İlk görüşte aşk…Fakat kız onu tanımıyor.Hayır, çok iyi tanıyor.En başından beri…Rüyalarından..Acaba onu bir daha görecek mi?Ya görmezse…O zaman…biraz risk alma zamanı…”

Kemikleri cam gibi kırılgan olan ressam komşusunun bu sözlerinden sonra Amélie risk alır ve bize de sevdiklerimiz için, daha doğrusu kendimiz için risk almayı öğretir.

Film dünyanın birçok yerinde ana karakterin ismiyle anılsa da filmin orijinal adı “Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain”.Görselliğinin en bilindik yanı da filmin tungsten kullanılarak sağlanmış rengi.Bu renk hikayeyi daha da yumuşatmış ve samimileştirmiş.

Oyunculukların da çok başarılı bulunduğu filmde başrolü canlandıran Audrey Tautou da bu karakterle özdeştirilerek ünlendi.Filmin müzikleri ise neredeyse filmin ününü geçti ve bir klasik haline geldi.

Film ticari ve sanatsal açıdan çok büyük başarılara imza atsa da bazı yazarların ağır eleştirilerinden kaçamadı.Bu eleştirilerin yönü ise, Paris’in çeşitli etnik kökenlere ev sahipliği eden sosyolojik konumunun ifade edilmemesi şeklinde ifade edilmesiydi.Ama diğer eleştirmenler ve yönetmen filmi bu eleştirilere karşı somut örneklerle savunmuştur.Aldığı ödüller de zaten başarısını kanıtlamakta;

2001 Avrupa Film Festivali- en iyi film

Karlovy Vary Uluslar arası Film Festivali- Kristal Küre

2002 Cesar Ödülleri- en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi film müziği, en iyi sanat yönetmenliği

Film ayrıca New York Times tarafından gelmiş geçmiş en iyi 1000 filmden biri olarak seçilmiştir.

Siz de izlemeden geçmeyin ki, hayatı es geçmeyin…

Künye,

Yönetmen:Jean Pierre Jeunet

Senaryo:Guillaume Laurant, Jean Pierre Jeunet

Yapımcı:Jean Marc Deschamps, Claudie Ossard

Müzik:Yann Tiersen

Yapım: Fransa, 2001, 122’

Oyuncular: Audrey Tautou(Amélie), Mathieu Kassovitz(Nino), Serge Merlin(Raymond Dufayel), Rufus(Amélie’nin babası), Lorella Cravotta(Amélie’nin annesi), Yolande Moreau, Arthus de Penguem, Urbain Cancelier, Jamel Debbouze, Dominique Pinon, Isabella Nanty, Maurice Benichou, Clotilde Mollet, Claire Maurierbu yazı www.bilgisinema.org 'ta da yayınlanmaktadır.

 
Toplam blog
: 39
: 2880
Kayıt tarihi
: 29.12.06
 
 

Sinema ve Televizyon bölümünde okuduğumdan sizinle sinema üzerine hasbihal etmeyi düşünüyorum... Si..