Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '09

 
Kategori
Eğitim
 

Unutamadığım öğretmen anıları

Alaattin Öğretmen

Yazarı: Aylim Yıldırar

Bazen beklemediğimiz bir anda biri gelir, tutar elimizden tutar; çıkarır bataklığın soğuk kollarından. “Kim kim!” dersiniz bu, karşılıksız fedakar kahraman? Alışkın değilsiniz böyle bir sevilmeye?... Gözlerimi kapattığımda çoğu zaman, kahramanların melekler olduğunu düşündüğüm bir hikayeyi yaşarım. Yaşadıkça da bir kez daha ölürüm Öğretmenimin anısına…

Sen bir güldün, bizler gonca: biz açıldık gül olduk; sen kanınla renk kattın.

Okul özlemiyle yanıp tutuşurken çıktı karşıma öğretmenim. O, mum oldu, bizler pervane. Bize korkmadan dönmeyi öğretti etrafında. Okulumu ve öğretmenlerimi seviyordum. Onlarla adeta başka bir aleme doğru yol alıyor, bu alemin hazlarıyla yoğruluyordum.

Babamın iyi bir işi vardı. Geliri de bizi geçindirmeye yetiyordu. Ancak o, her gün parasını har vurup harman savuruyordu. Annemse kanaatkar ve fedakardı. İki kardeştik. Ben ne kadar okulu seversem, kardeşim o kadar kaçmak isterdi okuldan.

Okula gitme yaşım geldiği halde, evde okuldan söz edilmezken, köye yeni atanan öğretmen Hızır gibi yetişti imdadıma. Alaattin Öğretmen; eve kadar gelmiş, anne ve babamı ikna etmeye çalışmıştı. Hatta okul masrafımı bile karşılamaya söz vererek ikna etmişti babamı. Beni asıl cezbeden, her biri ayrı şehirden gelmiş, çoğu görevine yeni başlamış genç ve fedakar öğretmenlerimdi. Onların konuşmaları, davranışları beni kendime bağlar, onlar gibi olacağımı hayal ederdim. Bu kasabadaki öğretmenlerimiz tek meşalemizdi. Hele Alaattin Öğretmenim; sanki öğretmen olmak için yaratılmıştı.

Her gün okula erkenden gelir, etrafında topladığı öğrencileriyle vakit geçirir; bir mum gibi ışığını etrafına yansıtırdı. Birçok öğretmenin görevine başlamadan istifa ettiği Silvan’a, Alaattin Öğretmen koşa koşa gelmiş, kısa zamanda bizden biri olmuştu. Günün büyük bölümünü öğrencilerine ayırırdı. Sevgili öğretmenim hepimizin gönlünü nasıl fethetmişti? Hepimiz onun gibi olmak istiyorduk.

Uzun bir kıştan sonra bahar yüzünü göstermişti. Tatil olunca öğretmenimiz bir süre memleketi Samsun’a gider, ailesini ziyaret ederdi. Nihayet okullar kapandı. Karnelerimiz iyiydi.

Batman’dan kalkan otobüs Silvan’da mola vermiş Alaattin Öğretmeni de yolcularla beraber almıştı. Onu yolcu etmeye gittiğimizde, bize tatilimizi nasıl geçirmemiz gerektiğini anlatmıştı. Gazete ve kitap okumayı ihmal etmememiz gerektiğini tembih etmişti. Öğretmenimizin gidişiyle kalbimiz buruk, boynumuz bükük kalmıştı. Kitapları öğretmenimizin dediği gibi değiştirerek okuyor, gazete almaya pek para bulamadığımızdan, eski gazeteleri okumakla yetiniyorduk.

Koyunlarımızı otlaktan getirip ağıla sokarken annemin yaptığı nefis gözlemeleri yemek için acele ediyorduk. Annem gazetelerin arasına sarmıştı gözlemeleri. Tam gözlemeyi yerken gazetenin üstünde bir fotoğraf dikkatimi çekmişti. Ne kadar da Alaattin Öğretmene benziyordu. Merakla haberi okumaya başladım. Diyarbakır’dan Samsun’a gitmekte olan otobüs, Elazığ yakınlarında durdurulmuş, yolculardan beş tanesi acımasızca kurşuna dizilmişti. Bunlardan biri de Alaattin Öğretmendi.

Gözleme parçaları boğazıma dizilmişti. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Uçurumun kenarında uzanan eli kaybetmenin korkusuyla yapıştım gazete parçalarına. Şehit olmuştu öğretmenim.

Şimdi biz sensiz ne yapacaktık? Nasıl aldılar seni bizden? Tutunduğum dal çatırdamadan kopmuştu. Dünya sessiz sedasız başıma yıkılmıştı. Ah öğretmenim sen benim için ne mübarek varlıktın. Ben seninle yeniden doğmuştum. Seninle okuduk, seninle yazdık; ah öğretmenim sensiz hayat belki devam edecek; ama hep bir mısrası eksik kalacak şiirin. Artık seni yaşamak istiyorum her öğrencide.

Öğretmenim biz tomurcuktuk, sen güldün. Yaşatacağım senin filizlerini. Yemin ettim, ant içtim… Kaldığın yerden devam etmeye.

Ders Bitmedi Öğretmenim

Yazarı: Himmet Karataş

Hiçbirini unutmadım öğretmenlerimin. Okula başladığımız ilk günün heyecanı gibi taptaze duruyorlar hafızamızın en değerli köşesinde. Hele bir de onların mesleğini ele almışsak; her biri üniversite görevine bürünmüştür. Her gün birini yad ederiz. Bir öğrencimiz derse geç gelse, diğeri elektrikler kesildi derse hemen öğretmenimiz gelir aklımıza. Yani onlar hayat boyu rehberlik yapar bize.

İşte onlardan biri öyle içtendi ki, yıllar geçti bitmedi ilk dersi… Çankırı’nın Çerkeş ilçesi Karamıhlı köyünden Türkçe sevdasıyla kalkıp gelmişti Antalya’ya. Bizden biri gibi girerdi derse. Neyi konuşuyorsak onu paylaşırdı. Derslerdeki hareketliliğim kısa zamanda dikkatini çekmişti. Bana kafayı takmasa bari dediğim zamanlarda arkadaşlarımdan biri: “Hocam o şiir yazıyor” deyiverdi. “Şair” dedi bir gün” hadi bakalım bir şiir oku bize!”

Arkadaşlarımın tebessüm tarlasına çevirdiği sınıfı ortasında bir şiirimi okudum. İyi ya, güzel olmuş, dedi. Sonraki derslerin birine elime daktiloya yazılmış uzun bir şiir verdi. “Mona Rosa” adlı şiirdi. İlk gençlik yıllarımın şiire dönük iç dünyasını çok iyi biliyordu ve şiir diye karaladıklarımı önemsiyor, sınıfa okutuyor, bir nüshasını kendine alıyordu. Bu önemseme benim cesaretimi arttırıyor, daha çok okuma ve daha çok yazma isteği ile dolup taşıyordum.

Kitaplar getiriyordu bana, gizli bir kütüphane olan evinden. Kendi imkanlarıyla edebiyat ve sanat dergilerine abone yapmıştı beni. Kendi şiirlerimi yazmam için teşvik ediyordu beni. Rafine şiirler istiyordu benden. Bana ait olan şiirler. Enikonu lise yıllarında yazılan yazı ve şiirlerin bu kadar önemsenmesine şaşırıyorum. Bir yıl gibi kısa bir süre öğretmenlik yapmıştı ama ayrıldıktan sonra da bizimle ilişkisini kesmemişti. Arada bir okulumuza uğrar; “Şair nasılsın?” diye sorardı. Bu bile gururumu okşardı. Gidip yeni bir şiir daha yazardım. Bir yandan da üniversiteye hazırlanıyordum.

“Hocam, ” dedim bir gün. “Ben de Edebiyat öğretmenliğini tercih edeceğim.” Gülümsedi, “Sen beni tekrar ediyorsun, ” dedi. O günlerde yerel bir gazetenin açmış olduğu liselerarası öykü, makale, şiir yarışmasına, son gün bir şiirimi gönderdik. Şiirim dereceye girmiş, 3. olmuştum. İlk meyvesini alan bir bahçıvan mutluluğu vardı yüzünde. Benimse içime sığmayan bir sevinç… Çok oku ve yazmaya devam et. Fırsatın olursa, üniversitede dergi çıkar.

Evet, Eğitim Fakültesinde dergi çıkardım. Hocamın tüm tavsiyeleri aklımdaydı. Çünkü Edebiyat değil de Sınıf Öğretmenliğini kazandığımda, “Üzülme, önce mesleğini eline al, dergi çıkarmak için Edebiyat okuman gerekmez, ” diyerek teselli etmişti beni. Zaman hep haklı çıkardı onu.

Hiç yılımı kaybetmeden mesleğe başladım. Konya’nın kuş uçmaz kervan geçmez bir köyünde çalışıyordum. Yalnızdım. İnsan yalnız kalınca daha çok yazıyor. Artık dergilerde benim de şiirlerim, öykülerim yayınlanıyordu. Bir gece telefonum çaldı. Öğretmenimdi arayan. O adresi bilinmez yerde bulmuştu beni. “Ankara’da bir dergide yazını gördüm, ” diyordu. Mutluydu. Yılların getirdiği durgunluk bir anda hücum eder… İşte öyle, “Size minnettarım diyebildim.”

Kolay mıdır bir öğrencinin yeteneklerini keşfedip onu beslemek? Ve sonra onun katlanıp uçuşunu seyretmek, nasıl bir duygudur?.. İşte İlhami Ulupınar böyle sıra dışı bir öğretmendi ve kim bilir benim gibi nicelerinin elinden tuttu. “Yazdıklarını bana gönder, ” demişti son görüşmemizde. Dergilerde yayınlansa da daha mükemmel olmalıydı göndereceklerim. Bu yüzden bir gün mutlaka kitap çıkaracağım. Çünkü yazarken hep yanımdaydı sanki. Tıpkı sınıfta yüzüme ilk baktığı andaki gibi hep yanımda…

Sonuç:

Küçücük bir hareket, küçük bir yönlendirme insanın yaşamını değiştirebilir. Çoğunlukla değiştiriyor da.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..