Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '13

 
Kategori
Gelenekler
 

Unutulan hasletler

Akıl defterimin en müstesna yerinde hapis olan çocukluk anılarım aniden gözlerimin önünde zuhur ediyor ve o anı yaşamaya başlıyorum yeniden...

Mahallemizde ki evlerimizin yan yana ve bahçe içinde olması hesabiyle anılarımda hep komşularımız ve çocukları da oluyor. Yine sabah ezanından önce kalkmış kocalarını ellerinde sefertası ile işe, çocuklarını  okula yollamış anneler...Mahallemizin genç kızları, kadınları ellerinde bakraçlar, güğümlerle çeşmeye su doldurmaya gidiyorlar güle oynaya...Kimisi bebeğini peşkirle sırtına bağlamış kiminin karnı burnunda doğurdu  doğuracak kiminin de bebesi kucağında
 öbürü arkasında elinde su testisi, hafiften tutturulmuş yanık bir türkü eşliğinde aceleyle doldurup koşacak işlere...Evi süpürecek, sobanın kovasını değiştirecek, öğleye yemek yetiştirip yatalak  kaynanasının yemeğini ilacını verecek öğle yemeğine okuldan eve gelecek çocuklarını karşılayacak...
 
Rahmetli babacığım taşeron mütahit olduğu için 6-7 yılda bir mahalle ve ev değiştirmemize neden oluyor her seferinde elbirliğiyle yaptığımız evi satıp  tekrar temelden, çatıya kendisi yapıyordu. Bizlere de kum, toprak elemek, kerpiç çamurunu samanla karıştırıp karmak, tahta kalıplara döküp güneşte kurutmak, nalburdan boy boy enserileri alıp gelme kahvehanelerden gazoz kapağı toplama işlerini yüklüyordu. Hem de'' oyunumuzun en heyecanlı yerinde'' Veya tek eğlencemiz olan ve başlama  saatini  dört gözle beklediğimiz ''arkası yarın''isimli radyo skeçlerini dinlemeye hazırlanırken...İtirazımız para etmez, bazen de ağlamaklı sessiz isyanımızı sürdürerek metazori 
dediğini yapardık...Nasıl oluyordu da 09.40-10.20 saat diliminde enseriye ihtiyacı oluyordu babacığımın bugün bile çözemiyorum...
 
Suyu, elektriği henüz bağlanmamış şehrin yeni gelişen semtindeki mahallem ve iki katlı bahçe içinde ki çocukluğumun bir bölümünü yaşadığım evim...Kapının önünde hep neşeli çocuk seslerinin yükseldiği sokağım ve işlerini çarçabuk bitirip gün boyu çene çalan komşu teyzeler ve ablalar...Şimdi anımsıyorum da ellerinde örgüsü ağızlarında kocaman balmumuyla yumuşatılmış şekersiz sakızı  sıklıkla balon yapıp patlayınca ağzına burnuna yapışır umursamazca elleriyle toparlayıp tekrar şişirmeye meylederler, yüzlerinden eksilmeyen gülümsemeleriyle tanıdık simalar...
 
Anneciğimin işi hiç bitmezdi. Dört çocuk bir kaynana(7 yıl nüzüllü yattı rahmetli babaannem) 
Yanımızda lisede okuyan dayım birde köyünde okul olmadığı için yanımızda okuyan babacığımın
 askerlik arkadaşının oğlu Halil Olçum... Altımızda okula giderdik, geceleri odayı aydınlatan gaz lambasının ışığında ders yapardık. Kimimiz okur, kimimiz yazar, kimimizde ezberlerdik evimizin tek soba yanan odasında...
 
Komşularımız mı çalışkandı, şimdi bizler mi tembel olduk bilemiyorum. Onların işlerini kolaylaştıracak elektrikli ev aletleri bile yoktu. Her işi bilek gücüyle yaparlardı bizlerin bir parmak hareketiyle yaptığımız işleri. Bataryayla çalışan radyo ve pompalı gaz ocaklarımız vardı medeniyeti simgeleyen...Radyo oturma odasının yüksekçe bir rafında durur, büyükler sadece ''acans'' dedikleri haberleri dinlerler can kulağıyla hemen el altından kaldırırlardı, çoluk çocuk
 karıştırmasın diye...Bize kızarlardı ama inatla her gün arkası yarın, okul radyosu ve bilhassa perşembe gecelerimizin vazgeçilmez tek eğlencesi''radyo tiyatrosunu''dinlerdik...
 
 
Bayram günlerinde şehrin merkezi bir meydanında kurulan panayırda; dönme dolaplar dönen salıncaklar korku tüneli dev aynalar deniz kızının içinde  olduğu çadırlar ip cambazları hokkabazlar ve yaptıkları gösterileri ağzımız bir karış korku ve heyecanla izlerdik...
 
 
Düğün nişan ölüm mevlit doğum bayram gibi özel günlerde konu komşu bir araya gelip yapılacak işleri kendi aralarında paylaşırlar hemencecik bitiriverirlerdi. Hasta olan komşulara tas tas çorba/hoşaf götürülür  ihtiyaçları hemen giderilirdi. Kara ikliminin bütün karekteristik özelliklerinin yaşandığı Kütahya'da kışların uzun ve soğuk geçmesi kömür havzasının bu ilde fazlaca olması nedeniyle kömürler kamyonlarla en az 7-8 ton alınır yanına alınan odunlarla birlikte kapıların önüne yığılırdı. Konu komşu çoluk çocuk büyük bir gayetle odunları kömürleri kömürlüğe atar neşe içinde ev sahibinin yaptığı çay oracıkta muhabbetle içilirdi. Mahallenin çamaşırlığında halı kilim çamaşır ocaklara vurulan kazanların içine sabun yerine atılan kil ile yıkanır komşular yiyecek çay götürürlerdi  yardım etmeye giderlerken...Evlenecek gelinlik kızların çeyizleri serilmeden önce elbirliğiyle yıkanır koyu şerbetle kömür ütüsüyle kolalanıp ütülenirdi. Düğünler genelde sokak aralarında yapılır komşu teyzeler gönüllü aşçılık yaparlar ; etini çorbasını pilavını helva veya baklavasını imece usulü bitiriverirlerdi...Ekmekler genelde mahalle fırınında, tahta tekne içinde yoğrulmuş, mayaya gelmiş vaziyette omuzlarda taşınır ekmek yapılarak evlere anneler tarafından getirilirdi. Mis gibi ekmek kokusu sokağı kaplar, oracıkta 1-2 tanesi çocuklara dağıtılırdı  üzerine sana yağı sürmeye fırsat 
kalmadan bitirilir biraz  daha verir mi diye koyun gibi melül melül bakışırdık...
 
Cuma günleri kuşluk vakti adak dedikleri (kimisi un, yağ, odun,sac, haşhaş, kimisi de emeğiyle ortak olduğu ) yufka yaparlardı. Ateş yakılır üzerine sacayağı oturtulup sac yerleştirilir yaptıkları yufkalar gelene geçene dağıtılırdı sıcak sıcak...Sokağımızı mis gibi yanık un kokusu kaplar elimize tutuşturulan yufkalar katık aramaksızın midemize iner kümes etrafında fır dönen tilki gibi etraflarını tavaf eder birer tane daha yufka kapmanın peşine düşerdik...Çocukluk işte...
 
 
Akşam evimize girmek istemez erkek çocuklarıyla çelik/çomak saklambaç elim sende  istop yakan top çizgi oyunları ip hoplama beş taş mili oyunları topaç çevirme oyunları...gibi oyunlar oynardık...
Bilhassa bizden küçükler misketleri ütülünce ağlaya ağlaya eve bizleri şikayete giderdi...
 
 
Bayramlarda ailece gittiğimiz  akrabaların evlerinde mutlaka önümüze sofra koyarlar, tok olsak bile üstelerlerdi yememiz için...Mendil çorap hediye edilir durumuna göre de gizlice elimize bozukluk tutuştururlardı...
 
Mahallemizde pamuk gibi bembeyaz saçlı dişleri dökülmüş yüzünde ki yaşam haritası çok belirgin ellerinin üstü ben dolu ama yüzünden nur akan yedi kocasını da vakitsiz kaybetmiş hiç çocuğu olmamış üvey evlatları torunları çok uzaklarda bir Fadime Nine'miz vardı. Edebiyat dünyasının tanınmış kadın yazarlarından sn Gülten Dayıoğlu'nun üvey kayınvalidesi...Allah mekanını cennet eylesin...Onun evini, mahallemizde ki gelinler kızlar temizler tencere tencere yemek götürürdük dönüşümlü olarak hayır dualarını alırdık peşin peşin...En önce onun elini öperdik bayram sabahları,o bizim mahallemizin Fadime Nine'siydi...
 
Ne güzel adetlerimiz, geleneklerimiz, göreneklerimiz, hasletlerimiz varmış birer birer tükettiğimiz ve yerine yenilerini koyamadığımız...Ne oldu bizlere...
 
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 64
: 325
Kayıt tarihi
: 25.11.11
 
 

Öğretmenin, öğrenmenin yaşı yoktur felsefesine inanan öğretmenim. Yıllarca okuyarak belleğimde ol..