Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mart '12

 
Kategori
Kitap
 

Uzak Komşumuz Sovyetler

Uzak Komşumuz Sovyetler
 

PROFESÖR AYDIN YALÇIN VE UZAK KOMŞUMUZ SOVYETLER


Aydın Yalçın, nüfus kağıdında doğum tarihi olarak 13 Kasım görünmesine karşın, kendi ifadesiyle 29 Ekim 1923'te Uluborlu'da (Isparta) doğmuştur.  'Aydın ' isminin verilmesinin sebebini de sahibi olduğu Yeni Forum Dergisi'nde, ''Yunanlar, ben doğduğum sıralarda Aydın'ı işgal etmişler, babam da bu durum üzerine, Kurtuluş Savaşımız boyunca yaşanmakta olan bu işgali unutmamak için, bana Aydın ismini vermiş'' diyerek açıklamıştır.

Yalçın, babasını, Mustafa Kemal kuşağının tipik temsilcilerinden biri olarak anar. Babası, Birinci Dünya Savaşı sırasında Sarıkamış'ta bir Rus şarapneli ile kötü bir şekilde yaralanıp, Gümüşsuyu Askeri Hastanesi'nde aylarca yattıktan sonra, Yüzbaşı rütbesiyle malulen emekli olmuş ve Milli Mücadele'ye de o andan itibaren geri hizmette destek vermiş, Harbiye mezunu bir subaydır.

Aydın Yalçın'ın bir de amcası vardır, Ali. 'Bahri Sefiid' adlı ticari bir geminin kaptanıdır ve savaşın ilk yıllarında Sinop açıklarında bir Rus gemisi tarafından batırılan gemiden kurtulamaz, ölür. 

Çocukluğunun büyük kısmını, birlikte Uluborlu'da geçirdikleri babaannesi, 'biraz şairliği olan bir halk ozanı'dır. Oğlunun bu hazin ölümünden dolayı çok sarsılmış ve ağıtlar yakar olmuştur. Aydın Yalçın o günleri anlatırken, ''Babaannem sürekli bir hüzün içerisinde ağıt yakar ve gözyaşı dökerdi'' der.

Babası da bir gün İstanbul'da tramvayda, bir İngiliz subayla kavga ettikten sonra, polis takibinden kurtulmak için Anadolu'ya geçip ailesinin yanına Uluborlu'ya gelir.

Aydın Yalçın, 4 yaşındayken, kardeşi Orhan aniden ateşlenir ve havale geçirip ölür. ''Hüküm Allahın'' denir. ''O şimdi kuş olup göklere uçtu.'' Aradan bir süre geçer, derken bir gün, o yıl yuvasını evin saçaklarına yapmış bir kırlangıç, tam da Aydın camdan bakmaktayken cama da sürtünerek yuvasına girmeye çalışır. Bunu gören Aydın annesine koşarak haber verir, ''Anneciğim, biliyor musun, ben biraz önce kardeşim Orhan'ı gördüm.''

Liseyi İstanbul'da Kabataş Lisesi'nde okur. Yatılı kısım daha sonra Haydarpaşa'ya taşındığı için bir süre de Anadolu yakasında kalır. İngilizce öğrenmeye heves ettiğinde kendisine yardımcı olan arkaşı Muhittin ile, haftasonlarında Kadıköy'den Karaköy'e oradan da İstiklal Caddesi'ne giderler. Hachette Kitabevi'nden en ucuz İngilizce gazete olduğu aldıkları Daily Herald'ın, İngiliz İşçi Partisi desteğinde bir yayın organı olmasından dolayı, siyaset sahnesinde ilk karşılaştığı fikirler sol görüşlerdir.

Arkadaşı Muhittin, sıkı bir milliyetçi ve aynı zamanda da komünizm karşıtıdır. Nazım Hikmet'e karşı Peyami Safa'yı savunur, hükümeti de 'Sovyetlerle ne pahasına olursa olsun iyi geçinme politikası güttüğü ve içerideki komünistlere yüz verip onları şımarttığı' için şiddetle eleştirir.

Liseden sonra, Siyasal Bilgiler'e (Mülkiye) girer. Mezun olduktan sonra da içinde hep yurtdışına gitmek isteği olmasına karşın, koşullar gereği asistan olarak okulunda kalır. Bu sırada Alman Ernest Reuter ile tanışır. Almanya'da Sosyal Demokrat Parti'den Magdeburg Belediye Başkanı iken, Bolşevik iktidarından sonra Rusya'ya giden, ancak 'ülkede sosyalizm adına yapılanlardan hoşlanmayarak' Almanya'ya geri dönen, sonrasında ise Hitler'in sosyalist ve komünistleri tutuklamaya başlaması üzerine de hapisten kaçıp Atatürk'ün davetiyle Türkiye'ye gelmiş olan Reuter, Mülkiye'de hocalık yapmaktadır.

Aydın Yalçın, 2. Dünya Savaşı'nı kazanan Sovyetler Birliği'ni destekleyen Türkiye'deki komünistlerin, ''Kafkas ve Ortaasya'daki Türklere, Sovyetlerin ne büyük yenilikler getirdiği''ni öne sürüp propaganda yaparlarken, Atatürk ve devrimlerini de küçümsediklerini düşünmektedir. Bu yüzden de, 1945-1960 yılları arasında Türkiye'nin iyi bir gelişme yakalayamayıp, Sovyetlerin hakimiyeti altındaki bölgelere göre geri kalması durumunda, komünizmin çok daha ciddi bir tehdit olarak Türkiye'yi etkileyeceği  kaygısını taşır. Batı alemi ile sıkı bir işbirliğini ve sanayileşmeyi de dış yardımlarla hızlandırmak gerektiğine inanır.

Yeni Türkiye Partisi deneyiminden sonra, 1965-1973 yılları arasında Adalet Partisi Milletvekili olarak Meclis'e girer. 1967 yılında, Süleyman Demirel'in başkanlığındaki yaklaşık 40 kişilik bir heyetle, Sovyetler Birliği'ni gezerler ve bu gezi notlarını, önce Meydan Dergisi'nde yayınlar, ardından da AKBANK Kültür Hizmeti Organı Ak Yayınları'ndan kitap olarak çıkar.

Kitapla ilgili notlarıma geçmeden, son olarak da Meclis'te bulunduğu sırada içinde bulunduğu bir olayı, anımsatmak istiyorum..

10 Mart 1972'de,  Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı TBMM'nde oylandığında Süleyman Demirel 'evet' demiş,  İsmet İnönü ve Bülent Ecevit ise 'hayır' oylarıyla karşı çıkmışlardı. O gün oylamaya katılmayan isimler içinde ise Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş ile beraber Profesör Aydın Yalçın da vardır. Oylama sonucunda Meclisten 'İdam Kararı' çıkar.

CHP bunun üzerine Anayasa Mahkemesi'ne gider ve daha sonra Mahkeme de TBMM'nin kararını usulden bozar.

24 Nisan 1972'de idamlar yine Meclis'e gelir. Erbakan bu kez de İsviçre'de olduğundan oylamaya yine katılamaz ama Alparslan Türkeş ve Aydın Yalçın katılıp, idamın lehine oy kullanırlar. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972'de asılırlar...

Uzak Komşumuz Sovyetler, Komünist Partisi Genel Sekreteri Leonid Brejnev'in davetlisi oldukları 10 günlük geziden kısa anıları da kapsayacak şekilde bir durum değerlendirmesidir. Yazar, 'Hür Batı Demokrasisi', Sovyetler Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti'ni; işçilerin durumu, ekonomik refah düzeyi ve demokrasi kriterleriyle sürekli olarak birbirleriyle kıyaslar. 

Sovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla düzenlenen böyle bir 'gezi'ye,        Aydın Yalçın'ın seçilmesinin ne derece doğru olduğunu tartışmak için artık sanırım çok geç olsa gerek. O yüzden son değerlendirme hakkımızı saklı tutarak kitapta yazılanlardan sözetmeye devam edeyim.

Aslında kitabın ilk satırlarında yazarın, doğru bir tespiti var. Sovyet sisteminin, ülkesindeki bölgeler arası eşitsizliği ortadan kaldıramadığını son derece doğru olarak görüyor. ''Moskova, Leningrad, Taşkent, Buhara hepsi aynı ülkenin toprakları ancak, ortaklıktan eşit pay aldıklarını söyleyebilmek o kadar da kolay değil'' diyor.

Yalnız, yazarın, Sovyetler Birliği'nde Parti yöneticileri ile yaptığı konuşmaları okuyucuya aktardığı bölümlerde ise doğrusu insanın kafası biraz karışıyor. 5 yıl sonra üç gencin idamına 'Evet' oyuna eli kalkacak Aydın Yalçın, Türkiye'den bahsederken, ''Biz hata yaptı diye insanları azarlamayız, teziye etmeyiz. Siyasi hayatta dahi hata yapanı hoş karşılar, onu hapse atmak veya bertaraf etmek yolunu tutmayız'' diyerek Sovyetlerin yaptıklarını eleştirmeye kalkıyor...İdealize ederek övdüğü Amerika'nın, sadece 1965-1973 yılları arasında Vietnam'da yaptıklarına bile bakmadan, Sovyetler'e;  Stuart Mill'den liberalizm ve demokrasi dersleri verdiğini anlatır, daha  da doğrusu kitaplardan okuduklarını, 'Bizde demokrasi işte böyledir'' diye Ruslara anlatığını, kendi yazdıklarından kolaylıkla anlayabiliyoruz da, karşı tarafın nasıl bir tepki verdiğini ise sadece tahmin edebiliyoruz, çünkü kendisi bu konuda bir şey yazmamış.

Kitapta, Sovyetler Birliği'nde konut, sağlık ve eğitimin, neredeyse ücretsiz olmasına sadece bir kaç cümle ile değinilirken, toplu taşıma ve metro sistemleri dikkate bile alınmadan, 'caddeleri neredeyse bomboştu, hiç otomobil yoktu, bir de insanlar işten çıktıklarında evlerine doğru düzgün bir şeyler götürmüyorlardı'' diyerek tüketime de gereken önemin(!) verilmediğinden şikayet ediliyor.

Orta çağlarda, bilimsel gelişmeyi engelleyen dinsel tutuculuk benzeri bir durumun Marksizm ile Sovyetler Birliği'nde olduğunu ifade eden yazar, halkın gizliden yabancı radyoları dinleyip, Amerikan tarzı giyime özendiğini tespit ettiklerini iddia ediyor.

''Aktif gücü elinde bulunduran sadece devlet olmamalıdır, eğer insanlar medeni olmak istiyorlarsa, organizasyon kurma sanatı geliştirilmeli ve genişletilmelidir'' diyen Alexis de Tocqueville'in daha 1830'larda, ileride süper güç olarak Amerika ve Rusya'yı öngördüğünü söyleyen yazar, sanki o zamanlardan STK'ların (Sivil Toplum Kuruluşları), soğuk savaştaki rolüne dikkat çekiyor gibiymiş.

Birara da, Sovyetler Birliği'nin, Türkiye Cumhuriyeti gibi sıfırdan kurulmadığını, Çarlık döneminde başlamış ve bir noktaya da gelmiş sanayi hamlesinin olduğuna dikkat çekerek, uzay teknolojisinde ileri gitmiş Sovyet yönetiminin bu başarısını bile küçümsediğini satır aralarında görüyoruz.

Bir de sürekli olarak tekrarladığı, komünizmin milletler arasındaki farkları ortadan kaldıramadığı ithamı var ki, yazar bu konuda haklı olsa bile, yaklaşık 50 yıl sonra dünyanın bugünkü durumuna baktığımız zaman da, ulusların birbirleriyle sürekli çatışmalar içinde olduklarını ve ekonomik yönden de aralarındaki uçurum günden güne daha da açıldığını ne yazık ki üzülerek görmekteyiz. Yani komünizmin çözemediği sorunu, kapitalizmin de hallettiğini söylemek pek de olası değil.

Yıllar sonra kendisinin de kabul ettiği, turuncu devrim'den arap baharı'na her olayın içinde olan NED (National Endowment for Democracy) fonlarını kullandığı, yine kendisine ait yeni Forum dergisinde Graham Fuller'e, Paul Henze'ye yazı yazmaları için yer verdiği de düşünüldüğünde, UZAK KOMŞUMUZ SOVYETLER kitabı, geçmiş yıllarda Amerikan finansman destekli liberallerimizin, Sovyetler Birliği'ne bakışını merak edenler için biçilmiş kaftan.  

 

İlgili haberler:

Profesör Aydın Yalçın'ın eşi Nilüfer Yalçın'ın vefatının ardından, Milliyet gazetesinde yayınlanan haberler,

http://gundem.milliyet.com.tr/gazeteci-nilufer-yalcin-vefat-etti/gundem/gundemdetay/17.06.2011/1403464/default.htm

http://gundem.milliyet.com.tr/basinin-solmaz-nilufer-i/gundem/gundemdetay/20.06.2011/1404436/default.htm

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..