Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '18

 
Kategori
Deneme
 

Vale Çocuk

Vale Çocuk
 

Bir gece vaktiydi, yağmurluydu sokaklar. Kar ayazında, yolunu kaybetmiş bir ruh var. Aslında 1 saat sonra evimin içinde, kendi odamda, sigara dumanlarının içinde, tek gözümü kapatarak, karşıdaki gökdelenlerin ışıklarını düşündüm. Yanımdan hızla arabalar geçiyordu. İşte, orada gördüm. Bir kaldırım, ıslak, kenarı çamurlu. Sanırsın kendimi kaybetmişim de, o gökdelenin tepesinden aşağıya bakıyorum. Halbuki rüyamda görürdüm buraları ancak, ben yırtık bir ayakkabıyla, eski bir gocukla, sürekli yarım içtiğim sigaranın geri kalan izmaritini içerek geçip gidiyorum yanlarından.

Kimisi lüks arabalarıyla mavili kırmızılı panel renklerinin içinde bir uzay mekiği gibi geçiyor. Kimisi Avrupa’dan aldıkları makyaj malzemelerini dibini sıyırmış, yüzünde gezdiriyor. Kimisi pahalı kıyafetlerine sarılmış, markalı, hepsi bilindik. Kimisi fahiş fiyatlı takılarıyla karanlığı ışıldatıyor. Olan şu ki, ben yalnızca yanlarından geçip gidiyorum. Aramızdaki tek ortak nokta, işte o ıslak kaldırımlar.

Pahalı ve lüks arabasını kaldırıma yanaştıran kısa paça pantolonlu, yakışıklı çocuk, janti ayakkabısına çamur değmesin diye kaldırıma sıçrıyor bir zıplayışta. Kolunda mat siyah boncuktan bir bileklik, siyah sakallı. Onun hemen arkasından vale yanına koşuyor, gayet saygılı ve nazik. Yağmur yağıyor, onun üstünde reflektörlü montu var. Anahtarı elinden alıyor, yakışıklı kısa paça pantolonlu çocuğun yanındaki kadının kapısını açıyor. Ezilerek başını eğiyor ve dışarı çıkmasını gülümseyerek bekliyor. İçten gülümseme mi, mecburiyet mi anlamıyorum. Eline verilen 50 liralık banknotu hemen cebine sokuşturuyor. Alel acele, soluk soluğa. Etrafına hızlıca bakıyor, saygıyla lüks otomobilin şoför koltuğuna geçiyor. Çünkü park ücreti 20 lira, verilen bahşiş 50.

Soğuktan kızaran ellerimi ceplerimden çıkarmak istemiyorum ama ağzımdaki izmariti da bir şekilde tutmam gerek. Gözüm lüks restoranların olduğu sokağa ilişiyor. Koca koca şekilli şüküllü tabelaların altında, büyük camekanların ardında, bir ışıldak gürûh oturuyor. Benim cırt cırtlı ayakkabı yağmur sularına dayanamaz, içeri konuk eder hemen. Sağ olsun, yağmur suları da hayır demez, hemen çöreklenir parmaklarımın dibine. Üşüyorum ama o restoranların içinde kahkahalar atan kadınların diz üstü etek giyip, üstü açık, apartman topuk ayakkabılarla bu soğukta nasıl oluyor da gezebildiklerini anlayamıyorum?

Yokuşun ucunda bizim mahalle, yani buradakilerin deyimiyle köy. Bir düşündüm, yerlisi biziz aslında bu mahallenin. 60 yıldır buradayız ama dedim ya, yokuşun aşağısı bizim mahalle. Dip dibe, sıvasız badanasız, kırmızı tuğlalı, bahçeleri çarpık çurpuk atık kerestelerle örülmüş, küçücük bahçesinde sözüm ona taze soğan yetiştiren, hatta tavuk bile besleyen, ikinci katlarında muhakkak balkonu olan, balkonun köşesinde ufo gibi antenleri olan, eskimiş patlak araba lastikleriyle evinin sınırını çizen, inşaatçı ya da gündelikçiliğe giden insanların mahallesi. Yokuşun dibi!

Büyük bir sınır hattı. Ben ıslak kaldırımda izmaritimi yırtık ayakkabımın altında ezerken, 50 lirayı cebine sokuşturan valenin tepesine 2 kişi daha dikildi. İkisi de ellerini açtılar, çocuğa sert sert baktılar. Bizimle paylaş dediler 50 lirayı. Konuşmalar, ikna çabaları, eziklenmeler, ağlaşmalar derken 50 lira 3’e bölündü.

Ne garip! Son model lüks otomobilin sahibi kısa paçalı çocuğun, bahşişi verdikten sonra, gündelikçi çocuklarını birbirine düşürüşünü, içim burkularak izliyorum. Bizim mahallenin küçük bahçelerinde gezen tavukların yumurtaları bile 50 lirayı üçe bölen gündelikçi çocuklarının kursağından geçmez oysaki. Günlüğü 50 lirayı bulmayan, dışarıda işten eve gelirken donduğum soğukta, onların bütün günlerini geçirdiklerini düşündüm. Hayat onları 3’e bölmüştü zaten.

Yokuşun dibindeki mahallede oturup, lüks binalarla bizi ayıran, son model pahalı otomobillerin hızla geçtiği o yolun öteki tarafında ekmek parası kazanıyorlar sonuçta. Öteki tarafın çocukları. Biz yani. Karşıdan karşıya geçerken bile, ilk önce lüks otomobillere yol verilir kuralının işlediği bir semt. Çekidek almak için bile durup, mahalle bakkalına girilemeyecek kadar zavallı, bankamatiklerin dâhi girmediği, maaş gününde de karşı yola geçip, yokuşu zorla tırmananların yaşadığı bir yer.

Köşeyi dönüp evimin yolunu tutuyorum. Hep övünüyorlar, buralara müteahit girecek, evimiz arsamız değerlenecek, biz de alacağız paramızı... Eee sonra? Eviniz arsanız değerlenecek, ya siz? Cevap yok! Çünkü onlar için arsanın değeri kendi değerlerinden daha önemli.

Hoop başa dönüyorum. Para kazanacaklar, şehir dışına çıkacaklar, oralarda da çarpık çurpuk evler yapacaklar, altlarına ikinci el bir otomobil çekecekler, girecekler bir fabrikaya çalışacaklar. Aklıma birden o vale çocuk geldi. Soğuktan kızarmış elini ovuştura ovuştura beklerken, eline tutuşturulan lüks ve pahalı otomobilin anahtarı, ardından 50 lira... Müteahit evlerini yıkıp yerlerine lüks rezidanslar yapacak. Onlar şehir dışına çıkacak. Ama evleri arsaları değerlenecek. Lüks yaşayacaklar! Yine bir şehirde, yine bir yokuşun dibinde, lüks otomobillerin sürekli geçtiği bir yol üstünde, fabrikalara ya da avmlere yakın bir yerde. Kimisi ikinci el otomobiliyle gündelikçiliğe gidecek, kimisi iki katlı ve balkonlu evinden çıkıp bir avm nin valesine...

 

 
Toplam blog
: 28
: 2562
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazar, çizer  ..