Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '10

 
Kategori
Felsefe
 

Varoluşun Cesareti: Yaratıcılık

Varoluşun Cesareti: Yaratıcılık
 

Hiçbir ressam sadece elindeki boyalarla resim yapamaz. Hiçbir heykeltraş sadece elindeki mermerden heykel çıkartamaz. Sen renkleri duyumsadığında, sen rengin kendisi olduğunda, sen fırça darbesinde tuvale kendini sürdüğünde, varoluş ve onun yaratıcılığı tarafından ele geçirilirsin.

Dünyanın en iyi gitaristi olabilirsin, herkesten hızlı ya da teknik anlamda mükemmel çalabilirsin. Ama yaratıcılığın teknikle hiçbir ilgisi yoktur, onun kendine ait bir kavrayışının olmasıyla ilgisi vardır. Bu seninle varoluş arasında derinden kurulan bir bağ olması, iki dünya arasında bağ oluşmasıdır.

Sen ancak bilinmeyen bir dünyadan bilinen dünyaya zerreler gelmesi için bir araçsın. Bu zerreler bile yaşantında ve hayatında büyük yenilikler getirir. Ne zaman kendini özgür kılsan, karakterin dönüşüme uğrar.

Bir kere evren seni ele geçirdiyse, kendini aşmaya başlarsın. Ve aşmak, ancak öteden bir şeyin sana doğru gelip, seninle temas kurmasıdır.

İnsanlığın çok boyutlu hale gelebilmesi, bu temasa bağlıdır. Sağlıklı zihinler daima yaratıcı, hasta insanlar yıkıcıdır.

Bunun için gereken ilk adım her nefeste biraz daha bilinçlenmektir. Bilinçlenmek için farkında olmak, her eylemin ve her sözün sorumluluğunu üstüne almak, tepki vermek yerine yanıta açık olmak, varoluşun bütünlüğünü duyumsamak gerekir.

Bilinçlendikçe sevgi ortaya çıkar. Şefkat ifadesini bulur. İçindeki doyumsuzluk ve bastırılmışlıklar, o hep duyumsadığın eksik parça ortadan kalkar.

Bütünleşmeden, diğer taraftan bir şeyler taşıyamazsın. Dengesizsen, eksik hissediyorsan, yaratıcılık gerçekleşmez. Eyleme dönüşemezsin.

Güzel bir dünya için daha fazla bilince, daha fazla ışığa ihtiyaç var.

Unutma, başka bir dünya mümkün değil ama başka bir insan mümkün.

Ancak sen doyduğunda, varoluşunla temas kurduğunda, bilincin aydınlandığında dünya başka bir yer olabilir. Yoksa her gün aynı dünyaya doğarsın, her sabah aynı dünyaya kalkarsın yatağından. Bunun bir anlamı yok, tazeliği, ferahlığı, tatmini, coşkusu yok.

Kitap okumak için başka kitaplar yakmanın bir anlamı yok. Onların ışığında okuyacağın kitabın bir anlamı yoktur. İnsan bir fidana yağlı urgan bağlayıp ucundaki halkayı da boynuna geçirmiş gibidir. Tüm yaşamını gelecek düşlerine, ağacın büyümesine bağlamıştır. Arzularının sonu olmamasına rağmen, kendini rüyaya kaptırmıştır. Fidan büyüyüp ağaca dönüştükçe, olgunlaştıkça boynundaki ilmek gerilecek ama insan bu yavaşlık içinde bunu ancak son saniyelerinde fark edecektir.

Hayata uyanmak için ölmeyi bekleme. Ölmeden önce bir kez öl ki yeniden dirilebilesin. Her yaratım, yeniden doğmak için varoluşun bize sunduğu bir fırsattır.

Yaratım için kendini zorlama. Yaratımı zorlama. Bırak başkaları teknisyen olabilir, başkaları sanat yoluyla terapi yapabilir ancak sen kendinden sorumlusun. Sen zaten olduğun kişisin. Olacağını düşünmene gerek yok. Önce olabildiğince teknik için bilgi toplayabilir, alıştırmalar yapabilir, eğelenebilir ve tüm bilgileri, örnekleri sindirebilirsin. Sonrasında eğer hiçbir rekabet, hırs, mücadele kalmazsa, zihinsizliğe doğru yol alırsan, o kendinden çıkacak. Ne için var olanı zorluyorsun?

Geçen gün güzel bir öykü okudum: Bir zen ustası, gölün başında oturmaktadır. Susamış bir köpeğin devamlı olarak göle kadar gelip, tam su içecekken kaçması dikkatini çeker. Dikkatle izler olayı. Köpek susamıştır ama göle geldiğinde sudaki yansımasını görüp korkmaktadır. Bu yüzden de suyu içemeden kaçmaktadır. Sonunda köpek susuzluğa dayanamayıp kendini göle atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer.

O anda zen ustası kavrar ve der ki: Bir insanın istekleri ile arasındaki engel, çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü korkulardır. Kendi içinde büyüttüğü engellerdir. İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir.

Ama biraz daha düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür. Asıl öğrendiği şey, insanın bir bilge bile olsa bir köpekten, doğadan her zaman öğrenebileceği bilginin var olduğudur.

Egon övünmek istiyor, egon kendin olmanı engelliyor. Geçmişle yüklü. Gelecek kaygısıyla. Sen nerdesin? Bunlar arasında yittin. Yazarlar, şairler, ressamlar, oyuncular, şarkıcılar... Kısaca sanatçılar ego yüklü, sürekli olarak rekabet ve kıskançlık içindeler, kendilerinin en iyi olduğunu düşünüyorlar. Onlar kendi egolarına tutsaklar, yarattıkları hayallere, ulaşamadıklarına özlem içindeler.

Bir şair var oluşa, din adamından çok daha yakındır. Bilim adamından yakındır. Bir dansçı daha da yakındır. Ne kadar düşünürsen, ne kadar çok arzu varsa yaratı ve var oluş, elinin altından o kadar kaçar.

Yaratıcılığı ne kadar düşünürsen, yaratı ile arana giren mesafe o kadar büyük olur. Sen hedefe, sonuca odaklanıyorsun, sonucu düşünerek vakit kaybediyorsun.

İnsan neden düşünür? Düşünüyorsun çünkü anlamıyorsun, anlasaydın yaşardın. Düşünmene gerek kalmazdı. Anlamak insanın zekâ dediği şeyden bağımsızdır.

Şair araştırır, keşfedir, her şeye büyük bir heves duyar. Ama yaratıcılık anında o artık bir arayan değildir, o bulandır, keşfedendir.

Gerçek bir şair aramaz, o bulur.

Bırak enerji ifadesini bulsun, bırak doğa akışı kendi gerçekleştirsin. Sen zihnini dinlendir, ona müsaade et. Şiddetin kaynağı kendin olmamakta, yaratıcı enerjiye izin vermemekte yatar. Sağlıklı birey arzularına, hırslarına, rekabete bölünmemiştir, o bir şizofren gibi bunlara ayrılmamıştır, sağlık bir birey bir bütün, bir ahenktir, bu yüzden yaratıcıdır.

Ne zaman, nerede öfkeli birisini görsem, ne kadar çok şefkate ihtiyacı olduğunu düşünürüm.

Benlikler sahtedir. Tavırlar kalıpsaldır. Nerede bir tavır varsa orada sen yoksun. Tüm bu sahte benlikleri ortadan kaldırırsan şunu fark edersin. Gerçek özün, evrene bağlıdır. Varoluşun yaratıma. Tıpkı anne karnındaki bir bebeğin göbek kordonuyla annesine bağlı olması gibi.

Yaratıcı da, yaratıcılığın kendisi de bilinmeyenin içinde gizlidir.

Sen varoluşun içindesin ve varoluş da senin içinde. Tanrı içindeyken hâlâ onu neden göremiyorsun? Çünkü çok fazla dışarı bakıyorsun.

Uyanmak isteyen insan içine bakar ve giderek daha uyanık hale gelmeye başlar.

Tanrı ile arasındaki perdeyi yavaş yavaş kaldırır.

Giderek daha fazla şiire ait ol. Fazla zihin sürekli konuşur ve çıldırır. Zihin ancak şiir ve aşkla iç içe geçerek kendi ifadesini bulabilir.

Bilincin varoluştur. Bilincin aşka, şefkate dokunmuyorsa her şeyden soğuk olacaktır.

Şefkatin ise bir yaratıma dönmüyor, bir ifade bulmuyorsa, bir eyleme dökülmüyorsa çiçeklenemez. Yalnızca tohum olarak kalır. Bulutun karnında saklanan su buharı gibi. Yağman gerekir.

Yağmur sözcüğünü kullanma, yağmurun kendisi ol, yağ... Ancak o zaman şiirin bir rahmet, bir bereket olacak.

Varoluşu bekleme... Varoluşla yıkan. Ancak o zaman hayatın bir minnet, bir aydınlanış olacak.

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..