Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '12

 
Kategori
Siyaset
 

Ve “Nutuk” Dosyasını açıyoruz; "Bir değil iki NUTUK” var. “Atatürk her şeyi anlatmadı” (5)

Ve “Nutuk” Dosyasını açıyoruz; "Bir değil iki NUTUK” var. “Atatürk her şeyi anlatmadı” (5)
 

Bakmak görmeye; bilmek anlamaya-kavramaya yetmemektedir.


Atatürk’le ilgili Çankaya ve Genelkurmay arşivleri kapalıdır. Kurtuluş Savaşı komutanlarının ilgili eserleri de yakılmış, sansürlenmiştir. Buna eşi Latife Hanımın anıları dâhildir. Peki, Bu millet gerçekleri nereden öğrenecektir?

-“Öğrenmesin! Öğrendiğinde başı göğe mi erecek?”

-“Ermeyecek! Tarihini doğru öğrenmenin yanında doğru bir gelecek yapılanması yapacak.

...

Geçen yazımızda bahsettiğimiz röportajın tamamını aşağıda verdikten sonra gelecek bölümde NUTUK dosyası açılacaktır.

Gelecek yazıda işlenecek bazı konu başlıkları;

-Murat Bardakçı; “Bakan Bey, bir değil, iki farklı Nutuk vardır!”

-“Erzurum Kongre konuşmaları NUTUK’a neden alınmamış, bir kısmı da değiştirilmiştir...”

-“Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi konuşması Nutuk’ta neden makaslandı?”

-“NUTUK” Tarihi bir belge midir?

-“Tarafsız mıdır?”

-“Yaşananlar olduğu gibi anlatılmış mıdır?

-“Atatürk’ün sonra açıklayacağım dediği (Vahdettin’le ilgili) sır nedir?"

-Murat Bardakçı; “Atatürk öleli 70 yıl oldu ama arşivi hâlâ kapalı...”

**

-“Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Antik A.Ş.'nin satışa çıkardığı ve Latife Hanım'ın ailesinin girişimleriyle son anda müzeye kazandırılmasına karar verilen Atatürk'ün mektuplarından ilk kez haberdar olduğunu söyledi.

-Prof. Halaçoğlu, kurumdaki Atatürk mektuplarının ise çift anahtarlı özel bir kasada saklı olduğunu ve kimsenin ulaşmasının mümkün olmadığını belirtti.?

-‘Bu mektupların Tarih Kurumu'ndan çıkmış olması mümkün değil. Kurumdakiler tamamen kilit altında. Kimsenin ulaşması mümkün değil. Çift anahtarlı özel bir kasada. Bu anahtarların birisi kurum başkanında, diğeri arşiv müdüründe. Ne başkan, ne de arşiv müdürünün tek başına açması mümkün değil.

-Arşivden çıkarılması için ikisinin bir araya gelmesi lazım. Benim zamanıma kadar tüm evrak torbalardaydı. Arşivdeki özel yerlerde farklı şekillerde saklanmış. Kimsenin torbalarda ne olduğundan haberi yoktu. Karışıktı. Biz envanter çıkardık, mahkemedeki kayıtlarla eşdeğer olup olmadığına baktık, sonra özel bir kasaya aldık?’

Masum birkaç soru?

1) Atatürk'ün eşinin hatıraları, çifte anahtarlı çelik kasalarda niçin kilitli tutuluyor?
2) Onların açıklanma ihtimali? Atatürkçü çevreleri her defasında neden ayaklandırıyor?
3) Atatürk gerçeğine dair, övgüden ibaret olmayan belgesel, sanatsal ve edebi çalışmalar neden Atatürkçüleri şiddetle rahatsız ediyor?
4) Atatürk'ü kendi yazdıklarından tanımak varken, kendilerine Atatürkçü diyen kurum, kuruluş, ya da kişilerden öğrenmek zorunda mıyız?
5) Yoksa milletten bir şey mi saklanıyor? Neden ısrarla bu görüntü veriliyor?
6) Atatürk'ün saklayacak şeylerinin olduğu görüntüsü Atatürk'e zarar vermiyor mu? Neden işin bu yönü umursanmıyor?
7) En yakınlarına (eşine) hatta bizzat Atatürk'ün el yazmalarına yasak koymayı Atatürkçülük olarak görmek mümkün müdür? (1)

**

Ve Gazeteci -yazar Nuriye Akman’ın, Cemal Kutay ve İsmet Bozdağ ile –Sabah Gazetesi- adına -yaptığı dört bölümlük röportajı (Meraklıları aşağıda verilen web adresinden tamamını okuyabilirler)

Konuklar; Cemal Kutay-İsmet Bozdağ

Bölüm 1;

Milli Mücadele'nin iki yüzü

Atatürk'ün sofrasından kalan tek isim, 167 kitaba imza atmış, "Damarlarımı kesseniz Atatürk diye akar" diyen gazeteci-yazar Cemal Kutay ile ismi Demokrat Parti'yle bütünleşen, 8'i Atatürk ile ilgili 40 kitabın sahibi, tarih felsefecisi, gazeteci-yazar İsmet Bozdağ, Milli Mücadele Tarihi'ni tartıştılar.

İki yaşlı ve bilge adam

...Dünyaya döneceğini bilsem, hayatımı çekinmeden O'na verirdim" diyecek kadar ulu öndere tutkun, yazdığı 167 kitap, üst üste konunca boyunu geçen, Atatürk'ün de coşkusunu takdir edip, "Bu sarı oğlanı Meclis'e alalım" dediği bir dev çınar.

Diğeri, gençliğinde uğradığı "Marksizm limanından" daha sonra demir alıp liberal ufuklara yelken açan, 40 tarihi kitaba attığı imzaya rağmen "Ben tarihçi değil, tarih felsefecisiyim" diyen, görmüş geçirmiş bir kalem ustası.

Hayat ikisine de önce Atatürk'ün yakın çevresinin, DP döneminde de Celal Bayar'ın dostluğunu hediye etti, adları Demokrat Parti felsefesiyle bütünleşti.

İkisi de inançlarının gerçeklere perde olmasına izin vermediği iddiasıyla yaşadılar, hep "dost acı söyler" diye düşündüler.

Cemal Kutay ve İsmet Bozdağ...

Kendi deyimleriyle "Atatürk'ü telakki tarzları" farklı bu iki isim, şimdi tartışma adabının en nefis örneğini, bu terbiyeden yoksun olanlara gösteriyorlar. Yakın tarihimizin 19 Mayıs gibi belki de en önemli olayını, ortak vicdan paydasına alıp, önyargılardan arınmayı deneyerek irdeliyorlar.

Neden? Çünkü özgürlüğün bedelinin yüksek olduğunu yaşayarak öğrenmişler. Onu bir kez daha kaybetmek istemiyorlar.

-Sayın Kutay, son günlerde kurtuluş savaşının 19 Mayıs dönemi ile ilgili hararetli tartışmalar oluyor. Siz, Atatürk'ü yakinen tanıyan, Hâkimiyeti Milliye gazetesinde O'nun emri altında çalışmış, "Atatürk'e bağlılığını" fiziken ve ruhen kanıtlamış bir insansınız. İsterseniz söyleşimize Atatürk'ün Milli Mücadele'yi anlattığı Nutuk'tan başlayalım.

 -Nutuk tarih değil, bir zaman kesitini belli bir bakış zaviyesinden değerlendirmeye çalışan ve elindeki vesikalarla iktifa eden bir tespittir. Karşı vesikaları düşünmemiş.

-Nasıl yani?

-Beni yadırgatan tarih hataları var Nutuk'ta. Bir kere Mustafa Kemal, Milli Mücadele'yi kendisinin Samsun'a çıkışıyla başlatıyor. Oysa Mondros 30 Ekim 1918'de imzalandı. Nutuk, Milli Mücadele'nin hepsini birden kavrayıp zafere kadar götüren bir izah olduğuna göre, doğru bir başlangıç tarihi olması lazım. Milli Mücadele 19 Mayıs'ta başlamadı ki. Başlangıç 1917'de Osmanlının artık yenileceği tamamen anlaşıldıktan sonra bir müdafaanın nasıl yapılabileceğini düşünmesi icap eden Başkumandanlık, Harbiye Nezareti ve onun organı olan Teşkilatı Mahsusa'nın hazırlıkları olmalıydı.

-Yani vatanı kurtarma hazırlığı 19 Mayıs'tan çok önce?

-Evet. Vatan istilaya uğradığı zaman bir gerilla savaşının nasıl yapılacağı düşünülmüş ve bunlar bazı esaslara bağlanmıştır. Bu esaslar daha sonra Milli Mücadele'nin Meclis kuruluncaya kadar olan devresinde uygulanmıştır.

-Nasıl olur?.. Biz “her şey Atatürk’le başladı” diye öğrenmiştik.

Kuvayi Milliye’nin başladığı an

-Bakınız, kafasında megalo idea, elinde devrin en güzel silahları 250 bin kişilik Yunan ordusunun İzmir'den Anadolu'nun ortasına kadar gelmesine ne mani olmuştu? Çünkü Kuvayı milliye o zaman başladı. Kuvayi Milliye Atatürk Ankara'ya geldikten sonra başlamamıştır. Bunun en büyük ispatı Sivas Kongresi'nde Ali Fuat Paşa'nın Kuvayı Milliyet Umum Kumandanlığı'na tayinidir. O günkü imkânsızlıklar içinde dikilmiş olan bir fidan bu. Mustafa Kemal bu fidana o kadar güzel bakmış o kadar güzel yetiştirmiş ki fidan tutmuş.

-Neden söz etmiyor fidandan?

-Doküman bulamadı. Mesela Erzurum Kongresi'nden evvel Balıkesir Kongresi toplandı. Fakat Nutuk'ta bahsetmiyor. Çünkü doküman yok.

-Yine de "Bizden evvel bir şeyler yapıldı" diyemez miydi?

-Diyebilirdi tabii. Çünkü Milli Mücadele'nin önünde giden insanlar sadece vatanı kurtarmayı düşünmüşlerdir. Beni Nutuk'ta en çok rahatsız eden, kendinden evvelki olayların tesiriyle karşılaştığını söylememesi olmuştur. Söylemesi lazımdı. Bir başka garibime giden olay Milli Mücadele'ye ihanet ettikleri söylenen 150'liklerin tespiti hikâyesi. Nutuk'ta buna ait açık bir şey yok. Sadece "150"likler vatandaşlık haklarını kaybettiler ve memlekete alınmadılar" diyor. Hâlbuki çok iyi biliyor ki 150'liklerin arasına konan bir adam var ki O'nun Samsun'a çıkmasını temin etmiş: Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Gerede. Dâhiliye Nezareti'nde 1100 altın var, 1000 altını ona vermiş, örtülü ödenekten. Aynı adam Ferit Paşa kabinesinde Dâhiliye Nazırı diye 150'lik listesine konuyor. Damat Ferit'in yaveri olmaktan başka kabahati olmayan Tarım Mümtaz Göztepe de bu listedeydi. Pırıl pırıl bir kalem erbabı. Çok büyük acılar içinde öldü. Atatürk bunları bilmeye mecburdu. Çünkü tarih, onun kadar büyük mesuliyetler aldığı halde, onun kadar toleranslı bir adam kaydetmez. Onun için bu paradoks, onun hayatını yazmış bir insan olarak benim gücüme gidiyor.

-Sayın Bozdağ, 19 Mayıs Milli Mücadele tarihinde çok önemli bir gün. İlk ne zaman kutlandı?

-Yıl 1936. günlerden 19 Mayıs. Atatürk Dolmabahçe'de, yanında Şükrü Kaya, Ruşen Eşref, Kılıç Ali, Salih Bozok, Mehmet Soydan, Nuri Conker var, konuşuyorlar. Birdenbire Atatürk soruyor: "Bugün günlerden ne?" Diyorlar Salı, Çarşamba neyse. Ayın kaçı: 19'u. Aylardan ne: Mayıs. "Ne oldu bugün söyleyin bakalım?" diyor. Düşünüyorlar, 19 Mayıs'ta ne oldu?

-Bilmiyorlar mı? Nasıl olur?

"Asıl yapacağınız bayram bu"

-Nasıl bileceksin canım, o zamana kadar 19 Mayıs'ın lafı yok. Onun için soruyor Atatürk. Şimdi bunlar arıyorlar; "İzmir'in işgalinin üçüncü günü diyorlar. Atatürk, "Değil" diyor. "İsmet Paşa'nın Lozan'dan Gazi'ye çektiği telgraf" diyorlar. "Hayır. O 1923'te, Mayıs'ta da değil" diyorlar. "Haliç Konferansı" diyorlar, "İngilizlerle Irak meselesi üzerinde konuşmuştuk" diyorlar.

-Kim anlatıyor bunu size?

-Şükrü Kaya anlattı. "Terakki Perver Fırka'nın kapatılması da bu aylarda olmuştu" diyorlar. Atatürk, "Bırakın yahu bunları" diyor, "Öyle bir şeydir ki bu ülkenin kurtuluşudur". Yine bulamıyorlar. En sonra Şükrü Kaya hatırlatıyor, "Bu sizin İstanbul'dan ayrıldığınız gün mü" deyince "Yaklaştın" diyor, "Samsun'a çıktığımız gün." Sonra "Asıl yapacağınız bayram bu" diyor. Ertesi sene 19 Mayıs'ta Şükrü Kaya'nın tertibiyle 19 Mayıs bayramı kutlanıyor.

-Yani Atatürk bu bayramı iki kez mi gördü?

19 Mayıs'ın bayram olması...

-Evet. 37'de bir görüyor. İkincisinde, yani 38'de Atatürk hasta. Acar motoruyla önce Florya'ya, dönüp Boğaz'ın en ucuna kadar gidiyorlar. Kıyılarda herkes Acar'ı tanıdığı için alkışlıyor, çok memnun oluyor Atatürk fakat yoruluyor "Dönelim" diyor. Böylece son bayramını da görüyor ama hasta olarak.

-Sayın Kutay, Atatürk bunca yıl neden bekledi 19 Mayıs'ı bayram yapmak için?

-19 Mayıs, 23 Nisan Hâkimiyeti Milliye Bayramı'nın felsefesi içinde ele alındı. Biz Atatürk'ün gazetesi Hâkimiyeti Milliye'de 23 Nisan literatürünü yaparken, bunun başlangıç gününün 19 Mayıs olduğunu söylemekle yetiniyorduk. Ayrıca kutlanması hatıra gelmemişti. 19 Mayıs'ın ayrıca bayram olarak kutlanması kararı bence Atatürk'ün hastalığının acı bir gerçek olarak ortaya çıkmasıyla ilgilidir. Artık ömrünün kısa olduğu kabul edilince O'nun hayatında önemli olan günler daha derinden anılmaya başlandı. Ayrıca bir hükümet değişimi olmuş, İsmet Paşa görevden uzaklaştırılmış. Celal Bayar dönemi başlıyor.

-Evet, ekonomik kalkınmayla beraber yepyeni bir devir başladı. Bence Atatürk, öleceğini bilenin psikolojisiyle bu hükümet değişiminden ve ölümünden sonra belki şahsiyeti ve cumhuriyetin temel günleri hakkında bazı yanlış ve vaktiyle söylenmemiş sözlere dönülmek ihtiyacı duyulursa diye kutlanmasını istedi. Ama Mustafa Kemal ne yazık ki kendi nutkunda Milli Mücadele'nin kuruluşunu hakiki olarak anlatmamıştır.

-Siz Nutuk'u nasıl değerlendiriyorsunuz?

BOZDAĞ: Hiç kimse kendi aleyhinde olan şeyleri söylemeye mecbur değildir ama söylemediklerinin söylediklerine ışık tutması ihtimali daima mevcuttur.Orada olmayanlar vardır. Mesela o sıralarda Kazım Karabekir'le arası pekiyi olmadığı için Doğu Cephesi'ni özetleyen bölümde sanki küçük bir savaş yapılmış gibi anlatıvermiştir. Hâlbuki öyle değildir. Aslında kendisi de öyle olmadığını bilir ama bazı şeylerin küçük gösterilmesini, bazı şeylerin unutulmuş olmasını tabii saymak lazım.

-Bazıları diyor ki "Vahdettin Atatürk'ü vatanı kurtarmak için gönderdi". Bu hiç mümkün olabilir mi?

KUTAY: Vahdettin'in Mustafa Kemal'i Anadolu'yu kurtarmak için gönderdiğine inanamıyorum. Çok istiyorum, kendimi zorluyorum ama böyle olduğuna kani değilim. Mustafa kemal'i oraya göndermesinin sebebi O'nun Anadolu'nun durumunu görüp vatanın işgal edilmemiş bölümlerini işgal ettirmeye vesile verecek bir başkaldırıya imkân vermemesi için. Rumlara karşı Pontus havalisinde bir hareket olursa kan dökülmeye meydan vermesin diye. Çünkü halk ayaklanırsa İstanbul daha fazla tazyik altında kalacak. Ama unutmamak lazım ki Mustafa Kemal Samsun'a çıktığı zaman, Garp cephesinde Milli Mücadele başlamıştı.

-Yani teslimiyet şartlarını daha kansız yapabilmesi için gönderdi değil mi?

-Evet. Aksini söyleyenler, Vahdettin'in Milli Mücadele hareketini örgütlemeye gönderdiği bir adamı neden idama mahkûm ettiği sorusuna cevap vermeli.

-BOZDAĞ: İdam ettirme gücü mü vardı ki? Yakalatıp astırabilir miydi? Hukukta meşhur bir söz vardır: Tehdidini ikaya muktedir olmak lazım. Buna muktedir olmayan bir padişah idam emri vermişse hiçbir kıymeti yoktur. Bunlar İngilizlere karşı bir taktikti. Bakınız, Falih Rıfkı'nın "Atatürk'ün Bana Anlattıkları" Milliyet'te çıktı. "Atatürk'ün Anıları" adıyla daha sonra ben yayınladım. Orada Atatürk, Samsun'a çıkmadan önce Vahdettin'le Yıldız Sarayı'nda karşılaşmayı anlatıyor: "Vahdettin, ‘Paşa... Paşa... Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi tarihe geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hepsinden mühim olabilir. Paşa... Paşa... Devleti kurtarabilirsin' dedi. Bu sözlerden hayrete düştüm, acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyordu. Hemen hüküm vermedim: Vahdettin demek istiyordu ki ‘Hiç kuvvetimiz yoktur, tek mesnedimiz İstanbul'a hâkim olanların siyasetine uymaktır'. Benim memuriyetim, onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri uslandırabilirsem, Vahdettin'in arzularını yerine getirmiş olacaktım."

Vahdettin'in yaveriydi...

-Evet, ben bunları Çankaya'da okumuştum. Atatürk, Vahdettin'in ona ne söylediğini tam aktarmıyor.

-BOZDAĞ: Tabii kendisine verilen vazifeyi saklayacak. Nasıl söyleyecek ki "Beni çağırdı git Anadolu'da bir ihtilal hareketi yap dedi" diye. Hatta Vahdettin, "Ben seni çağırsam bile geri gelme" demiş.

-KUTAY: Hiç inanmıyorum. Böyle bir taktiğin imkân ve ihtimali yok. Bunu söyleyenler kaynaklarını ispat etsinler. Yalnız Mustafa Kemal'in sonuna kadar atabey-i şahane tabiri altında Vahdettin'e hürmette kusur etmediği doğrudur.

-BOZDAĞ: Efendim, o kadar ki, askerlikten istifa ettiği halde, Vahdettin'in yaverliğinden istifa etmemiştir.

-KUTAY: Askerlikten istifa ettikten sonra yaverlik mi kalır?

-BOZDAĞ: Sivil yaver de olabilir.

-KUTAY: Malumu âliniz, sivillere yaver tabiri kullanılmaz. Mabeyinci deniyor.

-BOZDAĞ: Ama üstadım, biliyorsunuz Erzurum Kongresi askerlikten istifasından sonra yapılmıştır. Atatürk o kongreye Hazreti Şehriyari kordonlarıyla gelir. İstifa etmiştir ama Hazreti Şehriyari'nin yaverliğini aklından çıkarmamıştır.

Pantolonu dahi yoktu

-KUTAY: İsmet Beyciğim, şöyle düşünmek lazım. Şahsen Rauf'tan ve Karabekir'den dinledim. O gün pantolonu dahi yoktur. Sivas valisi Reşit Paşa pantolon alır da öyle giyer üstüne. Halkın ruhiyatına değer veren bir insan. Oraya neyle gidecekti yani?

-BOZDAĞ: Ama yaverlik padişahın tercihiyle olur, askerlikle olmaz. Neyse bunlar o kadar önemli değil. Atatürk'ün Samsun7a gidişi kendi söylediği gibi olsa, nasıl Harbiye Nezareti'nde yaptığı konuşmaları tafsilatıyla anlatıyorsa, tıpkı onun gibi sadrazamla ve sultanla yaptığı konuşmayı da tafsilatıyla anlatması lazımdı. Bir tek kelime yok anılarında. Resmi vazifesinde deniyor ki "Samsun havalisindeki harekâtı silahlı müdahaleleri ve çeteleri bastırmak ve böylece asayişi sağlamak".

-Lütfen! Resmi belgede böyle söyleniyorsa, asıl görevin bu olmadığını nasıl iddia edersiniz?

-BOZDAĞ: İngiltere'den vize almadan çıkamayacağı için belgede görev öyle belirtiliyor. İngiltere'ye güven vermek için "hadiseleri bastırmaya bak yaverimi gönderiyorum, bu meseleye bu kadar ehemmiyet veriyorum" demek istiyor. Çünkü Rum Pontus devletini kurmak istiyorlar Trabzon'da, bu meseleyi halletmek lazım, halletmek için de devlet olarak padişah olarak kendi has yaverini gönderiyor. Öyle izin alıyor İngilizlerden.

YARIN: Makyavel mezarından kalksa Mustafa Kemal'i alnından öperdi.

Bölüm 2;

-Atatürk her şeyi anlatmadı

İsmet Bozdağ da Cemal Kutay da Mustafa Kemal'in "tarihi doğru anlatmadığı" kanısında. Onlara göre Atatürk, örneğin Nutuk'ta, "her şeyi" anlatmamış; olayın bir parçasını anlatmış ve üst tarafı karanlıkta kalmış.

-Sayın Bozdağ, siz Vahdettin'in Atatürk'ü vatanı kurtarmak için gönderdiğini düşünüyorsunuz. Ama padişah için "vatanı kurtarmaktan" murat, tahtını korumak değil midir?

-BOZDAĞ: Padişah tahtını koruyorsa tahtının icaplarını da koruyor demektir. Vatansız bir padişah olmaz ki. Ülkesi, milleti olacak ki hükmedebilsin. Ayrıca eşkıyayı tepelemek için bu kadar insan gitmez, 43 kişilik bir kadroyla Samsun'a çıkan bir general eğer oradaki asayişi temin için gidiyorsa normal bir işi yapmaya gidiyor demektir. Atatürk kendi ağzıyla söylüyor: "Vahdettin, ‘Paşa... Paşa... Şimdiye kadar yaptıkların bu tarihe geçmiştir. Ama şimdi yapacakların bunun çok üstündedir' dedi. Atatürk'ün o ana kadar yaptıklarından çok daha büyük hizmet ne olabilir? Yani bir efsane adamın o ana kadar yaptıklarını gölgeye düşürecek bir vazife olmalı bu. Hangi vazife verilmiş kendisine? Asileri yok etmek vazifesi! Sinek bile inanmaz buna, bir başka vazife verilmiş olduğu besbelli.

-Nereden belli?

-BOZDAĞ: Şuradan: Atatürk Samsun'a çıktıktan sonra eşkıyayla uğraşmıyor. Kalkıyor içeriye doğru gidiyor, paşaları çağırıyor. Amasya'da üç gün üç gece memleketi nasıl kurtaracaklarını konuşuyorlar. Hem neden bu kadar büyük idari, mülki, askeri yetkiler vermiş kendisine? Daha Doğu Anadolu işgal edilmemişti.

-KUTAY: Onu Vahdettin vermedi. Böyle bir salahiyeti, Mustafa Kemal'in neden gittiğini çok iyi bilen Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa verdi. Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Gerede de bunu biliyordu. Herkes biliyordu O'nun niçin gittiğini.

Atatürk'ün yetkisi

-BOZDAĞ: Padişahın haberi olmadan Genelkurmay Başkanı'nın bu kadar büyük yetkilerle bir adamı göndermesi mümkün değil. Önce kendi kafası uçar. Öyle olsa bu yetkiyi veren insanın da bu işin içinde olmazı lazım. Hayır, hiç öyle değil. Mustafa Kemal'e sarayın vermiş olduğu yetki, bütün Osmanlı tarihi içinde yalnız Köprülü Mehmet Paşa'ya verilmiştir. Bütün vilayetlerde yalnız askeri değil, sivil müesseseler de emrine geçmiş. Her şeyi murakabe etmek hakkı avucunda toplanmış. Bakınız, Sarayın Erkan-ı Harbiye'den istediği 200 kişilik bir liste var. "Ordumuz içinde yetenekli isimler bildirilsin" diyor saray ve bunlar bildiriliyor. Bunların arasında Mustafa Kemal de var, Kazım Karabekir de, diğer Milli Mücadele kahramanları da. Karabekir şarka, Rafet Paşa birinci orduya tayin edilmiştir. Bu tayinler gösteriyor ki bir şeyler yapmak isteyen bir saray vardır, bir takım insanları görevlendirmektedir. Onlar sulhu getirecekler ve saray dönüp işgalcilere diyecek ki, "Bakın milletim kabul etmiyor tekliflerinizi, ben de kabul edemem. Yeniden görüşelim". Strateji budur.

-Başka "kanıtınız" var mı?

-BOZDAĞ: Atatürk’ün aldığı vazifenin vazifenamede yazılı olanlardan ibaret olmadığını şuradan da anlıyoruz. Vehbi Bolak, Balıkesir Postası’nda yayınladığı hatıralarında, Atatürk’ün henüz Samsun’a çıkmadığı günlerde Dâhiliye Vekili Ali Kemal’e gittiklerini şöyle anlatıyor: “Biz evvela Sadrazam’a, sonra Dâhiliye Vekili’ne gittik. Yunan’ın Ege’ye çıktığını, yakında memleketimize de gireceklerini, kendimizi müdafaa etmek istediğimizi söyledik. Ve bize yardım etmesini istedik. Bize ikisi de aynen şunları söyledi: Size şu anda yardım etmeye muktedir değiliz. Çünkü her hareketimiz kontrol altında. Ama siz kendinizi koruyun. Hiçbir millet kendini savunma hakkından mahkûm değildir.”

Yardım etmesini istedik”

-BOZDAĞ: Halkın silaha sarılmasından yana bir tasavvurun içinde bu insanlar. Ama kim yapacak bunu? Birini arıyorlar. Buldukları Mustafa Kemal'dir. Nitekim Mustafa kemal'in Samsun'a hareket ettiği günün akşamı, gece yarısına doğru, İngiliz işgal kuvvetlerinin askeri ataşesi Deeds, diyor ki, "Mustafa Kemal'in Anadolu'ya gönderilmesi durdurulmalıdır. İşgal kuvvetleri adına zatı devletlerinden bunu istemeye memuruz." Damat Ferit'in verdiği cevap: "Ama gitti. Bir şey yapmak elimizden gelmez." Şimdi buradan da anlaşılıyor ki, Anadolu'nun ayaklanmasından çok şeyler bekleyen bir saray ve hükümet vardı.

-KUTAY: Ama bir müddet sonra o savunma başlayınca onlara "eşkıya" dediler.

-BOZDAĞ: Şimdi zatıâlinizin söylediği o yere geleceğim. Demek ki baştan hükümet de böyle düşünüyor ve böyle düşündüğünü zannettiği Mustafa Kemal'i de bu işe vazifelendiriyor. Ne zamana kadar bu bağ devam ediyor? Arada mesela askerlikten çıkarmışlar şu olmuş, bu olmuş, ama Mustafa Kemal Meclis'te yaptığı konuşmalarda sürekli padişahtan büyük bir saygıyla bahsediyor. Ama Londra Konferansı söz konusu olunca, Anadolu'yu tek başına temsil etmek isteyen Mustafa Kemal, İstanbul hükümetine başvuruyor. Diyor ki, "Biz temsil edelim. Siz tesir adlındasınız çünkü". Sadrazam Tevfik Paşa "İkimiz de davet edildik. Beraber gidelim" diyor. Mustafa Kemal bu konuyu konuşmak için padişahtan randevu istiyor. Padişah bu randevuyu vermiyor. Çünkü tek başına gitmesini istemiyor. Çünkü bu, İstanbul Hükümeti'nin ekarte edilmesi demekti. Nitekim sadrazam gitti, konuşmalara başlanacağı zaman, "Ben rahatsızım, bütün konuşmaları Ankara hükümeti yapacak" dedi. İşte Mustafa Kemal'in değiştiği yer burasıdır. Sonra Celal Bayar, Meclis'te bir konuşma yaparak ilk defa "Hain Vahdettin" deyimini kullanmıştır. Mustafa Kemal'in müsaadesiyle. Fakat bütün meclis ayaklanmış, ertesi gün kıyametler kopmuş. Güçlükle yatıştırıyorlar Meclis'i. Bayar'ı, bu "hain" lafı yüzünden öldürülmekten kurtarıyorlar.

-KUTAY: Tevfik Paşa'nın Londra Konferansı'nda "Bizim değil, Anadolu mümessilinin dinlenmesi lazımdır" demesi Mustafa Kemal'e büyük cesaret veriyor gayet tabii. Ondan sonra sarayla münasebeti kalmadı.

-BOZDAĞ: bir şey daha var. Ankara Hükümeti, oraya gittiği zaman, Misak-ı Milli kararının haritasını götürüyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun 1914 yılındaki haritasını da Tevfik Paşa getiriyor. Şimdi kiminle müzakere etmek mümkündür? Osmanlı ile müzakere edersen, 5 milyon kilometrekare üzerinde konuşacaksın, Mustafa Kemal'in adamı ile müzakere edersen. 770 bin kilometrekarede müzakere edeceksin. Elbette tercih sebebiydi. Elbette bunu Tevfik Paşa da biliyordu. Bu yüzden "Ankara'yla konuşun" dedi. Nitekim daha sonra, başarısız barış görüşmelerinden sonra Ferit Paşa, sadrazam olarak gittiği Paris görüşmelerinde Osmanlı Devleti'nin Berlin anlaşması dışında bir tavize razı olmadığını açıkça söylemiş ve başarısız dönmüştür.

-Sayın Kutay, herkes Mustafa Kemal'in ne amaçla gittiğini biliyordu dediniz. Onların bildiğini Vahdettin nasıl bilemedi?

Sisler içindeki olaylar

-KUTAY: O ahval ve şerait içinde ne Mustafa kemal daha sonra başardıklarına inanabilecek bir imkâna sahipti, ne de Vahdettin'in bu mevzuda aydınlık bir fikri vardı. Sisler içindeki olaylar bunlar. İkisi de o anda kendi idraklerinin çerçevesine giren hareketleri yaptılar.

-Yani Vahdettin açısından tarihi bir yanılgı mı oluyor Atatürk'ü seçmesi?

-KUTAY: Yoo, katiyen. Çünkü son Osmanlı Sadrazamı Tevfik Paşa'nın torunu Ali Şefik'in hatıraları yayınlandı, burada büyük zaferi haber aldığı gün Vahdettin bir cuma namazı kılmış, "Ben zaten O'nun bunları başaracağını biliyordum" diye ağlayarak şükran duası yapmış.

-Nasıl yani? Vahdettin'le Atatürk'ün istediği aynı şey miydi?

-KUTAY: Aynı değil. Vahdettin eğer damat Ferit Paşa'yı bir an evvel uzaklaştırıp yerine, Ali Rıza Paşa'dan sonra daha çok Kuvayı Milliye taraftarı bir sadrazam getirseydi, Mustafa Kemal'in Vahdettin'e karşı durumu değişirdi. Neticede cumhuriyet ilan oldu. Bu Mustafa Kemal'in daha önyüzbaşı iken kafasına koyduğu bir idealdi. Ama eğer Karabekir ve Ali Fuat, Mustafa Kemal'in bir milli kurtuluş hareketini başarıya ulaştıracaklarına kani olmasalardı, çünkü kuvvet onların elindeydi, Mustafa Kemal'in elinde 39 kişi var, 40 değil, eğer Mustafa Kemal'e "Biz seninle değiliz" deselerdi o zaman Vahdettin'in bu fikri bir hatayla verdiğine kani olabilirsiniz.

-Ama Vahdettin'in idamını istediği bir adamın kazandığı zafer nedeniyle oturup şükür namazı kılması biraz tuhaf değil mi?

-KUTAY: Neden bunu gayri tabii bir durum olarak düşünüyorsunuz? İdamını istemiş, ama asılmamış, memleketini kurtarmış. Hain olmak başkadır, gafil olmak başkadır. Vahdettin'in gözyaşı dökmesi hatasını anladığını gösterir. Elbette Vahdettin de o memleketin evladı. İnsanlar hayatlarında hiç hata yapmazlar mı? Bütün mesele o hatayı kabul etmek. Çünkü milli mücadele bir mucizeydi. Herkes mucizeye inanmakla mükellef değildir. Mucizeye inanmayan adamları da bizim hain diye mühürlemeye hakkımız yoktur.

Sarayda yemek yerdi

-Sayın Bozdağ, Vahdettin'in Atatürk'e görev verirken ne konuştuklarının belgesi var mı?

-BOZDAĞ: Yok. İkisi arasında geçen bir konuşma. Mustafa Kemal, Vahdettin'in çok yakın dostuydu. Sık sık sarayda akşam yemeği yerdi. Sofraya kabul edilen paşalardandı. Bunlar gizlenmekte, söylenmemektedir. En son vazife aldığı zaman da bir gece evvel sarayda yemeğe kalmış, ertesi günkü kabulde de kendisine son vazife verilmiştir. Ben Osmanlı ailesinden birçok insan tanıdım. Mesela Enver'in karısı Naciye Sultan, Abdülhamit'in kızı Şadiye Sultan... Vahdettin'in çevresindeki bütün insanları biliyorum. Bana anlatılanlar var. Ben tarihin felsefesi ile uğraşıyorum. Bu nedenle üstatla yaklaşımımız tabii farklı olacaktır.

-KUTAY: Benim söylediklerim de İsmet Bey'i şu bakımdan teyit ediyor, Vahdettin zafer olduğu zaman iki rekât namazı kılıp "Ben bu adamın memleketi kurtaracağına inanıyordum" diyor. Şimdi yalnız sizin farklı gördüğünüz bölüm benim Mustafa Kemal'i telakki tarzımla, İsmet Beyin telakki tarzı.

-Nedir o farklılık?

-KUTAY: Ben Mustafa Kemal'in bütün hayatında gayelerin vasıtaları mubah kılacak kadar Makyavelist bir politika takip ettiği inancındayım ama bir gayesi var. O gaye evladı olmaktan gurur duyduğumuz Cumhuriyet'ti.

-BOZDAĞ: Aslında benim söylemek istemediğim, üstadın da dilinin varmadığı bir şey var. O da şu: Mustafa Kemal tarih doğru anlatmıyor, yani hepsini anlatmıyor, bir parçayı vermiş, üst tarafı karanlık. Bana "Neden Vahdettin, Mustafa Kemal'in idamını istedi" diye sordunuz. Düşünün siz bir işgal altındasınız ve İngilizler sizi mütemadiyen sıkıştırıyor. Siz barışı gözlüyorsunuz, onlar da her gün "Barış bugün değil yarın" diyorlar. Siz yarına bel bağlamışsınız. O sırada diyorlar ki Mustafa Kemal şunu yaptı, bunu yaptı... "Çağırın" demek zorunda İngilizlere karşı. Gelmiyor. "Gelmiyorsa ceza verin" diyor. Yazıyorlar Kazım Karabekir'e Ali Fuat Paşa'ya, ikisi de "Katiyen göndermeyiz" diyorlar. İster istemez İngilizlerin baskısı altında elbette Şeyhülislam'dan böyle bir fetva çıkabilir.

-KUTAY: Evet, Milli Mücadele'nin meşruiyeti üzerinde fetva veren insanlar var. Bir olayın oluş şartlarını hatırlamadan, olmasının üstünden yıllar geçtikten sonra, ihanet sayılmış bir telakki üzerinde doğru hüküm vermek çok zordur.

-Ama Sayın Kutay, "Vahdettin hain değildi" diyenlere, "Neden öyleyse Atatürk'ün idamın istedi" diye soran sizdiniz.

-KUTAY: Bu o günün taktiği içinde, mantığı ve vicdanı rahatsız eden bir mevzuda dahi gayelerin vasıtaları mubah kılmasının dünya tarihinde görülmüş ender numunelerindendir. Makyavelli mezardan çıksa Mustafa Kemal'in alnından öper. Ama bütün bu Makyavelizm jestlerinin sonunda Türkiye Cumhuriyeti çıkmıştır: Laik ve tamamen müstakil. Ben o günleri yaşamış bir insan olarak söylüyorum; Mustafa Kemal'in devrinde ayaklarında giyecek pabuç yok 15 milyon erkeksiz insan. 5 çocuğu olan yol vergisinden muaf tutuluyor. Konya sokaklarında 18 ile 55 yaş arasında erkeğe rastlamak mümkün değildi. O devreden bugünü çıkarmış olan bir adamın bu Makyavelist felsefesini mesul tutabilir misiniz? Ondan sonra ne olmuş, bakın Türkiye'nin
bugünkü haline, devlet yok, otorite yok, vatan çatır çatır sökülüyor.

YARIN: Vahdettin hain mi gafil mi?

 

Bölüm 3;

Vahdettin hain değildi

-KUTAY: Vahdettin dünyanın en namuslu adamlarından biriydi. Ölürken yastığının altından parasızlıktan alamadığı ilaçlarının reçeteleri çıktı. Ve cenazesini rehin ettiler San Remo'da. Akrabaları, arkadaşları cenazeyi kaçırdılar da gömüldü.

Siz bugün Vahdettin'i vatan haini kategorisine sokmuyor musunuz?

-KUTAY: Elbette hain değildi. Dünyanın en namuslu adamlarından biriydi. Ölürken yastığının altından parasızlıktan alamadığı ilaçlarının reçeteleri çıkıt. Bunu Tarık Mümtaz Göztepe anlatıyor. Ve cenazesini rehin ettiler San Remo'da. Akrabaları, arkadaşları cenazeyi kaçırdılar da gömüldü. Bunlar hakkında hüküm verebilmek için önce bilgili olmak lazım. Bakın Hazine-i Hassa Reisi Refik Bey'i çağırıp sayım yaptırdı gitmeden evvel. Her şeyin tam yerinde olduğunu tespit ettirdi. Nuriye Hanım, oradan Kaşıkçı Elması'nı alıp gidebilirdi. Hakkıydı, ailesinindi çünkü. Kesinlikle bunlar namusu mücessem.

-BOZDAĞ: Mesela karısına bir merasimle takmak için bir yüzük ve gerdanlık gelmiştir, onlar da teker teker ailesin üstünden, kızının boynundan, alıp hazineye iade edilmişlerdir. Padişahın maaşı var, 23 gün çalışmış o ay, yedi gününü kısmış, öyle almış maaşı. "Çıkıyorum çünkü Türkiye'den. Hakkım yok benim bunda diyor. Özetle birinin kahraman olması için birinin hain olması gerekmiyor.

-Kafam iyice karıştı.

-KUTAY: Kafanız hiç karışmasın devrimlerin kaderi budur. Evet, Atatürk, Vahdettin'e "vatan haini" dedi ama bence hata etti. Ama o günkü şartlara göre onu demesi aşağı yukarı bir çaresiz savunmaydı. Atatürk, Cevat Üstün isimli bir büyükelçinin ikini Viyana Muhasarası kitabının yeniden tetkikini Türk Tarih Kurumu ilk başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu'ndan istemiş. Çünkü Üstün'ün gördükleriyle herkesin zannettikleri arasında bir aykırılık bulmuş. Bu vesileyle "Ben Milli Mücadele'de sarayın hareketini o günün şartlarına göre değerlendirdim ama şimdi elbette ki başka düşünüyorum" demiş. Ben bunu bir kitabımda da yazdım. Atatürk Milli Mücadele'yi birlikte gerçekleştirdikleri, sonradan aralarının açıldığı arkadaşları için ömrünün son günlerinde çok üzülüyordu. Ali Fuat'a "Hani senle cuma kaçakçılığı yaptığımız o Hidiv'in köşkünün yanında bir yer bul, toplanalım. Ben Rafet'i getirtirim, sen de Rauf'u getir, Karabekir'i de alalım, o eski günleri yad edelim" diyor.

Devlete borç veren adam

O eski günler derken kendisini o mevkiye getirmiş olanların da haksız töhmetlerden kurtarılmasını istiyor. Trakya cephesi kumandanı Cafer Tayyar Paşa'nın Beşiktaş'ta bir odun deposunda kantar memurluğu yaptığını, Kazım Karabekir'in Erenköy'deki bahçesinden domates toplayıp toptan fiyatına sattığını ve ikizleri dünyaya geldiği zaman ancak kayınpederinin refikasına taktığı bir altını mezat salonunda bozdurduğunu biliyor. O Karabekir ki, Mustafa Kemal kendisine telgraf çekiyor Milli Mücadele'de, "On paramız yok, bize para bul" diye. Kendi kefil olarak 25 bin altın Azerbaycan'dan alıyor. O Karabekir ki, yani devlete borç para veren adam kendi evlatlarının ilaç ve doktor parası yok. Nitekim Ali Fuat o köşkü gitti buldu. Ama döndüğü zaman Atatürk birinci komaya girmişti. Her insanın hayatında hata olabilir. Büyük insan odur ki, hatasını anlayıp, ondan dönmek için harekete geçer. Bence Mustafa Kemal, Nutuk öncesi ve sonrasına ait hiçbir şeyi hatırlatmamak hatasını tavzih edebilmek için bazı teşebbüslere girişti ama ömrü kâfi gelmedi.

-Bu söyleşiden sonra sizin Atatürkçülüğünüzden kuşkuya düşenler olabilir mi?

-KUTAY: Ben gerçek Atatürkçüyüm, çünkü Atatürk "Hakikatleri konuşmaktan korkmayınız. Şerrin en kötüsü ehven-i şerdir" demişti. Bugün hayata geleceğini bilsem hiç tereddütsüz canım verirdim O'na. Buna itimat edin. Bir boş vaktiniz olursa, Ali Fuat Paşa'nın mezarının bulunduğu Ali Fuat Paşa kasabası var, Geyve'nin yanında, orada bir Kuvayı Milliyet müzesi var, o müzeye gidin, orada tarih kitaplarında adı sanı olmayan birçok insan göreceksiniz. Milli Mücadele'nin ilk öncüleri onlardır. Kahraman demiyorum, vazifelerini yaptılar. Vazifesini yapan insana kahraman denmez. Orada kendisine hain denenlere de var. Çerkez Ethem mesela. Ama Çerkez Ethem olmasaydı, Ankara olmuyordu.

Atatürk'e verilen para

Tartışılan konulardan biri de Vahdettin'in Atatürk'ü Samsun'a gönderirken ne kadar para verdiği.

-KUTAY: 25 bin altın. O zaman bu parayla İstanbul'un onda biri satın alınırdı. Ben bunu Demokrat Parti İstanbul Milletvekili hukukçu Celal Fuat Türkgeldi'nin babası Mabeyn Başkâtibi olan Ali Fuat Türkgeldi'den dinledim.

-BOZDAĞ: Çiftliğini ve atlarını satarak temin ettiği 40 bin altını kendisine vermiştir. -Saray çevresinden dinledim bunları.

-KUTAY: Hiç inanmıyorum.

-Dâhiliye Nazırı'nın örtülü ödenekten bir altın verdiğini söylemiştiniz. Bu, Vahdettin'in bilgisi dâhilinde mi oldu?

-KUTAY: Padişahın bundan haberi olması mümkün değil. Bu para o makamda oturan insanların kendisine verilir. İsterse sevgilisine de verebilirdi.

BOZDAĞ: Padişahın bunlardan bilgisi vardı. Ayrıca Dâhiliye Vekâleti bütçesinden verilen rakamın ben 5 bin altın olduğunu zannediyorum. Eğer kendisine bir yolluk verilmesi söz konusu ise onun Milli Müdafaa Vekâleti'nden verilmesi lazım.

-Dâhiliye Vekâleti bütçesinden alınması, Dâhiliye'ye ait bir işin yapıldığını gösteriyor.

-Ama orada para vardır belki. Bunu nasıl kanıt gösterirsiniz?

-BOZDAĞ: Bunlar karine, tarihin içine polis kafasıyla sokulursunuz bir yerde. Acaba bunun altında ne var diye? Ben Vahdettin'in Atatürk'e 40 bin altın verdiğini Abdülhamit'in kızı Şadiye Sultan'dan dinledim. Bunun belgesi yok. Belki de belge bulunamazdı çünkü görev özel ve gizliyse bunlar belgeye bağlanamazdı.

Atatürk düşmanları

-40 bin altın vermişse vermiş. Bu neyi kanıtlar?

-BOZDAĞ: Şunu kanıtlar. Atlarını, Kemerburgaz'daki çiftliğini satıp verdiyse, demek ki devletin verecek parası yok.

-40 bin altını nasıl taşımış acaba?

-BOZDAĞ: Bu soruyu ben Osmanlı hanedanına sordum. Dediler ki, bunlar kendisine kâğıt para olarak verilmiştir. Ama değeri 40 bin altındır. Hiçbir şeyi bütün gerçekleriyle bilmek mümkün değildir, tarih belgelerle sürekli değişen bir bilgidir. Tarih felsefesiyle hareket edip olayların mantığını kavrayabilirsiniz. Elinizde belgeler olabilir de olmayabilir de. Bütün mesele, olayların mantığını sağlam olup olmadığını tartışmaktır. Benim yaptığım bu.

-KUTAY: Eğer Milli Mücadele tarihi Nutuk'un yanında, onun eksiklerini tamamlayarak yazılmış olsaydı o zaman biz sizinle bu tartışmayı yapmazdık.

-Siz yazmak istediniz ama yarım bıraktınız. Korktunuz belki.

-KUTAY: Korkmadım. Yazdıklarım nedeniyle sonsuz bir münakaşa çıkmasından ve inandığımız kıymetlerin iflasa sürüklenmesinden endişe ettim. Atatürk'ün o kadar düşmanı var ki. Onlara malzeme vermek istemedim. Çünkü benim damarlarımı kesseniz Atatürk diye akar.

YARIN: Atatürk Koruma Kanunu kalkmalı

 

Bölüm 4;

Bir insan kanunla sevilmez'

Atatürk'ü Koruma Kanunu'nu O'nun şahsiyetine bir leke sayan Cemal Kutay, bir insanın kanunla sevdirilemeyeceğini vurgulayarak, "Bugün 19 Mayıslar'da, 29 Ekimler'de 10 Kasımlar'da ‘Atatürk Atatürk' diye bağıranlar, Mustafa Kemal'i gerçek manasıyla anlayıp anlatsalardı bunlar olmazdı" diyor.

-Vahdettin'in mezarı nerede?

-KUTAY: Şam'da. Bir Osmanlı Yahudisi, cesedi San Remo'dan götürdü, oraya gömdü.

-Sizce mezarın Türkiye'de mi olması lazımdı?

-KUTAY:Ben çok geniş düşünceli bir insanım. Hiçbir insanın memleketinin dışında mezarı olmasını benim hafızam almaz, elbette ailesinin yanında, babasının mezarının yanında olması lazım.

-Bu saatten sonra mezarını getirtelim diye bir kampanya doğru olur mu?

-KUTAY:Kampanyaya lüzum yok, serbest bir hak vermeli, isteyen gelir bu memlekete gömülür diye, işte Cemalettin Kaplan bile geldi gömüldü. Hiç kimsenin falan hadiseden dolayı vatan toprakları dışında gömülmesini benim kafam almaz. Nazım Hikmet'inki de gelmedi. Mehmet Akif Mısır'da ölseydi mezarı gelmeyecek miydi? Hem İstiklal Marşı'nı söyleyeceksiniz günde beş defa, hem de mezarı dışarıda olacak. Öyle şey olur mu?

-Bu öneri toplumsal barışa katkıda bulunur mu yani?

-KUTAY:Onlar zaten bir çileyi çekmişler memleket dışında. Bazıları dördüncü kuşaktan, Türkçe bilmiyor bazıları. Bence bir devrin kapanması için o devrin bütün torsunun da silinmesi lazım. Bunlar mesele olmaktan çıkartılmalı. Mesela Çerkez Ethem kanun nazarında hain, Çerkez Ethem'in ailesi müracaat etti cenazesi için, "Siz bilirsiniz" diye cevap verdiler. Mesele olmadı.

-Ama Vahdettin'in mezarı buraya getirilirse yer yerinden oynamaz mı?

-KUTAY:Hiçbir şey olacağı kanaatinde değilim. Ailesi isterse müracaat eder. Kimse de hayır demez. Bu bize tasa oluyor, ailesine falan tasa olduğu yok. Bunlar mevzu mu yahu? Bu memleketin bu kadar halledecek işi var.

-BOZDAĞ:Ailesi istemiyor, onlara teklif edildi Demokrat Parti zamanında. "Hayır, biz yerlerinden oynatılmasına razı değiliz" dediler.

-KUTAY:Mesela bakın Prens Sabahattin Bey'in, o da Prens, Seniye Sultan'ın oğlu, o da memleket dışında kaldı bu hanedan kanunuyla. Öldüğü zaman cenazesi geldi. Eyüp'te babasının yanında gömüldü. Kimse bir şey demedi.

Ömrümü boşa harcadım'

-Biraz önce Sayın Kutay, Vahdettin için "Hain değildi ama gafildi" dedi. Sizin karşı cevabınızı almadık.

-BOZDAĞ: Hain değildi ama gafil de değildi. Gafil olması için Mustafa Kemal'i bulup Anadolu'ya göndermemesi lazımdı. Gaflet, hiçbir şey yapmamaktır. Ama bir şey yapmak, bir politika üretmek ve onu karşı tarafa göstererek beklenen neticeleri almak, bilakis kıllığı gösterir. Bizler bu tür peşin yargılarla beslene beslene geldik bugünlere. Ben 40 yaşımı geçtikten sonra bunların dışında düşünmeye ve gerçeği aramaya başlayabildim. Yoksa daha okuldayken bana her şeyin doğrusu öğretilmiş olsaydı, ben 40 yaşına kadar ömrümü boşuna harcamazdım.

-Sayın Bozdağ, "Vahdettin gafil değildi" diyerek siz Sayın Kutay'a "gafil" mi diyorsunuz?

-BOZDAĞ:Hayır. Estağfurullah, Sayın Kutay üstadımdır. O olmasaydı tarih olmazdı.

-KUTAY:Teveccühünüz İsmet Beyciğim. Lütfediyorsunuz.

-BOZDAĞ:Yalnızca telakkilerimiz farklı. Ben bir gün Celal Bayar'a dedim ki, "Sizi çok seviyorum ama yakanıza yapışamadım bu dünyada, ahirette yapışacağım ve ‘Bizi niye aldattınız' diyeceğim." Çok şaşırdı. "Ne demek istiyorsun?" dedi. Dedim ki, "Bize ne öğrettiyseniz yanlış çıktı. Tarih yanlış,  hatta coğrafya yanlış. Siz bunun sorumluluğunu taşımıyor musunuz?" Dedi ki bana, "Ama benim bakanlığım bunlarla ilgili değildi." Dedim ki "Siz bir bakandınız ve Bakanlar Kurulu'nun bütün kararlarından sorumluydunuz." Bizden birçok gerçekler saklanmıştır. Yahut yanlış anlatmıştır. Şimdi vahdettin neden gafil olsun? Yani ihanetle karşılaşacağını düşünmediği için mi gafildi? O zaman nasıl vazife vereceksiniz birine, memleketin hayrına şu işi yap diye?

-Peki, niye kaçtı memleketten?

-BOZDAĞ:Kendisine hangi muamelenin yapılacağından emin olduğu için kaçtı. Rus ihtilalinde bütün aile kurşunlanmıştır. Bu da gözünün önünden geçmiş. Evvelce anlaştığı şeyler olmadığı için bu duruma göre sonrasını da görmek mümkün değildi. Hiç gaflet yok. Verdiği karar kendisi için çok acıklı bir karardı. Ve o kararı cesaretle tatbik etti. Nitekim cenazesini San Remo esnafı haczetti.

Nutuk tarih değildir'

-Atatürk'ü Koruma Kanunu ne zaman çıktı?

-KUTAY:Vallahi elimde selahiyet olsa ve düşüncem sorulsa ilk yapacağım şey Atatürk'e bu hakareti kâfi görerek o kanunu kaldırmak.

-Atatürk'e hakaret midir onu koruma kanunu?

-KUTAY: Tabii, Mustafa Kemal savcıların hassasiyetine tevdi ve iktifa edilecek adam mıdır, bu kadar küçük bir adam mı?

-Ama zaten şimdi saldırılar var, bir de kaldırılırsa...

-KUTAY:Efendim, açıkça bütün herkes içindekini kussun, kinini, gazabını, nesi varsa iftiranın gücüne kadar hepsini atsın, hepsini koysun ortaya. Ondan sonra bu resmi tarih kitaplarının izahı yapılsın. İlk yapılacak olan şey, Nutuk'un bir tarih olmadığını açıkça ortaya koymak. Yani Nutuk'a istinad ederek bu hadisenin tek başına Nutuk'un çerçevesi içinde izahı ve mümkün olmadığı kabul edilmelidir.

-Peki, "Damarlarımı kessem kan diye Atatürk akar diyen bir insandan Atatürk kanunu kaldırılsın" diye bir laf duymak biraz şaşırtıcı olmuyormu?

-KUTAY: Neden? İnsan boyundan fazla kitap verdim, çıksınlar meydana "Bu adam hissine bağlanarak şu hakikati tahrip etti" desinler. Eğer Mustafa Kemal gerçekten sadece savcıların hassasiyetine tevdi edilecek bir adamsa O'na yapılan hakaret kâfidir, bıraksınlar herkes istediğini söylesin, o zaman bu memleketin bir milli vicdanı olduğuna kani olurum. Türk milleti vefakârdır, kadirşinastır. Atatürk asıl o zaman büyüyecektir.

-BOZDAĞ:Bu kanun Celal Bayar zamanında çıktı. Siz bu meseleyi Atatürk Kanunu diye düşünmeyin. Bu, hükümetin veya Celal Bayar'ın İnönü'ye "şah" demesidir. Yani İsmet Paşa ile Celal Bayar arasında yapılan bir satrançtır o.

-Atatürk'ü piyon olarak mı kullandılar?

-BOZDAĞ:Mesele şu: 1950 seçimlerinde Pilavoğlu diye bir adam CHP'nin Ankara adayıydı, kazanamadı, ondan sonra Pilavoğlu'nun müritleri Atatürk'ün heykellerine saldırdılar. Heykellerini kırıyorlardı. Ticaniler deniyor onlara. İnönü, DP için" Bunlar dayanamazlar, bunlar devleti idare edemez. Altı ay sonra bize yalvaracaklardır. Alın da siz yönetin bu memleketi diyecekler" diye düşünüyordu. Yeni hükümeti en amansız yerde, Atatürk konusunda bir denemeye sokmak istediler. CHP, kendi adamı olan Pilavoğlu'na "Hadi harekete geç" diyor. O da harekete geçiyor, bütün Atatürk heykellerini kırıyor.

-Atatürk heykellerini İnönü mü kırdırıyor yani?

-BOZDAĞ:Bunun belgesi yok. Bu benim senaryom. Heykeller kırılınca bunun cevabı olmak gerekir, hükümet bunun cevabını düşünmüyor, birtakım insanların kendi duygularına yenilerek bu hareketi yaptığını zannediyor. Ama Bayar öyle düşünmüyor, Bayar onun hükümeti deneme hareketi olduğunun idrakinde. Binaenaleyh bu harekete karşı bir hareket yapmak lazımdır.

-Hamleye hamle yani.

-BOZDAĞ:Tabii. Bu işi mevcut kanunlarla da götürmek mümkündür ama zaman anladığın ortaya çıkmaz, şah mat demek lazımdır. Hükümete rağmen, Meclis'e rağmen o kanun çıktı. Tekek teker Meclis'i onar on beşer kişi davet etti, yemekler verdi ve onlara bu kanunu lehinde oy kullanmalarını rica etti, kendisinin ehemmiyet verdiğini söyledi. Nihayet kanun kuşa çevrilerek çıktı, çünkü kanuna Meclis de hükümet de karşıydı. Gereksizdi çünkü. Bir insanı kanunla korumak dünyada yok. Bir insana özel bir kanun çıkarmak onun zaafının ifade etmek demektir. Onun için Meclis bu düşünceyle kanunun birçok maddelerini değiştire değiştire kuşa çevirmiş ve gayet güdük bir kanun çıkmıştır. Sadece adı saltanatlıdır: Atatürk Kanunu.

-Sizin senaryonuz nedir?

-‘Bu kanun bir lekedir'

-KUTAY: Benim şahsi kanaatim şu, Atatürk'ü gayeleri ve hedefleriyle kendi çağdaşları arasında kimlerin anladığı ve kavradığı bir araştırma mevzuu olsa, bu kafilenin içinde İsmet Paşa olsa, İsmet Paşa sınıfta kalır. Atatürk kreatördür, ulaşmak için vasıtaları mubah kılacak kadar gayesine bağlı ve şerrin en kötüsü ehveni şerdir diyen bir adamdır.

Bir talihsizlik oldu Türkiye'de, İnönü Atatürk'ün halefi oldu. 38'den 50'ye kadar. İsmet Paşa, Atatürk'ü en az anlayan adamdır. Ve o dönemdeki bütün sıkıntılar Atatürk'e fatura edildi. Serbest Fırka Başkanı Ali Fethi'ye Ege'de yapılan karşılamada yer yerinden oynadı. İnsanlar öldü, biliyor musunuz? Ve ölen çocuğunu adam Ali Fethi'ye getirdi, "Senin açtığın hürriyet yolu için feda olsun" dedi. Ne oldu, Serbest Fırka üç ay sonra kapandı. Çünkü Mustafa Kemal oligarşiyi aşamadı. Çünkü Terakkiperver Fırka'nın feshedilmesinde, Mustafa Kemal'in o can ciğer, o gerçek memleketsever olan arkadaşlarından ayırtılmasından sonra ki kendisinin de elbette büyük hatası vardır, öyle bir oligarşi kuruldu ki beş senede, Atatürk bunu aşamadı. Ve Ali Fethi gibi yüzde yüz Batılı, namuslu bir adam kahrından kanser oldu, öldü. Bütün bunlar Atatürk adına tapulandı. Aradan 13 sene geçti, 50'ye gelindiğinde o zaman nasıl Türk milleti Serbest Fırka'ya aktıysa, bu defa Demokrat Parti'ye aktı. O zaman halk hürriyete kavuşunca bütün bu çektiklerinden mesul bir insan aradı. Cumhuriyet Halk Fırkası Ankara'dan en dar ve en felaket bir tarikatın şeyhi olan Kemal Pilavoğlu'nu aday gösterdi. Adam kazanamadı. Çok açıktır İsmet Paşa'nın beyanatı, "Bunlar altı ay dayanamayacaklar" dedi. Atatürk'ü Koruma Kanunu çıktığı zaman Bayar'a, "Bu kanun bu şekilde çıkarsa hiçbir netice alamazsınız çünkü insanların hayatı ve varlığı kanunlarla korunmaz" dedim. Bugün DP'den hayatta kalanlar da buna şahittir. Bayar bana, "Bu bir intikal devredir" dedi.

-BOZDAĞ: Bu kanun çıktı ve çıkar çıkmaz da Atatürk'e taarruzlar kesildi. Pilavoğlu kayboldu. Demek ki karşılıklı satranç oynayanlar şah mat dendiği zaman anladı durumu. Demek istiyorlardı ki, "Bunlar Atatürk'ü çok seviyoruz diyorlar. Yalan. Bunlar Atatürk'ü koruyamazlar. Atatürk'ün heykelini kırıyorlar, kimsenin kılı kıpırdamıyor." Bunu kullanacaklar. Bayar, alıyor elinden silahı; "Kullanamazsın, Atatürk Kanunu'nu getirdim" diyor.

-KUTAY: Bu kanun bugün yürürlükte, buna rağmen neler oluyor görüyorsunuz, demek ki hiçbir siyasi iktidar, kendisinin mevkiini belki de tezelzüle uğratır iddiası ve zannı önünde, hakikatleri rahat konuşamadı. Ben bugün bu kanunu Mustafa Kemal'in şahsiyeti namına bir leke telakki ediyorum.

Bir insanı kanunla sevdiremez ve koruyamazsınız. Bugün 19 Mayıslar'da, 29 Ekimler'de, 10 Kasımlar'da "Atatürk Atatürk" diye bağıranlar, Atatürk Tarih ve Dil Kurumu, bütün bunlar, Mustafa Kemal'i gerçek manasıyla anlaması ve anlatması icap edenler eğer bu vazifelerini yapsalardı bunlar olmazdı. Bu vazife, elbette tenkit edilecek tarafları varsa, apaçık tenkit ederek yapılabilir. Kim söylemiş Mustafa Kemal'in kurursuz olduğunu? Bu mutsuz adam 57 yaşında öldü. 57 senedir de bizden ayrı. Hala Mustafa Kemal'in bacağından kolundan tutup çekiyoruz. Demek ki, üstüne duracağımız ve iç yüzünü anlayamadığımız bir büyük miras var ortada. Unutmayın kızım, bu dünyaya Mustafa Kemal gibi yüce bir insan bir daha gelmez. -Röportajın sonu- (2)

www.canmehmet.com

Ve NUTUK dosyası açılıyor...

Devam edecek...

*Yoğunluk nedeni ile olsa gerek okuyucu yorumları ve cevapları; blog yönetimince eşzamanlı verilmediğinden okuyanlar yazılanları eksik değerlendirebilmektedirler. Yorum yazmak isteyenler, aynı yazının verildiği www.canmehmet.com  adresinde yer sınırlaması olmadan yazabilirler.

Resim;web ortamından alınmıştır.

Kaynakça;

(1) (http://www.timeturk.com/tr/makale/yavuz-bahadiroglu/mustafa-filmi-ve-latife-hanim-in-gizlenen-anilari.html)

(2) http://www.nuriyeakman.net/yillikroportajlar/1995   1995 Yılı Röportajlar

 

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..