Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Eylül '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ve Lucifer, "Para Para Para" dedi !

Ve Lucifer, "Para Para Para" dedi !
 

Bir ülkenin medeniyet seviyesi göstergelerinden biri de sıcak paranın yerini alan plastik paranın kullanım yoğunluğudur. Yetmişli yıllarda Anadolu'da yaşıyorduk ve bir hafta sonu şehrin varlıklı ailelerinden birinin çiftliğine davet edilmiştik. Diners Club kartını ilk kez orada görmüştüm. Para yerine geçtiğini söylemişti büyük ağa! Havasını da atmıştı. Toy halim anlayamamıştı denileni. Nerede ve nasıl kullanıldığını da soramamıştı.

Yanlış hatırlamıyorsam ilk kredi kartımı 1987 yılında Pamukbank'tan almıştım. Prestige Card idi adı. Doksanlı yıllarda cüzdanımdaki kredi kartı sayısı hızla artmıştı. 8 kredi kartım vardı ve itibarlı cüzdan sahibiydim vesselam! Sonra anladım ki o kartların ödeme tarihlerini dahi takip etmek büyük dertti! 1996 yılıydı ve bir sabah asistanım bankacıların aradığını söyledi. "Biz Türkiye'de yapılanmak ve ağırlıklı olarak kredi kartı pazarlamak isteyen bir Amerikan bankasıyız. İş dünyasından belirlediğimiz bazı yöneticilerle görüşüyoruz. Müsait olduğunuz bir günde ofisinize gelmek ve sizinle de tanışmak istiyoruz." dediler. Kabul ettim ben de ve ertesi hafta iki kişi geldiler. Çeşitli sorular sordular ve gerekli incelemelerin tamamlanmasından sonra da kartımın takdim edileceğini söylediler. Şaşırmıştım; ama hoşuma da gitmişti. Yeni bir kart sahibi olabilmek için hiç de alışagelinen bir uygulama değildi. Bir iki hafta sonra kartım geldi. Citibank kredi kartımın üzerinde "Kurucu Üye" yazıyordu. O yıllarda Türk bankalarının verdiği Visa ve Master kartlara yurt dışında şüpheyle bakılıyordu ve Citibank kartımla ben pek de havalıydım, hele ki üzerindeki "Founder Member since 1996" ibaresiyle !

Yıllar içinde yaşıma ve kariyerime bağlı olarak kredi kartlarına bakışım da değişti elbette. Artık, paradan para kazanılan, şimdi kredi kartıyla alayım, nasılsa bir ay sonra ödeyeceğim; parayı da bir ay işletirim diye düşünülen rantiye günleri de bitmişti. Bu arada kartlar da provizyonsuz imprinter devrinden modern POS cihazları devrine geçmişti. Her biri binlerce lira limitli gold-platin kartlara ne gerek vardı. Ev, araba alacak değildik ya! Yüksek limitler kişinin kredibilite riskini de yükseltiyordu. Bugün cüzdanımda üç kredi kartım var. Biri mutfak alışverişi için, ikincisi non-food alışverişleri için ve üçüncüsü de yurt dışı seyahatler için. Üçünün de hesap kesim ve ödeme tarihleri aynı. Böylece kontrolleri daha kolay oluyor. İki de nakit kartım var (özellikle kuruş düşmanlarına karşı) ve -acil durumlarda kullanma amaçlı- küçük bir meblağın dışında da nakit para taşımıyorum.

Kişisel düşüncem: Çağdaş ve modern her işletme nakit dışında plastik parayla da (kredi kartı, nakit kart) ödeme kabul etmeli. Ve ödemeyi ne şekilde yapacağına da müşteri karar vermeli. Müşterisini nakit ödemeye mecbur kılan bir işletme kesinlikle art niyetlidir ve kendi menfaatini düşünmektedir! Küçük işletmeleri tenzih ediyorum elbette de sokaktaki Milli Piyango tezgâhlarının dahi kredi kartı kabul ettiğini düşününce söyleyecek kelime bulamıyorum !

İstanbul'da asla vazgeçemeyeceğim ve -çok kızmama rağmen- kalan yaşamımda da yer alacak iki işletme var. Kapılarında büyük puntolarla şöyle yazıyor: KREDİ KARTI GEÇMEZ. Dikkat edin, "Müessesemizde kredi kartı kabul edilmemektedir." edilgenliğinde bir uyarı değil bu, nedenini sorarsan kafayı geçiririm. Keyfim misin, ben sıcak parayı seviyorum. Paran yoksa, git kart geçen yerde alışveriş et der gibi, "GEÇMEZ gardaş!" diyor. Mübarek Adam!! Tamam, kredi kartı geçmesin de ben nakit kart ile ödeme yapmak istiyorum! Yankesiciler ortalıkta cirit atarken neden üzerimde para taşımalıyım ki. Cüzdanımdaki kartlarım sigortalı; ama param değil !

Bir işletmenin kredi kartı kabul etmemesinin iki nedeni vardır;

- Müşteri kitlesi hazır ve sadıktır.

- Bulunmaz Hint kumaşı satmaktadır.

Her iki nedene de kendi iki vazgeçilmezimi örnek vereceğim!

- Bilenler bilir. Yılların Sultanmehmet Köftecisi her gün dolup taşmaktadır. Kazançları bol olsun. Ben de 1987'den beri her fırsatta gidiyorum. Muhteşem lezzetteki köftesinden 1.5 porsiyon, bol sirkeli piyaz ve üstüne de çayla irmik helvası yediniz mi, 25 lirayı hazırlamalısınız. Kredi kartı falan da geçmez, sıcacık nakit para olacak! Ee, 10% 2.5 lira bahşişi de unutmazsınız herhalde. Sizce günde kaç kişi yemek yiyordur orada. Hele yaz aylarında ve de hafta sonları. Hazır olun: 10 bin kişi. Çarpın lütfen ortalama 25 lirayla = 250.000 TL/gün. Hafta sonu bankalar da kapalı. Peki, kasalara sığmayan onca sıcak parayla neden uğraşıyor, nerede saklıyorlar? Ciddi risk! Sakın, çünkü banka kredi kartı komisyonu alıyordur demeyin. Bu kadar büyük ticari hacmi olan müşteriden hiçbir banka komisyon almaz. Kaldı ki KK komisyonları da %1'in altında. 250 bin TL için 2.500 TL ne ki. Bence hesap başka! Hadi, beyin jimnastiği yapalım: KK kabul etse, fiş kesse/kesmese, böyle büyük bir işletme Maliye tarafından didiklenir. Pazar gecesi kasada biriken 500 bin TL sizce Ptesi sabahı bankaya koşturuluyor mudur? Öyle olsa, KK kabul edilir ve parayla uğraşılmaz! Bence, küçük bir kısmı gidiyordur bankaya. Şu, kesilen fiş miktarıyla örtüşen tutar kadarı; ama büyük kısmı Köftecileri Yaşatma Derneği ile Fasulyeleri Piyaz Olmaktan Kurtarma Derneği'ne gidiyordur:) İşin bahşiş kısmı da ayrı bir sektör! Kim bilir ne disiplin içine yürüyordur! Kanımca -mutfakta ve dışarıda- en az 50 kişi çalışıyordur ve bahşişleri de eşit paylaşıyorlardır. Günde 25 bin TL bahşiş toplansa, adam başı 500 TL/gün. Ayda da 15 bin TL eder! Mutlaka asgari ücretlidirler de:)) Ben de garson olarak başvurmaya karar verdim! Hem köftemi yerim hem de -vergisiz- ne alâ kazanç!!

- Enteresan bir ayak numaram var! Sivri burunlu ayakkabıları 45, loafer tarzı olanları 46 ve spor ayakkabıları da 46.5 giyiyorum. Türkçesi: Türkiye'de ayakkabı bulmam oldukça zor! Sorarken bile çekiniyor insan! Tezgâhtarlar yok derken ayaklarınıza bakıyorlar! Ayakkabılar raflarda diziliyse mağazanın en sonunda, rafın da en altında oluyor 45'ler. 46'yı zaten unutun! 46 giyen kaç kişi var ki ve de gelip o mağazayı bulacak! O nedenle mağazalar 44'ten büyük numarayı satmıyorlar! Çok umurlarındaydı müşterinin mutsuzluğu! Geçenlerde yarım asırlık Cemal Kanca mağazasına girdim Çünkü vitrindeki bir ayakkabıyı çok beğenmiştim.

"Büyük numara var mı?"

"44 var."

"45 yok mu?"

"Karşı AVM'deki mağazamızda olabilir. Bir bakayım sisteme."

Suratından düşen bin parçaydı. Nesli tükenmiş adam! Sen de nerden çıktın? Şöyle küçücük elli-ayaklı erkekler makbul günümüzde. Erkek dediğinin ayağı bilemedin 43 olmalı der gibi bakıyordu gözleri. 10 dk kadar sonra elinde ayakkabı ile göründü. Beni sevmemişti, belliydi.

"Pek rahat olmadı. 45 mi bu? Üstten de çok sıktı. Bakın pot da yaptı. 46'sı yok mu?"

Çıkardığım kendi ayakkabıma kaydı gözleri. Ben son birkaç senedir Reebok'ın hava tabanlı DMX Max ayakkabılarını giyiyorum. Ondan başkası dayanmıyor. Çünkü ben ayda en az 60 km yürüyen bir Crazy-Jogger'ım !

"Şu ayakkabınızın haline baksanıza, ne hale gelmiş. Sizin ayaklarınızda ayakkabı tabii ki pot yapar!" demez mi bre zındık!

Böylesi durumlarda, artık siz de öğrendiniz ki ben evlerinin önü mersin adlı türküyü söylerim! Ama karşımdaki Nişantaşı çocuğuysa, Figaro'nun Düğünü'nden aryalar okuduğum da olmuştur. Gözyaşlarına boğulurlar ve bu insansılar benimle neden karşılaştıklarını uzun süre sormuşlardır kendilerine!

AB üyesi ülkelerden birinde ayakkabı dükkanı açacak olursanız, 48 numaraya kadar satmak zorundasınız. Dükkanınızda bulundurmanız gerekmiyor; ama müşterinize yok diyemezsiniz! Süre ister, getirirsiniz. Uzun yıllar yurt dışında yaşadığım için ayakkabı bulmak benim için hiç sorun olmadı; ama artık ağırlıklı olarak Türkiye'de yaşıyorum ve şıpıdık terliklerle toplantıya girdiğimi düşünemiyorum:)

İkinci vazgeçilmezimin varlığından aslında uzun yıllardır haberdardım. Gazetede bir haber okumuştum hakkında. Ünlü basketbolcüleri giydiriyordu ve ürettiği ayakkabılar 45 numaradan başlıyor, 55'e kadar gidiyordu. Hatta sipariş üzerine daha büyük numaraları da üretebiliyordu! Adım Kundura. Gidip Beyoğlu'nda buldum. Vitrinindeki ayakkabılar Gulliver için yapılmış gibi duruyordu! Müşterileri birer dev olduğu için de küçücük dükkana aynı anda iki kişiden fazlası giremiyordu. Ama büyük ayaklılar için bir hazine odasıydı adeta! Fiyatlar 150-200 TL arasında değişiyordu ve bir iki çift alıp da iş ödemeye gelince Kredi Kartı Geçmez gerçeğiyle yüzleşiyor, ATM'nin yolunu tutuyordunuz! Cumhuriyet Altını ve döviz de kabul ediliyordu:) İstersen alma! Cemal Kanca'dan 45 alıp burnunu kestirmek de bir çözüm tabii:))

Oy Asiye Asiye
Tütün goydum kesiye

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..