Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Yalnız adam: Sait Faik

Yalnız adam: Sait Faik
 

Yalnızlık nedir? İnsan, yalnızlığı seçtiyse, yalnız değildir. Ki çoğu insan yalnızlığın kötü, acınacak bişey olduğunu düşünür. Bazen iki, üç, dört, beş kişilik kalabalıklarda boğulur insan. Kim olursa olsun karşısındakiler; sevmiyorsa, anlaşamıyorsa… o zaman, o kalabalık kötüden de öte berbat bi durum değil midir?

Bazen de sebepsiz, bi sebebi yoktur yalnız olmayı istemenin. Ruhu, yüreği istemiyordur kalabalığı, başka bi insanı, insanları. Belki kendi kendisinde boğuluyordur, belki dünya dar geliyordur. Aslında yalnızlık daima güvende olma isteğidir. İnsanı çoğu zaman yakınları kırar ya… “o kadar yakın olma bana, beni kırmanı istemiyorum” diyebilir. Ama başka insanlar hep bişeyler üretirler kendi değer yargılarına göre. Efsaneleştirler bile o yalnızlığı.

Fakat kişi yalnız olmayı tercih etmeyip de, yalnızlık başına gelmiş mecburi bi durumsa zor tabii.

Murathan Mungan ne demiş yalnızlığa dair; “yalnızlık bir insanlık halidir ve bizde genellikle kimsesizlikle karıştırılır… Yalnız kalma korkusuyla yapıştığımız herhangi bir ilişkiyi süreklilik ve sadakat zannediyoruz. Önce yalnız kalmayı ve bunu taşımayı öğreneceksin ki, seçtiğin beraberlik kıymetli bir hale gelecek. O beraberlik içinde de yalnız kalabilceğin zamanları ayırabileceksin”

***

“Akşamüstleri Tünel’den Taksim’e doğru sol kaldırımdan yürürseniz, gözünüze dalgın, siyah gözlüklü, yüzü kederli ama müthiş kederli, yüzündeki keder besbellidir, elle tutulacak gibi, yüzde donup kalmıştı, pantolonu ütüsüz, ağarmış saçları kabarmış bir adam çarpar. Bu adamın, Beyoğlu kalabalığı içinde bir hali vardır ki, (daha doğrusu her hali) size bu koskocoman şehirde yalnız, yapayalnız olduğunu söyler. Bu neden böyledir? Orasını kimse de bilemez. Bazı adam vardır, insan yüzünde sırf hınç, kin olur. Bazısında gurur, bazısında neşe, bazısında bayağılık, aşağılık… Kadıköy iskelesinin kanepelerinden birine oturmuş, heybetli köylüleri, çıplak ayaklı serseri çocukları, hanımefendileri, seyrederken rastlarsınız. Bu adam hikayeci Sait Faik’dir.

Yaşar Kemal 1951-63 yılları arası on iki röpörtaj yapmış gazeteye. Nasıl güzel betimlemiş Sait Faik’i. Sade bir o kadar da gerçek. Röportajı edebiyat haline getirmiş. Şimdilerde o röpörtajlar YKY den Ara Güler’in fotoğraflarıyla yeniden yayınlanmış.

Ara haberi verdikten sonra yine Sait Faik’e döneyim. Döneyim de biraz hesap sorayım, sadık okuyucusu olarak. Hakkım var mı peki? Var tabii. Gencecik yaşında bu kadar neden kederliydin? Aslında kederli biri değildin sen; şakacı ve muziptin…Hem yalnız olduğunu mu sanıyordun? Anlattığın o güzel, akıllı, üçkağıtçı, cin, düzenbaz, tembel, saf, insanlarla birlikteydin hep. Hep onları gözlemleyip arkadaşlık ediyordun. Hep insanı, insanlık hallerini anlattın. Aradan onca yıl geçmesine rağmen, yüzümüzde, gülümseme, huzur, kızgınlık, öfke duygularını yerleştiriyorsun.

Belki yüzünden okunan keder son yıllarında oluşmuştu. Ya da yılların birikimiydi. Duygulu insandın vesselam. Bu dünyanın herkese yettiğini, yeteceğini herkes gibi sen de biliyordun, hatta herkesten daha iyi biliyordun da, insanların neden birbirini bu kadar yaralayıp, paylaşamadıklarının ne olduğunu mu anlamaya çalışıyordun? O yüzden miydi, bu kadar kendine kahrın, kederin?

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..