Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '17

 
Kategori
İlişkiler
 

Yalnızlık, sosyal ağlar ve gençlik

TIME dergisi, “10 IDEAS SEARCHİNG” araştırması yaptırmış. Milliyet gazetesi de epeyce bir zaman önce, bu araştırmanın başlıklarına ve kısaca içeriklerine, iç sayfasında yer vermişti.

Benim dikkatimi çeken, araştırmada yer alan başlıklardan bir tanesi olan “Yalnız yaşayanların oranı artıyor” idi.

Yalnız yaşamanın olağandışı bir şekilde artması, son yılların en büyük sosyal değişimi olmuş. Tüm dünyada 1950’li yıllara göre, tek başına yaşayanların sayısı, ortalama %20 artmış. Tek başına yaşamak, eskiden, insanların ne kadar yalnız olduğunun en büyük işareti olarak görülüyormuş. Şimdi ise, yalnızlığın tanımı değişmiş.

Yalnızlık; tek başına yaşayıp yaşamadığımızla değil, yalnız hissesip hissetmediğimizle ilgiliymiş. İnsanlar, artık en büyük yalnızlığın yanlış kişiyle yaşamak olduğunu düşünüyormuş. Artık tek başına yaşamak, bir amaca hizmet ediyormuş:

Kendimize özgü değerlerin peşinden koşmayı, kendi kendini kontrol etmeyi, kendini tanımayı, yetişkinliğe geçmeyi ifade ediyormuş.

Yalnız yaşamak; ne zaman, ne yapmak istediğimizi; kendi şartlarımızda belirlememizi sağlıyormuş. İsteklerimizin, ikinci bir kişinin taleplerinin arkasında kalmasını, engelliyormuş. Böylece, kendimizi keşfetme fırsatı sağlayarak, bize bir anlam ve amaç veriyormuş.

* * *

Araştırmanın sonuçlarına diyecek bir şeyim yok.

Demek ki, yalnızlık, “yalnız hissedip hissetmediğinle” ilgiliymiş.

Aslına bakılırsa da, doğru değil mi?

Bedenimizi ve ruhumuzu çevreleyen kent keşmekeşliği, hengamesi, bir şeylerin ardından gidilmesi “zorunluluğu”, “hayat gailesi”, diyebileceğimiz kent hayatının monotonluğu ve “mekanik ilişki” rutinleri, pekâlâ insanları, yalnızlığa itiyor.

Böyle bir çevrede, insanın kendisini, “yalnız hissetmesi” normal.

Çıkar ve hayat kazanma telaşesinde, insanların, şöyle bir durup bakıp, yalnızlaştıklarını bile fark ettiklerini söyleyebilmek...

Evet, esas yalnızlık duygusunun acıtacak tarafı...

Kendini, yalnız hissedip hissetmediğindir.

Yalnız yaşayan insanların “oranının artması” ise, tamamen kişisel bir tercihtir...

* * *

Gençlerle ilgili programları izlerken dikkatimi çeken hususlardan biri de, “sosyal medya ve gençlik” veya “sosyal medya ve gençlerin bu medyayla olan ilişki ve vaziyetleri”...

Günümüz gerçekliğinde...

Adına ister...

Sosyal medya densin...

İster, sanal eğlence ağları densin...

İster, sosyal ağlar densin...

Mikro teknolojilerin nasıl kullanıldığıdır önemli olan.

Facebook...

Twitter...

Linkedin... Gibi mecralar, yadsınamaz ve insanların zamanlarını aldığı veya boş şeylerle onları eğlediği gerekçesiyle de, “tükaka” edilemez.

Evet, bu sosyal ağlar; eğer denge (balance) gözetilerek kullanılıyorsa bir sorun yok; ama karşısında sadece “eğlence” maksatlı saatlerce zaman harcanıyorsa, bence burada, sosyal ağda bir sorun aranmamalı; sorun, bunu kullananın, buna, nasıl baktığıdır??

Sosyal ağlar, 21.yüzyıl küresel dengesinin ön önemli itici güçlerinden biri hâline geldi.

Bunu, sadece “Arap Baharı” örneklerinden hareketle söylemiyorum.

İş dünyasında bile, sosyal medya denen, bu sosyal paylaşım sitelerinin önemi artmakta.

İşverenler, iş başvurusunda bulunan adaylarında, sosyal medyada aktif olup-olmadıklarını da dikkate almaktaymış.

Esasında...

Mikro teknolojilerin, bilinçli ve dengeli kişilerin elinde, ne kadar da faydalı kullanıldığını ifade etmeye gerek yok.

Hani bir aralar çok fazla tekrarlanıyordu ve slogan hâline getirilmişti:

“Medya okuryazarlığı” ifadesi.

Bu bağlamda, mikro teknolojileri bir “canavar” gibi veya “hayatları bitiren ve söndüren” bir aygıt gibi, takdim etmenin anlamı da yok!

Gerçeklerden kaçılarak, istenmeyen durumdan da kaçınılmış olunmaz.

Çünkü, ben de ara sıra gençleri “eleştiren” düşünceleri serdederim.

Tabii ki, çok bilinçli, neyi neden yaptığını bilen kitle de yok değil.

Evet, doğrudur...

Gençlerin çok fazla bilgisayar teknolojileriyle yüzgöz olmaları, onları hayattan koparabilmekte ve “asosyal bir kişilik” edinmelerine yol açmakta...

Ama, bu durum da, “denge” denen yetinin edinip-edinilemediğiyle ilgilidir.

* * *

Abartıya kaçmadan, sosyal yaşamdan kopmadan, pekâlâ sosyal ağlarla, ya da genel olarak söyleyecek olursak teknoloji yoğun hayatla da barışık ve kendine “yeni bir şeyler” katan bir yaşam düzlemi idare edilebilir.

Teknolojiden koparak veya teknolojiyi “tükaka” ilan ederek, varolan psikomotor sorunlar bir hâl yoluna sokulamaz.

Teknolojiyle ve sosyal yaşamla “barışık”, yine “kendine bir şeyler” katan bir hayat düzlemi, gayet idare edilebilir biçimde yaşanabilir. 

NOT: Bu makale, 2012 yılında yerel bir gazetede yayımladığım bir yazı olup, güncellik taşımayabilir.

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..