Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yalnızlıkta tutunamayanlar

Yalnızlıkta tutunamayanlar
 

Hani şu yürekte bir boşluk var ya; en kalabalıkta, en eğlenceli yerde, en güzel manzarada, en sevilenin yanında, en mutlu olduğunu düşündüğün an da bile sessizce gelip cızzz diye insanın içini yakıveren yalnızlık… Acıtıverip kendini hatırlatan, bazen de uzun uzun, sızım sızım sızlayan boşluk var ya! Onun üzerine yazmak istedim bugün.

Bilirsiniz birçok filozof ve psikiyatr, insanın doğadan kopuşuna bağlar o yalnızlığı daha doğrusu içimizdeki bu boşluğu... Filozoflara, bilim adamlarına sorarsan doğadan kopuşla başladı bu boşluk ve gittikçe büyüyecek… Din adamlarına sorarsan, Tanrıdan ve ilahî düzenden kopmakla başladı bu boşluk… Fakat hepsi de modern yaşama biçiminin benimsenmesiyle ilişkilendirirler o boşluğu, yalnızlık ya da ne bileyim anlamsızlık duygusunun, en azından tavan yaptığı konusunda hem fikirler…

Peki, bu anlamsızlık duygusundan kurtulmak için bir şeyler yapıyor muyuz? Tabii ki kaçış planları yapıyoruz; sanki içimizdeki boşluğu da kendimizle birlikte götürmeyecekmişiz gibi. İşten, evden, insanlardan, aileden, şehirden, hatta ülkeden kaçmayı düşlüyoruz. Bizi çevreleyen her şeyden kaçıvermek istiyoruz bir gün, ve hiç geri dönmemek… O yerin neresi olduğunu bile bilmiyoruz ama beynimizde kaçış planlarıyla yaşayıp gidiyoruz hep. Hepimizin özlediği bir yer, o boşluğu dolduracağına inandığımız bir gökyüzü, bir deniz, henüz hiç karşılaşmadığımız insanlar, henüz hiç başımızı koymadığımız bir yastık hayal edip, kendimizi avutuyoruz. Hatta hiç yapmadığımız işleri meslek edinip para bile kazanıyoruz düşlerimizde.

Mesela ben İspanya’ya, İtalya’ya benzeri birçok anlamlar yükledim. İçimdeki boşluğu oralardaki renklerle, oraların güneşiyle, oralarda tanıyacağım insanlarla doldurabileceğimi hayal ettim nedense uzun yıllar.  Hiç yurt dışına çıkmadım oysa… Ancak bu iki ülke ile birlikte Küba ve boydan boya Afrika hep çekici gelmiştir bana

Haaaaa unutmadan hemen en başa yazmam gerekeni ekleyeyim… Bir sahil köyü de daha çok şey ifade eder bana… Küçük bir ev… Yeşillikler içinde… Yatınca sesini duyabilmeliyim denizin. Bu yeter bana. Doğal insanlar olmalı çevremde. Üretim içinde olan, yemeyi ve içmeyi seven… Gülebilen, gülmeyi doğal sayan…

Doldurabilir mi bunlar içimizdeki boşluklarınızı derseniz, kesinlikle evet diyorum ben. Daha iyi dönüyorum ben her defasında kısa ya da uzun gidiş dönüşlerden. Çünkü farklı olmadığımı iliklerimde hissediyorum… Gördüğüm insanların hepsinde de aynı boşluk nüksediyor zaman zaman. O boşluğu doldurmak için aynı bizim gibi davranıyorlar. Tüm insanlar birbirlerine dokunarak, birbirlerinin hayatlarını merak ederek, mümkün olduğunca aile bütünlüğünü koruyarak, en az bizim kadar, hatta bizden bile fazla dedikodu yaparak, aynı bizim gibi sevdiklerinin boynuna atlayıp kucaklayarak bu anlamsızlıktan kurtulmaya çalışıyorlar. Bu başarısızlık, yenilmişlik değil… İnsanın kaderi… Hatta bu anlamsızlığı sevmeyi bile öğreniyor bazen insan… Tek bir anlamı olsaydı yaşamın ne kadar sıkıcı olurdu yaşamak demeye başlıyorum bazen…

Çok çok eski (belki otuz yıl) bir anım canlanıyor zaman zaman gözlerimin önünde. Çok uzun süreli bir kamp yapmıştık arkadaşlarımla… İsimler bile bu gün hayali oldular; Yıldızlı bir gece… Silivri sahilindeyiz… Açık bir alanda büyükçe bir kilimin üzerine yayılmış tanış/dost 8–10 kişi, yemekler yenmiş, türküler söylenmiş… Sessizce şaraplarımızı yudumlayıp sigaralardan efkârlı nefesler çekiyoruz. Benimle birlikte (eminim) herkesin içindeki boşluk ve yalnızlık duygusu depreşti yıldızlı gecede. Bir süre sonra bir arkadaşım, başını benim kucağıma yaslayıp elimi saçlarına doğru sürükleyerek, saçlarıyla oynamamı istedi sessizce. Aynı anda Filiz Ahmet’in dizini kendisine yastık yapmış, Filiz’in kucağına ise Emel yatmıştı… Adnan başını Elif’in omzuna koymuş, Elif’te ayaklarını Ahmet’in kucağına yerleştirmişti… Birbirimize dokunarak sessizce aşmaya çalıştık o koskoca gök kubbenin altındaki yalnızlığımızı, içimizdeki boşluğu.

Döndüğümüzde kendimi evime, bu ülkeye, bu tarihe, bu insanlara ve en önemlisi bu dünyaya daha ait hissetmiştim. Ramazan davulcusunun sesini bile sevip bahşiş vermiştim… İş yerine gittiğimde arkadaşlarımla daha içten kucaklaşmış, rakı sofralarını daha neşeli olmuştum. Bankada, sokakta tanımadığım insanlarla daha çok konuşmaya başlamış, yoldan gelip geçerken mahalle esnafıyla daha çok selamlaşmıştım… Değişiklik iyi gelmişti, belki de o en çok, birlikte olduğum ve kaçmak istediğim yerlerdeki insanların da bizimle aynı olduğunu görmek iyi gelmişti…

Unutmadan…. Bu gidip dönüşler birisi içinse eğer, her biri özeldir… O konuyu bu anlattıklarımla birleştirmeye kalkmayın sakın.

 

 

 
Toplam blog
: 615
: 948
Kayıt tarihi
: 25.06.10
 
 

1959 Denizli doğumluyum.. İ.Ü. İktisat Mezunuyum.. Emekliyim ve hala çalışıyorum.. Yaşam bizden önce..