Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '07

 
Kategori
Genel Sağlık
 

Yaşamın sonu, bakteriden mi, bakterisizlikten mi?

Yaşamın sonu, bakteriden mi, bakterisizlikten mi?
 

Yaşamın sonu teorilerine hep ilgim olmuştur ama özellikle tıp kökenli iki teori çok fazla dikkatimi çekmiştir.

İlki bakterilerin antibiyotiklere karşı gösterdiği dirençti. Aslında bir yanıyla evrim teorisinin de ciddi bir destekçisi olan bu teoriye göre, bizlerin vücudumuzdaki bakterilerden kaynaklı hastalıkları yenmek için kullandığımız antibiyotikler zamanla bakterilerin direnç geliştirdiği etkisiz silahlara dönüşüyorlardı.

İlaç sanayi zaman geçtikçe daha güçlü ve etkileşimli antibiyotikler geliştirse de, bir süre sonra bakteriler son gelişen düzeyle de mücadele edecek bir yetenek gösterebiliyorlar. Bu nedenle tedavilerde ikili, çapraz antibiyotik kullanımı da bir yöntem olarak gelişmiş durumda. Ancak bırakın günümüzün bakteriyel hastalıklarını, tarihin sahnesine gömüldüğü düşünülen bir takım hastalıklar bile yeniden hortlamış durumda. Bunlardan en önemlisi ise tüberküloz ya da diğer adıyla verem. Veremin yeniden hortladığı ve ciddi önlemler alınmazsa önemli bir tehdit olacağı Dünya Sağlık Örgütünün metinlerine yansıyalı epey bir zaman oldu.

İnsanoğlunun ilaç geliştirme becerisi ile bakterilerin direnç yeteneğinden hangisi galip gelir bilemem ama söz konusu yaşamın sonu teorisi benim oldukça ciddi aldığım teorilerden birisi.

Ancak son yıllarda daha da fazla ciddiye aldığım teori ise hijyen teorisi. Konuyla ilk kez National Geographic Dergisinin Mayıs 2006 sayısında denk gelmiştim. Konu aslında alerjiydi. Ancak alerji başlı başına ilginç bir konuydu ve fazlası ile açıklama bekleyen karanlık noktası vardı. Uzmanlar konuyu açıklamak için çeşitli teoriler geliştiriyorlardı. Ama beni en çok ikna eden hijyen teorisi olmuştu. Alerjinin tanımı aslında oldukça basitti; genellikle vücuda zararlı olmayan maddelerin insanın bağışıklık sistemi tarafından düşman olarak algılanması ve vücudun bu düşman zannettiği maddeye karşı beklenmeyen tepkiler üretmesi idi.

Ancak alerji denilen olgu aslen bir kent ve gelişmiş toplum hastalığı idi. Kır yaşamında, sağlıksız da olsa doğal yaşam yakın ortamlarda yaşayan toplumlarda alerjiye rastlama sıklığı oldukça düşüktü. Sağlık hizmetlerinin geliştiği, çocukluk hastalıklarının birçoğunun ortadan kaldırıldığı, her türlü enfeksiyonun kolaylıkla bertaraf edildiği toplumlarda alerji belirtileri oldukça yüksek çıkıyordu.

Ancak sağlık hizmetleri kadar etkili olduğu düşünülen diğer bir etken ise yaşamda hijyenin sınır tanımayan düzeylere çıkmasıydı. Yaşadığımız ortamlar, evlerimiz, iş yerlerimiz doğadan tamamen kopuk, içerisinde insandan başka hiçbir varlığın ( en ufak bakterilerin bile) yaşamasına imkân verilmeyen ortamlara dönmüştü.

Bu dönüşümün hangi düzeye ulaştığını, aslında televizyonda sık sık karşımıza çıkan temizlik ürünleri reklâmlarına bakınca da anlamak mümkün. Her çıkan yeni ürün, bulunduğunuz ortamdaki en dip köşe noktalardaki, en ufak yaşam belirtisini bile nasıl ortadan kaldırmayı vaat ederek bizleri ikna etmeye çalışıyor. Diş macunlarından, inşaat malzemelerine, halılardan tekstil ürünlerine kadar oldukça geniş bir antibakteriyel ürün yelpazesi de oluşmuş durumda.

Her duyduğu yeni hastalık karşısında telaşa düşen bizlerde (zannedersem daha çok bayanlar) bulunduğumuz ortamları, özellikle de evleri doğadan tamamen yalıtılmış hale getiriyoruz. Her birimiz kendi evimizi doğanın korkunç kirine karşı kurtarılmış bölge ilan etmeye çalışıyoruz. Çocuklarımızı da bu evlerde, koruma altında yetiştirme gayretine girişiyoruz. Dünyanın doğal yapısı ile tanışmayan yeni neslin bünyesi de karşılaştığı her yeni şeye düşman muamelesi gösteriyor ve alerji gittikçe günümüzün hastalığı olma yolunda ilerliyor.

Benim içinde yer aldığım orta kuşak ya da bizden üst kuşakların dile getirdiği bir gerçek aslında giderek yaşamsal bir sorun haline geliyor galiba; Yeni kuşak çocuklar ayakları toprağa değmeden büyüyorlar ve doğayla paylaşımları oldukça sınırlı.

Ve ne yazık ki, yeni nesli daha fazla hijyenik ortamlarda, doğadan yalıtık koşullarda yetiştirmek onlara verilmiş en kötü hediye olacak. Belki de, başka gezegenlerde kurmayı düşündüğümüz kendine ait atmosferi olan üsleri kendi dünyamızda kurmak zorunda kalacağız.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..