Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '09

 
Kategori
Psikoloji
 

Yaşantımızdaki doz ayarları

Yaşantımızdaki doz ayarları
 

Doz ayarı, doz aşımı gibi tabirler aslında tıp terimi olsada bizimle, güncelerimizle doğrudan bağlantılı. Yaşantımızda yaptığımız ayarlamaların bize getireceği sonuç olumlu veya olumsuz olabilir. Tamamen şahsımızla, kişiliğimizle, beynimizle oluşturduğumuz bir yaşam tarzı...Buyrun birlikte bakalım:

Eğri oturup ama doğru söyliyelim, biz toplum olarak neyi "İYİ" biliyoruz, neyin doz ayarını iyi yapıyoruz? Meselâ;

Bir ayın sonunda aldığı maaşını, vitrinlerin cazibesine dayanamadığından, bir haftada bitirip geri kalan yirmiüç gününde parasız gezen vatandaşımız.. Burada, aldığı maaşla, bir ayın otuz gün olduğu bağlantısını kuramayıp ince ayarı kaçıran çalışanımız. Yetmeyince kredi kartı var yedekte, onu harcar, tatlı tatlı harcar da ödemede sıkıntı yaşar...

Cep telefonları teknoloji harikası bir şey. Az ve öz konuşulacak, çok ve uzun süreli konuşmaların beyin tümörleri yaptığı tıp otoriteleri tarafından kanıtlandı. Biz ne yapıyoruz, telefon kulağımıza yapışıncaya kadar konuşmaya devam...Ölçüyü kaçırıyoruz.

3G görüntülü cep telefonları hizmete girdiği ilk üç günde biz, İngiltere'nin bir yıllık görüşmesini yapmışız. Bu görgüsüzlük değil de nedir? Yok mu bir ayarı?

Evlerdeki televizyonlar sabahleyin açılır, gece yatıncaya kadar. Seyredilsin veya seyredilmesin ama hep açık tutulur. Evde çocuklar var, ders çalışacaklar, yarın sınavları var. Kimin umurunda? Anne dizilerden baba maç keyfinden feragat etmedikten sonra...Sonrada, "çocuklar başarısız" deyip, sebebi öğretmenlerde, okulda veya başka odaklarda aramaya, sebep yaratmaya gayret ederler. Burada anne ve babanın küçük fedakarlığı, yarınlar için büyük önem arzeden bir durumdur, bir ayarlamadır. Ayrıca yayılan elektro manyetik şuaların insan vücudundaki negatif etkilerini de unutmamak gerekir.

Pazar alışverişleri, hiç doymayacakmış gibi, hırslı yapılıyor. Soğutucular olsa bile, bayatlama ve bozulmalar oluyor. Ürün ve bütçe israfı. Taze yeme şansı azalıyor. Evdeki kişi sayısı ve olabilecek yemekli görüşmeler gözönüne alınarak yapılmalı.

Alkolü onaylamıyoruz. ama içmeyi de bilmiyoruz....Alkol alınıyorsa, illâki şişenin dibini görmek mi lâzım? Eğer şişe büyükse....Küfelik olmuş, o zaman eve arkadaşları getiriyor. Ne yaparsak yapalım, dozunu iyi ayarlamak lâzım.

Komşularla arkadaşlıklarda.....Bey, erken saatte kahvaltı yapmadan, aç acına evden çıkıyor. Ancak yetişirmiş. (yazık o beye) Hanım uykuyu seviyor, saat 9 veya 10 sıralarında, hazırladığı kahvaltısına, can-ciğer komşusunu çağırıyor. Neş'e ve sohbet eşliğindeki kahvaltı, bir gün burada, ertesi gün komşuda devam ediyor. Zamanla sırdaş oluyorlar.

Karşı tarafa verilen her sır, ilerisi için bir malzeme bir koz oluyor. Çok muhabbet tez ayrılık getirir misali çok geçmeden bu iki samimi arkadaş, bizim bilmediğimiz bir sebepten darılmış oluyorlar. Görüşmelerde mesafe iyi ayarlanabilseydi herşey daha güzel olurdu.

Herkes çocuğunu çok sever ama sevgide ölçüyü de bilmiyoruz. Çocuğun her dediğini yapıyoruz, ne isterse alıyoruz, almaya çalışıyoruz. Hayır demeyi bilmiyoruz. Sevgiden şımararak büyüyen çocuk, zamanla "özgür birey" olma yolunda mutluluğun da ana-babadan uzaklarda olacağını zannederek, farklı kulvarlarda farklı heyecanlara yenik düşecektir. Böyle mi olmalıydı? Tabii ki hayır.

Bazı anne-babalar da sevgide çocuklarına cimri davranıyorlar. Sevgi yoksunu olarak büyüyen çocuk, bir tatlı tebessüme, sevgi sözcükleriyle süslenmiş vaadlere kanıp kolayca evlerini terkediyorlar. Mutluluğa koştuklarını zannetseler de, hüsrana gittiklerini kısa bir zaman sonra fark ediyorlar. Sevgide de ayarlamayı iyi yapmak gerekir.

Trafikte, belli güzergahlara hız sınırı konulmuş. Yerleşim birimidir veya başka bir sebep vardır. Ama boşuna değildir. Sürücü önemsemez, radarla tespit edilse veya polis ceza yazsa, ödermiş arkadaş. Parası çok herhalde...Ama nedense kaideye uymak ikinci plandadır. Uzun yolda yüzaltmış ile araç kullanan bu kuralsızlara, yanındakilere hava atmak daha keyifli geliyor...Sonra mı, hiç arzu edilmeyen bir durum, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde....(Allah korusun.)

Son günlerde Türkiye olarak gündemimiz "domuz gribi." Nasıl da abartıyoruz!!! Normal gripten farkı olmadığı anlaşılan bu rahatsızlıkla ilgili, önlem olarak elleri bol sabunlu suyla sıkca yıkamak, burnumuzu günde birkaç defa bol suyla temizlemek yani hijyen. Bağışıklık sistemimizi güçlü tutmak. Bu da sağlıklı beslenme, düzenli uyku ve stressiz yaşamla mümkün. Diyelim ki bulaştı, istırahat ve tedavi gereği ilâçlar...Daha başka endişeye gerek yok. Ama ajite etmeyi severiz biz.

Domuz gribi aşısı hakkında çeşitli spekülasyonlar var. Lehinde veya aleyhinde fikir beyan etmiyeceğim. Lâkin biz aile olarak, büyüklerimiz de, okula giden çocuklarımız da bu aşıdan yaptırmıyoruz.. Aile bireylerimize "bilinç" aşılıyoruz.

Son olarak blog konusuna deyinmek istiyorum. Bilgisayar veya blog alışkanlığı "bağımlılık" durumuna gelmemeli. Düşünün bir kere, sabahtan başlayıp yatıncaya kadar bilgisayar. Gözlerin bozulmasına sebep, maruz kalınan şualar, tüm zamanımızı alması. Bu yüzdendir ki, bendeniz, haftada bir defa blog yazıyorum. Blog okumayı çok seviyorum ama günde belli bir zaman dilimi ayırıyorum. Verdiği bir mesaj veya fayda varsa okuyorum. Vazgeçemediğim yazarlar var, mutlaka okurum. Yorum yazarak ilgi gösterdiğim ama ilgisiz kaldıklarımdan da haliyle çekiliyorum, zira herşey karşılıklı ilkesi var. Yani benim açımdan bu da bir doz ayarlamasıdır.

Sağlıklı ve mutlu günler dilerim....Esen kalın...

Gül Alkan

 
Toplam blog
: 344
: 1671
Kayıt tarihi
: 09.04.09
 
 

Özel bir finans kuruluşundan emekliyim. Hayatın her aşamasını acısıyla tatlısıyla yaşamış biri ol..