Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Yaşlandık ya... Nostalji takılalım biraz.

Kızım sabah sabah erkenden “Günaydın Babacığım” diyerek uyandırdı.

Aslında sabahları (hele bir de geç yatılmışsa) insanlar sinirli olurlar genelde. Ama ben belki de kızım uyandırdığı için sinirlenmedim. Bilakis o güzelim “Günaydın” kelimesi bir tebessüm bile ettirdi bana. Hele ki diyen kızımsa... Kız çocukları daha tatlı olur derlerdi de inanmazdım. Doğruymuş. Oğlanda bu yazıyı okursa ayıp olacak ama neyse. Başınızı ağrıtmayayım.

“Günaydın” kelimesi bana çok önceden seyrettiğim bir filmi hatırlattı.

“Goodmorning Vietnam..” Bildiniz değimli ?..

Ben çok beğenmiştim. Tabi filmi sevmemin nedenlerinden biri, filmdeki Radyo Spikerinin sevecenliği, birde Amerikan askerlerinin kendilerini de sorgulamalarını anlatmasıydı.

Eski, yerli ve yabancı filmler içinde çok güzel bulduğumuz, hatta uzun süre etkisinde kaldığımız filmler vardır.

“Yurttaş Kane” de bunlardan birisidir mesala. Usta aktör Orson Welles’in olağanüstü oyunu ile bir Medya Devi’nin hayatını anlatır.

Ne bileyim ?. Shindler’in Listesi, Piyano, Hayat Güzeldir gibi Hitler Soykırımını anlatan filmlerde uzun süre hafızalarımızdan silinememiştir.

Bir de çok öncelerden seyrettiğimiz “Rüzgar gibi geçti”, “Cazablanka” gibi yada “İyi Kötü Çirkin” gibi Vestern filmlerde çok güzeldi.

Zaten bir filmi görerek izlediğimiz zaman bence en kötü gibi (ya bu filmi de kim seyrediyor ki dedirten cinsten) görünen filmlerde bile bir güzellik bir sürükleyicilik bulunduğunu görürsünüz.

Tabi sinema deyip te Türk Sineması ve Yılmaz Güney’den bahsetmemek olmaz.

Sinemamız da Yılmaz Güneyden önce, onun dönemi ve sonrası vardır bana göre.

Daha sinemamız emekleme aşamasında sayılırken, siyah beyaz filmler döneminde yaptığı “Umut” filmi seneler geçtiği halde başyapıt olarak kalmıştır.

Zaten Yılmaz Güney’in “Umut” filmini 12 Mart Muhtıracılarından gizli olarak yurt dışına çıkarıp festivale sokması ve bu filminde o festivalden en büyük ödülü alması bunun kanıtıdır. Türk sinemasının yüz akıdır “Umut” filmi. Fakat ne hikmetse birilerini korkutmuştur.

Hepside birer şaheser olan; Ağıt, Acı, Endişe, Hudutların Kanunu, Yol, Duvar ve seneryosunu yazdığı bir diğer usta aktör Tarık Akan’ın oynadığı Sürü gibi filmleri de vardır Yılmaz Güney’in.

Fakat ne yazık ki 12 Eylül generalleri tarafından çoğu yakılmıştır.

Arada bir TV’lerde yanmaktan kurtulan bazı filmleri yayınlanır. Yakın zamanlarda “Arkadaş” ve “Şeytan Kayalıkları” adlı filmleri yayınlanmıştı. “Arkadaş” ilk gösteriminde Burjuvazinin bayağı tepkisini çekmişti. Çok yankı yapmıştı.

Birde Ayhan Işık vardı. Maalesef erken ayrıldı bu dünyadan. Kudurarak ölen oğlunu anlattığı “Oğlum İçin” filmi unutulmazlar arasına girmiştir.

Sinemamızdaki tüm unutulmaz sanatçı ve filmleri anlatmaya sayfalar yetmez dostlar.

En iyisi bu bayram günü gülümseyerek okuyacağınızı umduğum bir sinema maceramı anlatayım kısaca.

Bayram Şekeri yerine geçsin ha… Ne dersiniz ?..

1974 veya 1975 olabilir o zamanlar Ankara Kavaklıdere’deki Bestekar Sokakta ”Oto Lastik Tamiri” dükkanında çalışıyorum. Çalıştığım dükkanın olduğu apartmanın en üst katında babaları Deri Tüccarlığı yapan zengin bir aile oturuyor. Bu ailenin yaşıtım olan Ali adlı oğulları ile (aramızdaki sınıf farkına rağmen) çok samimiyiz.

Bu Ali bir gün “Akşam eve erkenden gitme, seni sinemaya ısmarlayacağım” dedi. Olur dedim.

Ankara’da şimdiki Alman Büyükelçiliği ne giderken Şili Meydanı’nda (şimdi herhalde diskotek olmuş) Çankaya Sineması vardı. Oraya gittik.

Beni filmden çok Ali ile sinemaya gitmek ilgilendiriyordu doğrusu. Yani kendimi o an için (biz o zaman burjuva diyorduk) zenginmi görüyordum ne ?... Gençlik işte…


Çok komik bir filmdi. Adı da (yanlış hatırlamıyorsam) “Çılgın Dünya” idi. Ama öyle böyle değil bayağı komikti. Çok gülmüştük. Sonunda bir itfaiye sahnesi var. Olmaz böyle şey, gülme krizine girmişti herkes. (Bu günlerde TV’lerden birinde yayınlasalar o filmi ne iyi olur.)

Film bitip te biz gülme krizi ile sinemadan çıktığımızda, Çankaya Sinemasından Atatürk Bulvarı’na kestirmeden inelim diye; Yunanistan Büyükelçiliğine ait olan boş arsadan geçmek istedik.

Tahta çitlerle çevrili boş arsanın (başka insanlarda geçmek istedikleri için) bir iki tahtası hem yukardan girişte hem de aşağıdan çıkışta sökülmüştü. Yolu bayağı kısalttığı için insanlar özellikle açmışlardı bu yolu. Yalnız boş arsanın içine girerken de aşağıdan çıkarken de başınızı bayağı eğmeniz gerekiyor du. Çünki beş-on dediğimiz ince kalaslar vardı boydan boya. Arsaya girerken bu ağaçları görmüş eğilmiştik. Ama çıkışta beklide hala güldüğümüzden o ağacın olabileceğini düşünememiştik.

Ali’nin yere düştüğünü gördüm. Boş arsanın bittiği yerde tam kaldırıma düştü.Ne olduğunu anlayamadım.

Ali kalkmıyor, gece karanlık, millet başımıza yığıldı kimi Ambulans diyor, kimi polis. Allahım çıldıracam. Ali kalk, Ali kalk ne oldu ?.. diyorum ses yok Ali bayılmış.

Neyse caddenin karşı tarafındaki Kuğulu Park’tan su getirdiler. Aliyi ayılttık. Bana baktı başını tutarak gülümsedi. “Ne oldu bana ?..” dedi.

Başını ağaca vurdun bayıldın herhalde dedim.

Gülerek “Böyle komik filme böyle komik eve gitme yakışır” dedi.

Başımıza birikenlerde dağılmıştı zaten.

Bir yarım saat kadar orada oturduk.

Kalktık kaldığımız yerden gülmeye devam ederek evlerimize gitmek üzere ayrıldık.

İyi Bayramlar.

 
Toplam blog
: 243
: 760
Kayıt tarihi
: 26.03.07
 
 

1957 Kars doğumluyum. Emekliyim. Gazi Üniversitesi İİBF İşletme bölümü ön lisans mezunuyum. Yazı ..