Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '07

 
Kategori
Blog
 

Yazalım rahatlayalım

Yazı yazmak öyle bir hastalıktır ki, tutulduğunuzda sizi mezara kadar götürür. Ben bu hastalığa “Genç yaşta” yakalananlardanım. İlk “Matbuat” ile Antalya’da tanıştım. Matbuatın da dizgisi ve baskından, çıraklığından başladım. O yıllarda Orta Okula giderken tatillerde, hafta sonlarında ve boş zamanlarımda matbaa mürekkebi kokusunu almadan, kazanlı baskı makinelerinin gidip gelen düzeninde çıkardığı sesi duymadan, tipo makinesinin maşalarının hareketlerini gözlerimle takip edemeden duramazdım.

Klasik matbaa işlerinin dışında aynı zamanda da Gazete de çıkaran bir matbaa ile de Muğla’da tanıştım.

Matbaanın gazetenin sahibi ve başyazarı rahmetli Mehmet MENTEŞELİ, gazetede “ÇİMDİK” isimli köşesinde kısa kısa “Çimdik” atardı. Çok hoşuma giderdi.

İşte o zaman ben de kendime “Ateşten” başlığı altında “Kıvılcım” imzası ile biten köşe yaratıp birer cümlelik yazılarla “Taşı gediğine koyan” yazılar yazarak başladım.

Hani, “Ateş” gibi olaylara girip, bir “Kıvılcım” ile ortalığı dağıtmak gibi.

Uzun süre öyle yazdım. Bazen bir cümle, bazen bir küçük fıkra, bazen de bir soru ile her şeyi anlatmak. Çarpıcı ve heyecanlı geliyordu, ama “Uzun” yazamıyordum.

Aynı dönemde, Milliyet Gazetesinin “Muğla Temsilcisi” olan rahmetli Mehmet MENTEŞELİ’nin sayesinde ben de “Milliyet” temsilcisi olmuştum. O dönemde gazetede “Yurttan haberler” bölümünde ismimiz ile iki satır haber çıkması, benim için büyük bir olay idi.

Yolum, günün birinde İstanbul’a düştü…

İlk hedefim, Cağaloğlu’ndaki Milliyet Gazetesinin yönetim binasına gitmek oldu. Orada rahmetli Ömer Sami COŞAR’ı buldum. Ezile büzüle bulunduğu odaya girdim.

Aman Allahım o ne odaydı öyle. Odanın kapı girişi hariç, dört bir tarafında daktilo makinesine benzer aletler yan yana, olanca gürültüsü ile çalışıyor. Bazılarında sarı bir şerit geçiyor, bazılarının üst tarafından yazılı beyaz kâğıt geliyor. Ömer Sami COŞAR, gelen kâğıtları alıp okuyor. Sonradan öğrendim ki, o makineler “Teleks” cihazları imiş.

Rahmetli Ömer Sami COŞAR bana şöyle bir gözlüğünün altından “Ne istiyorsun” der gibi baktı. Bütün cesaretimi üzerime toplayarak kendimi kısaca tanıttım. Odada, bir o teleks cihazının bir bu teleks cihazının başına gidip geliyordu. Benimle uğraşacak vaktinin olmadığı belli. Ama benim de amacım belli, ondan bi şeyler kapmak istiyorum.

Başında beklerken bir sigara yaktı, ben de fırsattan istifade lafa girdim. Anlattım yazı yazdığımı ve “Uzun yazı yazamıyorum” dedim.

Cevap çok şaşırtıcı oldu; “Roma yazmıyorsun, edebi eser de yazmıyorsun. Türkçe kurallarına uymaya özen göstererek, makale yazıyorsun. Konuştuğun gibi yaz” dedi ve ekledi “Sıkışırsan, birilerini de konuştur yazının içinde…”

İşte ondan sonra “Köşe yazısı” yazmaya bir başladım ki, tutabilene aşk olsun.

Oturdum, arşivimden hesaplamaya çalıştım. O günden bu yana, yaklaşık (5-6 yıl ara vermeler dahil) 6 binin üzerinde “Köşe yazısı” yazmışım.

Bunlardan sadece birinde hakkımda “Hakaret” davası açıldı, onda da ilgili kişiyle “Barıştırılmak” suretiyle “Sulh” olmuştuk. Bu gün olayı hatırladığımda, o gün de kabul ettiğim gibi yine “Haksızlığımı” kabul ettim. Ama bu da bana ömür boyu “Ders” oldu. O günden bu güne bırakın “Hakaret” etmeyi, elimde her hangi sağlam belge ve bilgi olmadan, karşı tarafın görüşünü almadan “Suçlama” bile yapmadım.

Bir kesim hariç… Siyasetçiler…

Çünkü onlara çoğu zaman ulaşmak mümkün olmuyor.

Şimdi bu “Köşe yazıları”ndan oluşan “Çimdik” isimli kitabımı oluşturmak üzere arşivimde kelimenin tam anlamı ile didişip duruyorum. Neredeyse hepsini tek tek yeniden okuyorum. Yazdığım gün kendime göre çok doğru olduğunu düşündüklerimden bazılarının yanlış olduğunu, ama çoğunun doğruları anlattığını, birçoğunun halen geçerliğini koruduğunu görüyorum.

En çok sinirlendiğim yazılarım ise “Bakın ben bu yazıyı bundan şu kadar yıl önce yazmışım” diye aynen kullanabileceklerimin çoğunluğu oluşturdukları…

İşte böyle…

Bir taraftan “Kayseri Maç Gazetesi”nde günlük köşemi yazarken diğer taraftan “Demokrat Çaycuma” Gazetesine ve Türkiye’nin en eski gazetesi unvanını elinde “Bartın” gazetesinde arada sırada yazmaya çalışıyorum.

Bu arada da “Milliyet Blog” yazanları arasında olmaktan mutluluk duyuyorum.

Yazmak, bana “İlaç” gibi geliyor. Hatta yazdığım bazı yazıların “Onay”dan geçme heyecanı bile ayrı bir zevk…

O zaman…

Yazmaya devam…

Yazalım ve rahatlayalım beyler…

26 MART 2007

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..