Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yerli Malı Haftası ve Üzümü oynamanın dayanılmaz cazibesi

Yerli Malı Haftası ve Üzümü oynamanın dayanılmaz cazibesi
 

Yılbaşı gecesinin yaklaştığını iki olaydan anlardım, çocukluk yıllarımın siyah önlüklü ve beyaz yakalı, tebeşir kokan günlerinde. Biri, sonraki sınıflarda sosyal bilgiler diye isim değiştiren hayat bilgisi dersinde, Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin bilmem kaçıncı yıldönümü konusunu işlediğimiz günler; diğeri de fındık, fıstık, elma, portakal, numunelik bir adet Anamur muzu ve çeşitli reçel ve marmelatlardan müteşekkil çıkınımla okulumun yolunu tuttuğum, “<ı>yerli malı yurdun malı, herkes bunu kullanmalı” sloganı ile idrak ettiğimiz Yerli Malı Haftası kutlamalarıydı.


Cidden, enteresan bir konsepti. Sınıftaki bütün sıra ve masalar, ziftlenmiş tahta taban döşemesinin mazot kokulu ağırlığı üzerinde, trencilik oynar gibi ardı ardına dizilir ve Zekeriya Sofrası, arz-ı endam ederdi, evlerden getirdiğimiz ekose yemek masası örtülerinin üzerinde.


Mazot kokusuna; haşlanmış yumurta, portakal, susamlı çörek ve ıspanaklı börek kokuları karışırdı. Ha bir de, densiz bir veli, cevizli çemen gönderdiyse o masum sabiyle; işte o zaman vay o sınıfın haline. Kış günü, cam pencere de açılmaz, bir hafta boyunca çemen kokulu “mevsimler” işlenirdi.


Mazot hariç kalanların hepsi yerli malı, yurdun malıydı. Zaten istesen de yabancısını bulamazdın ki.


Sanıyorum ya birinci ya da ikinci sınıftaydım. Yerli Malı Haftası etkinlikleri çerçevesinde bir piyes sahneleyecektik. Neredeyse sınıfın yarısına görev verildi. Herkes bir meyve ya da sebze olmuştu. Benim payıma da üzüm düştü. Muhterem anneciğim, üzerinde üzüm resimlerinin olduğu bir külah yaptı kafama. Kostümüm bundan ibaretti yani. Senaryo metnimden ise tek kelime dahi aklımda yok şu anda tabi.


Bu, “üzüm” olma mevzuuna baya bir kafayı takmıştım o zamanlar. “<ı>Ulan, bula bula üzümü mü buldu bana öğretmen?” diye kendi kendime isyanlardaydım. Evde de huzursuzluk yapıyordum. “<ı>Ben, üzüm olmayacağım” gibisinden. Merhum Büyükbabam, beni teskin ve ikna etmeye çalışıyordu:


“<ı>İstersen, o kadar meraklıysan, sen üzüm ol o zaman Büyükbaba” diye çıkıştığımı hatırlıyorum.


“<ı>Yavrucuğum, bizden, bu yaştan sonra üzüm falan olmaz. Biz olsak olsak ancak muşmula oluruz” demişti de
espriyi o zaman pek anlamamıştım.


Sınıftan bir arkadaşım da: “<ı>Ya boşversene sen, kafanı taktığın şeye bak Allahaşkına. Ya benim gibi ‘hıyar’ olsan ne yapacaktın?” dediydi.


Hakikaten de, zihniyete bakar mısınız. Arkadaşlarımdan birine de “hıyar” rolü düşmüştü. Çocuk, mezun olana kadar “hıyar” kaldı. Mezuniyetten sonra da “hıyarağası”.


Gastronomiye merak salıp da gurmelik taraflarımı geliştirmeye başladığım yıllarımda, seneler önceki bu, “üzüm” mevzuu bana çok enteresan geldi. Bugün de öyledir ki ben yıllarca, özellikle üzüm ve zeytin konusunda çok kafa yordum, okudum, araştırdım. Üzümden mamul şarap ve rakı kültürü ile zeytinden türevlenen zeytinyağı konusu, özel ilgi alanlarımdan ikisi oldu.


Rolümle bütünleşemesem de rolümden çok şey çaldığım kesin...


@Geçen sene bugün “Bu Bir Çığlıktır, Lütfen Kulak Verin!!!”: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=16517


@Geçen sene bugün “ ‘Delikanlı Adamın Kanunu’nu Yazdım”: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=16552

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..