Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '07

 
Kategori
Sinema
 

Yeryüzüne bir de "Ada"dan bakmak...

Yeryüzüne bir de "Ada"dan bakmak...
 

İnsanları daha yakından tanıyıp, çaığın kıyıcılığından biraz daha tattıkça, "ada" figürü, ütopyalardan başlayarak daha bir önemli hale geldi. Kirli iktidarlar ve katliamların dünyasında her aşk, her sevgi, sizi kurtaracak bir "ada" kurtuluşu vazifesi görür ki, Michael Bay de "Ada" filminde bunu güzel yansıtmış...
Üstelik "Ada"da (The Island) iki ayrı dünya içiçe: Dünyanın büyük bir kirlenem sonrası, atmosferin işlev görmez olduğu söylenen, enstitünün yaşam ünitesindeki sıkı kontrol altında, renksiz, "yapay" dünya...

İkinciyse aslında birer klon olan canlılardan saklanan, dışarıdaki renkli ve bir anı bir anına uymayan "gerçek" dünya.

“Bu film için buluştuğumuzda, söylediğim ilk şey, insanların sinema salonunu terk ederken ‘Benim bir klonum olsaydı, ben bunu yapar mıydım?’ diye düşünmesi gerektiğiydi. Bu filmi yaparken hepimizin sorduğu sorulardan biri buydu. Hepimiz daha uzun yaşamak istiyoruz; insanın doğası böyle… Ama ne pahasına?” demiş Michael Bay. [1]

Lincoln Six-Echo (McGregor) ve Jordan Two-Delta (Johansson), 21. yüzyılın ortalarında, dışarıya kapalı bir tesiste yaşayan yüzlerce kişiden ikisi.

Dikkatle kontrol edilen bu tesisin tüm sakinleri gibi, günlük hayatlarındaki her şey, sözde kendi iyilikleri için, gözetlenmekte. Buradan çıkmanın tek yolu ve herkesin ortak umudu, "Ada’"a gitmek için seçilmek. Orası, raporlara göre, dünyada meydana gelen ve tesis sakinleri hariç gezegendeki herkesin canını alan ekolojik felaketten geriye kalan tek kirlenmemiş bölgedir.

Son zamanlarda açıklanamayan karabasanlar gören Lincoln huzursuzdur ve hayatındaki kısıtlamaları gün geçtikçe daha çok sorgulamaya başlamıştır. Ama büyüyen merakının onu sürükleyeceği korkunç gerçeğe hiç hazırlıklı değildir.

Genç adam varlığıyla ilgili her şeyin bir yalan, Ada’nın acımasız bir aldatmaca, ve kendi ve Jordan’ınki de dahil olmak üzere herkesin ölüsünün aslında dirisinden daha değerli olduğunu öğrenir. Zamanları daralmakta olduğu için, Lincoln ve Jordan bildikleri tek dünyadan cesurca kaçarlar.

Filmin her yönü bu iki ortamın bambaşka yapısını yansıtacak şekilde düzenlenmiş. Çekiliş sahneleri bu yüzden çok önemli. Çekiliş sonucu kazananların eski dünyanın son cennet yeri Ada'ya gideceklerini sanan insanları büyük bir trajedi bekliyor aslında.

Enstitünün başkanı ve aynı zamanda projenin genel mimarı olan Dr. Merrick, Tanrı'yı oynayarak, yönetilen bir klon fabrikasındaki "insanların" tüm hayali "cennet"ken, onların ölümü ya da yaşamı ona bağlı oluyor. Cezanın da mükafatın da esas sahibi.

Lincoln ise, Yeni Dünya'nın kurucusu Abraham Lincoln'e atıfta bulunarak, tüyler ürpertici gerçeği ufak bir tesadüfle keşfediyor. Bu noktadan sonra "kurban" avcıya dönüyor ve gerçek aksiyon, kaçma kovalamaca başlıyor. Böylece
film, bilim kurgu başlangıcı bir yan bırakıp teknodünyanın içine "aksiyon"la dalıyor.

Armageddon, The Rock, Pearl Harbour gibi aksiyon filmleriyle türün üstadı haline gelmiş olan Michael Bay'i ısrarla "aksiyon" çek diyenlerin aksine, evet "distopya" ve "bilimkurguda" da harikalar yaratıyorsun demek istiyorum.

Hele hele bir din kültürü ve ahlak bilgisi edasıyla olaya yaklaşılmasını isteyen sayın Alin Taşçıyan'a hiç katılmıyorum. O demiş ki: "Böylesine ilginç, çelişkili, tartışmalı, önemli, üstüne üstlük güncel bir konuyu bu kadarla bırakıp; ahlaki, yasal boyutu, bir klonla ona hayat veren kişinin yüzleşmesinden doğan dramatik durumu elinin tersiyle iten yönetmen ise Michael Bay! "Pearl Harbor"a imza attığı için "Ada"yı da yakın geleceğin uçan motosiklet vb. araçlarıyla süslü takip ağırlıklı bir aksiyon filmi olarak sunmasına şaşmamalı. Her ne kadar ustaca gerçekleştirilmiş de olsa, aksiyon sahneleri çıkarılınca film niteliğinden bir şey yitirmiyor. Belki de filmin bu hali eğlence arayan oğlan çocuklarına tavsiye edilip aksiyondan arındırılmış bir versiyonu yetişkinler için ayrıca gösterilse daha hayırlı olurdu." [2]

Sonuçta "esmer" bir proje var karşımızda. Ve filmde yeterince ahlak dersi de var ayrıca. "Bilimkurgu" ile "aksiyonu" bu derece başarılı birleştirmiş olan yönetmen, "A.I"dan "I Robot"a kadar onlarca rakibinin içinde, insanı klonuyla, gerçeği sahtesiyle yüzleştiriyor. Yer yer komediyi de unutmayarak... Ve insanın "saf" haline uzanarak...

Bir yandan kontrastla yüzleşirken, diğer yandan Lincoln ve Jordon'ın, dış dünyaya çıkıp, enstitünün kontrolünden kurtulunca, aralarındaki masum ilişkinin de farklı bir hal almasına neden oluyor.

Senaryoda yer yer gedikler olsa da, bilimkurgu sevenlerin ilgisiz kalamayacağı bu aksiyon aynı zamanda beklenmedik çıkışlarla sanalda ya da gerçekte, gelecekte ya da şimdi, hayatlarımızı "sonsuza kadar yaşama" arzumuza ve sadece birer "yedek parça "oluşumuza göndermelerde bulunuyor. Belki de öyleedir, biz gelecek insanın kobayı ya da yedek parçasıyız, kim bilir?...

Kölelik ile krallığın, hayat ile ölümün, gerçek ile sanalın, sonsuzluk ile klonun bir araya geldiği bu Bay filmi, Ewan McGregor, Sean Bean, Steve Buscemi ve Djimon Hounsou çok iyi performanslarıyla iyice netleşiyor. Tasarımından görsel yönetimine dek, tarih ile adaletin yan yana gelmesini izliyoruz ki, bu da bize her adanın cennet olmadığını, üstünde durduğumuz her kara parçasının da "gerçek" olmadığını gözler önüne seriyor.

Ada'yı izledikçe geleceği ve insanı, varoluşunu sorgulayan iki klon eşliğinde distopyayı görüp, dünyaya bir de "ada"nın kıyısından bakıyoruz...

2019'un havadan trafiği de cabası... Daha ne olsun?...


[1] http://www.ntvmsnbc.com/news/339685.asp
[2] http://www.milliyet.com.tr/content/sinema/sin012/sinema04.html
 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..