Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '10

 
Kategori
Deneme
 

Yirmi ikinci mektup

23 Eylül 2002, Ankara

Sonbahara tutsak Ankara’dan merhaba Recai...

Bu tutsaklık, mevsim olmanın ötesinde, yaşlanma, büyüme, kalabalığa teslim olma, yığınlarla baş edebilme gücünü yitirme anlamlarını da içeriyor…

Yığınla insan, yığınla araç, kalabalık lüks mağazalar bir yanda, ürünleri seyretmekle yetinen, dolmuş, otobüs kuyruklarında çile dolduran yoksul insanlar bir yanda. Korkarım bunların sayısı daha çok...

Hafta sonu, bir üniversitede görevli arkadaşım uğradı bana. Uzun uzun söyleştik. Baktım o da ekonomik olarak çok rahat değil. Üniversitede okuyan oğlunun ders kitaplarının bir kısmını güçlükle aldığını söyledi...

Kitapçıları dolaşırken ilginç bir şey oldu. Belki, yeni bir şey öğrendim demek daha doğru olur. Öteden beri tanıdığım, genellikle yabancı kitaplar basan, satan bir yayınevinin edebiyatla da ilgilenmeye başladığını sevinerek gördüm. Gözlerime inanamayıp görevliye sorunca, o beni doğrulamakla kalmadı, konuyla ilgili küçük bir katalog da getirdi bana.

Katalogu taradığımda iyice sevindim. Kitap adları sıcak, yazarlar tanıdıktı.

Cüce Çeşme Sokağı Nerde? Oktay Akbal

Son Kadınlar Necati Güngör

İstanbul’un Kalbi: Galata ve Pera Nur Akın

Yazarlığın Eteklerinde Memet Fuat

Şehren’is Enis Batur

Anılarımın Kardeşi İzmir Refik Durbaş

Zincirinden Kurtulan Anılar, Nazım Hikmet’in Hasreti, buna benzer daha başka kitaplar.

Nedense, pek çok şeyi paylaştığım, yıllardır görüşemediğim dostlarımı, arkadaşlarımı görmüş gibi oldum bu kitapları gördüğümde… Hazırladığım kitaplardan birinin bu yayınevi için uygun olabileceğini düşündüm.

Bağlantı kurmak için gerekli bilgileri aldım. İlk aklıma gelen, Bitpazarında Taş Plak ya da, Anadolu’da Bir Dünya İnsanı: Recai dosyasını bu yayınevi için hazırlamak oldu. İlk fırsatta adı geçen dosyaları bu gözle elden geçirmem gerek.

***

23 Ekim 2002, Pazartesi, bilgisayarımı açtım, belgeler klasöründen önce internete mi girsem diye düşündüm. Öncelik iletişim olmalı deyip elektronik postaları almak üzere posta kutuma yöneldim. Acaba bugün mektup var mı bana?...

Üç yeni posta görünüyor. Remzi Kitabevi, Nur Altınörs, Zeki Sarıhan…

Remzi Kitabevinden geleni açıyorum önce: “Bitmiş olan çalışmanızın bir kopyasını özgeçmiş, adres ve telefon numaralarınızla birlikte aşağıdaki adresimize gönderebilirsiniz. Sonuç olumlu veya olumsuz size bildirilecektir. Adresimiz: Remzi Kitabevi A.Ş. Selvili Mescit Sokak No: 3, Cağaloğlu / İstanbul. Saygılarımızla, Gül Çalışkan.”

Nur da değer verdiğim, çok düzeyli, çalışkan, dost canlısı, yardıma hazır, paylaşmayı seven bir arkadaş. Onu tanıdığım için kendimi şanslı sayıyorum. O da kitapların basılması için yayınevi arayışlarını sürdürüyor. Onunla ilgili notları sürekli iletiyor. Bugünkü posta da onlardan biri...

Zeki Sarıhan, Öğretmen Dünyası dergisinin sahibi, başyazarı, emekçisi. Onun mesajı da hoşuma gitti. Dergimize gönderdiğiniz, "Atatürk'ün Gösterdiği Hedef Nerede, Biz Nereye Gidiyoruz?" başlıklı yazınız yazı kurulumuzda görüşüldü ve yayınlanmasına karar verildi. Önümüzdeki sayılarda basılmak üzere sıraya alındı. İlginize, emeğinize teşekkür eder, iyi çalışmalar dileriz. Özden YILMAZ BİLGİN, Yazı Kurulu Üyesi Zeki SARIHAN, Yazıişleri Müdürü

***

Tempo hızlandı Recai. Bilim ve Aklın Işığında Eğitim Dergisinde bu ay, “Naime Halit Alfabesinden Çağdaş Türkçe Kitaplarına” adlı yazım yayımlanacak. Dergi bana geldiğinde sana da gönderirim. Sanırım, Damar’da, Yüzünde Göz İzi Var adlı yazı sırada. abc dergisinde ise, Her İyi İşte O En Başta (Atatürk) konulu yazı bugünlerde yayımlanacak.

Şinasi Barutçu ile ilgili bir dosya var elimde. Yazı olarak bitti, sinevizyon olarak hazırlamak için ortam arıyoruz. Kadri Yörükoğlu ile ilgili bir çalışmayı sürdürüyorum, bitmek üzere. Tek partili dönem, Demokrat parti, 27 Mayıs 1960 sonrası dönemlerde, üç farklı zamanda, 22 yıl süreyle Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı yapmış biri. Ondan sonrakilerin içinde 5–6 yıl bile başkanlık yapan yok...

Bir dönem, bu ülke, bu ülkenin değerli, onurlu, çalışkan, namuslu insanları için her şey planlanmış.

Köy ilkokulu programının, okulların muhtelif durumlarına göre tatbik şekli

Köy ve bölge meslek kursları öğretim program taslağı

Henüz okula girmemiş ilköğrenim çağındaki çocuklardan yaşı ilerlemiş olanlar hakkında alınacak özel tedbirlere dair T.T.H. kararı

Millet Mektebi A ve B dershanelerinde okutulacak derslerin müfredatı

Öğretim programları, ders kitapları, öğretim ve eğitimle ilgili her şey düşünülmüş.

Bir yönetici, öğretmen, bakan gibi mi?... Kesinlikle hayır!... Kardeşlerini, çocuklarını çok seven bir baba, bir ağabey, bir abla gibi. Öylesine ilgili, sevgiyle yaklaşan, geçiştirmeyen.

Teneffüs esnasında ilk mektep muallimlerinin vazifeleri

Ders vasıtalarından istifade edilmesi ve deftere yazılması

Talebenin okul haricindeki zamanını nasıl geçireceğinin belirlenmesi

Talebenin sık sık derse kaldırılması

Okullarda ahlak eğitimi

Okullarda müzik terbiyesinin geliştirilmesi

Dünya gençliğini birbirine yaklaştırma bakımından öğrenciler arasında yapılacak haberleşme ve albüm değişimi...

Bunlar, 1940’lı yılların eğitimcilerinin düşündüğü, ilgilendiği, yakından izlediği konulardan bir kaçı. Eğitim ve öğretim vasıtalarını sınıflandırması bile bu işi ne denli ciddiye aldıklarının göstergesi.

1- Hayatın kendisi (hayvan, bitki, taş, toprak, doğal olaylar, konutlar, yollar, taşıtlar, makineler, pazaryeri, iş yerleri, seçkin eğlence yerleri...)

2- Okula getirilen hayat (okul uygulama bahçesi, akvaryum, kümes, güvercinlikler, koleksiyonlar, okul temsilleri...)

3- Sun’î vasıtalar (kitap, dergi, gazete, radyo, gramofon, sinema, kum, oyun araçları, müzik, jimnastik, haritalar, atlaslar...)

4- Mütehassıslar veya işten anlayanlar (öğretmen, doktor...)

5- İnsan uzuvlarını tamamlayan araçlar (çekiç, testere, matkap, mikroskop, çakı, rende, dürbün...) Nereden nereye değil mi?...

1940’lı yıllarda bunları yapmışız. 2000’li yıllardaysa atarilere, bilgisayarlara, televizyonlara tutsak etmişiz çocukları. Varsa yoksa bilgisayar ekranı...

Çocuk, bilgisayarda fasulyenin nasıl çimlendiğini ayrıntılı olarak görüyor ama bunu kendisi yapmıyor, önceden birileri hazırlamış, izlemek düşüyor ona hayran hayran…

Çocuk, ne toprağın kokusunu duyuyor, ne fasulyenin çürüyüp çıkmayacağı korkusunu. Doğallıkla, bir şey yetiştirmenin, üretmenin haklı sevincini de yaşayamıyor...

Sahi, çocuklarımızla bilimkurgu filmlerinde gördüğümüz robotlar, yapay kişiler arasında ne fark var acaba? ...

Benim cephemde durum özetle böyle Recai: süren bir savaş ve çoğu evapsız sorular...

Senin cephede durum nasıl? Sen neler yapıyorsun? Uzun uzun yazarsan sevinirim.

Daha güzel günlerde görüşmek üzere...

Fuat OVAT

 
Toplam blog
: 54
: 877
Kayıt tarihi
: 30.06.10
 
 

Kamu yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. İletişim, medya sektöründe çalışıyorum... Yazmayı se..