Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mart '16

 
Kategori
Öykü
 

Yitik bir ümidin öyküsü

Yitik bir ümidin öyküsü
 

İflah bulmaz bir yetenek avcısı olarak ömrünün çoğunu Doğu Karadeniz’in çoğu toprak, unutulmuş top sahalarında, bakımsız stadlarında geçiren yaşlı futbol kurdu:

- Bu hikaye yitik bir ümidin hikayesidir, diye söze başladı.

- Hem de öyle bir ümidin ki Rize futbolünü Türkiye’nin kralı yapacak bir ümidin…

Karadeniz’e paralel uzanan geniş sahil yolunun – ki o zamanlar otoyol yapılmamıştı- biraz içerisinde yar alan eski Rize Atatürk stadının tribünlerinde oturmuş konuşuyorduk. Sahada PAF Takımlarının maçı oynanıyordu. Esas maçın başlamasına daha bir saat vardı.  Deniz tarafındaki açık tribünün tenha bir köşesine çekilmiş, eski bir hatıradan söz eden ihtiyarı dinlerken bir yandan da stadın güney tarafında kademe kademe yükselen zümrüt tepeleri seyrediyordum.

- Sana biraz garip gelecektir ama onu ilk defa toprak sahalarda değil bir mahalli gazete sütunlarında keşfettim, diye devam etti.

- Gazetenin sayfalarında şöyle bir göz gezdirirken kısa bir haber dikkatimi çekmişti. Sahildeki Pazar yerinde çıkan bir kavgada adamın biri uzaktan fırlatılan bıçakla yaralanmıştı. Uzun bir süre bıçağı kimin attığı meçhul kalmış, göz altına alınan zanlılardan hiç biri herhangi bir itirafta bulunmamıştı. Ancak mahkemenin son celsesinde şahitlik eden bir genç, hızlı hareket eden nesneleri yavaş çekimdeymiş gibi görebildiğini söylemiş ve zanlılardan birinin gerçek suçlu olduğunu teşhis etmişti. Haberi okurken zihnimde müthiş bir şimşek çaktı. Bir futbol adamı olarak, bu genci hemen kale direkleri arasına yerleştirdim. Sonra da karşısına geçerek mermi gibi şutlar çekmeye başladım. Top benim gözbebeklerimde hızla kaleye doğru uçarken, kaledeki gencin göz bebeklerinde ise yavaşça uçup kendisine doğru gelen bir hazan yaprağı gibiydi. Nitekim şöyle bir atlamış ve topu rahatça bloke etmişti.

Haberi okur okumaz evden dışarı fırlayıp gazete idarehanesine koştum. Maksadım habere konu o gencin adresini öğrenmek ve hemen onu bulmaktı. Belli olmazdı ki…Bu gazeteyi Trabzonsporlular ve hatta İstanbul’un üç büyükleri de görebilirdi. Neme lazım, herkesten önce davranmalı, bir an önce bu çok özel yetenekli gence ulaşmalıydım. Gazete arşivinde herhangi bir adrese rastlayamadık. Derken ver elini adliye…Şahit olduğuna göre muhakkak adres kayıtları da vardı. Kalemdeki şeflerden birini iyi tanırdım. Tam bir futbol hastası, Rizespor’un da iflah kabul etmez bir fanatiğiydi. Emekli olduktan sonra biraz duruldu ama bu maça da gelmiştir illa ki. Günlerce uyumaz sonra. Neyse lafı uzatmayalım, bu arkadaşın sayesinde gencin adresine çabuk ulaştım. Kısa bir hoş beşten sonra dışarı fırlayıp çok uzaktaki köyüne doğru yola çıktım.

Yer bilmem ne deresinin başlarında, uzak bir dağ köyüydü. Minibüsler belli bir noktaya kadar gidiyor, ondan sonra da cip tutmak gerekiyordu. Ancak arazili ciplerin çıkabileceği felaket bir yolun sonunda köyüne ulaştım. Şoförüme beni kahvede beklemesini söyledikten sonra evini araştırmaya başladım.

Köy kahvesinde bir çocuğu yanıma katıp evine gönderdiler. Çay tarlalarının arasından geçen ince bir patikadan yürüyüp evin önüne kadar geldim. Naylanın önünde kır sakallı bir adam odun kırıyordu. Selam verdim ve gencin adını söyledim.

 

- Oğlumdur, dedi. Bir yandan da ‘’Neden soruyorsun? ‘’ der gibi yüzüme bakıyordu. Öğrendiğime göre mahkemede yaptığı şahitlik yüzünden bir hayli başları ağrımış, hatta davalılar tarafından tehdit bile edilmişlerdi.

- Merak etme amca, dedim.

- Benim geliş amacım farklı. Ben futbol adamıyım. Yetenekli gençleri bulur futbolcu yaparım. Buraya bu maksatla geldim.

İhtiyar odun kırmaya ara vermeden konuştu:

- Bizim ki toptan moptan anlamaz. Boşuna geldin buraya.

- Amca dur hele!

diye atıldım.

 - Bak kapına kadar geldim. İnsan bir buyur eder. Korkma çok fazla kalmayacağım.

Bu çıkışım ihtiyarı yumuşatmıştı. Baltasını bir tarafa bırakarak:

- Kusura bakma beyim, dedi.

-O şahitlik belası yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı. Buyur, hoş geldin şöyle otur.

- Hoş bulduk. Gazetenin birinde oğlunun futbol yeteneğini okudum. Bir de gidip kendi gözlerimle göreyim dedim.

- Osman bazen mahalle maçlarında oynar. Ben şimdiye kadar pek bir yeteneğini görmedim. Demek gazetelere kadar geçmiş ha.

- Ne sandın amca? Sen oğlunu daha tanımamışsın. Nerede şimdi?

İhtiyar sol elinin başparmağıyla evini gösterdi:

- İçerde, uyuyor. Bugün çaylıkta çok yoruldu da.

- Uyandırabilir misin? Şöyle bir konuşalım.

- Tabii..Sen otur, ben gidip kaldırayım.

Adamcağız evine doğru giderken arkasından bakakaldım. Şu memlekette haklının yanında olmanın, doğruyu bilip söylemenin neticesi bu mu olmalıydı?  Oğlu şahitlikten kaçmamış, gördüğünü söylemiş diye hiçbir suçu olamayan babanın tek hazinesi olan huzuru kayboluvermişti.

Biraz sonra baba oğul birlikte dışarı çıktılar. İhtiyar biraz alaylı tarafından:

- Osman, bak bu bey sende büyük bir yetenek keşfetmiş. Artık Hakan Şükür’ü geçersin.

Osman’la gülüşerek tokalaşırken:

 

- Hemen bir top kap gel Osman, dedim.

- Yeteneğini baban da görsün.

On dokuz yaşlarında, uzunca boylu bir genç olan Osman eve doğru koşarken elimi ihtiyarın omzuna attım:

- Oğlun hiçbir zaman bir Hakan Şükür olmayacak ama büyük bir kaleci olacak.

Derken düzlüğe benzer bir yer bulunca iki sırık kesip ‘’ Nizami bir kale ‘’ yaptık. Ardından da Osman’ı kaleye geçirip bir hayli yıpranmış meşin topun arkasına geçtim. Top benim gözümde mermi gibi iki sırığın arasına doğru uçmuş ve benimle ihtiyar baba tam gol derken Osman inanılmaz bir refleksle uzanıp topu çıkarmıştı.

Delikanlı hiçbir şey olmamış gibi bize bakarken:

- İşte gördün mü amca?

diye bağırdım.

- Bunun örneği dünyada yok. Senin oğlun hızlı gelen her şey gibi topu da yavaş çekimde görebiliyor.

İhtiyar hala umursamazlık pozları içindeydi :

- Bir yavaş görüp şahitlik yaptı, başımız belaya girdi. Bu defa da topu yavaş görse kim bilir neler olacak?

İkinci bir denemeye topu dikip, şut çekmek için gerilirken:

- Çok iyi şeyler olacak amca,

diye seslendim neşeyle,

- Çok iyi şeyler. Tanımayan kalmayacak oğlunu. Tanındıkça da paraya para demeyecek.

Doksanı bulan şutumun tek bir hareketle çıkarılması neşemi tavana çakmıştı. Osman bu defa da başarmıştı çünkü.

Önce oğlunu bırakmayan babası çok para lafını duyunca yumuşamış ve bir deneme için Rize Birinci Amatör Kümede başa güreşen Denizspor’a götürmeme razı olmuştu. Herhangi bir sosyal güvencesi olmayan, tek geliri tüccara verip, bir iki yılda alabildiği çay parasından ibaret olan adamcağızın başka seçeneği yoktu çünkü. Üstelik oğlu el üstünde tutulacak, iş güç sahibi olacaktı.

İhtiyarla el sıkışıp köyden ayrılırken Osman’la ertesi gün şehirde buluşmak üzere sözleşmiştik. Atatürk caddesindeki belediye parkında buluşacak, birer çay içip stada gidecektik.

Doğrusu çok iyi bir zamanlamaydı. Sezon açılış öncesi amatörlerden takıma geçeceklerin seçmeleri vardı. Önceki senelerde pek yapılmayan bu uygulama kim bilir hangi cevherleri gün ışığına çıkaracaktı.

 

Önceden kayıt yaptırmadan sahaya girmek kesinlikle yasaktı ama antrenörler beni tanıdıkları için Osman’la birlikte sahaya girebildik. Çok iyi tanıdığım antrenöre yanaşıp:

- Hocam, çok iyi bir genç buldum, dedim alçak bir sesle.

- Bir deneyin, bana hak vereceksiniz.

 

Antrenör daha önce getirdiklerimin pek işe yaramadığını pek unutmamıştı. Başını bile çevirmeden:

- Nerede oynuyor?

 

diye sordu. Lisansı bile olmadığını söyleyemezdim ya. Aklıma ilk geleni söyledim:

- İkinci amatörde. Denersen göreceksin. Müthiş bir kaleci.

‘’ Müthiş ‘’ lafını duyunca alaycı bir tavırla yüzüme baktı:

- Geçsin bakalım kaleye. Getirdiğin öbür müthişler gibiyse şimdiden kaçmaya başla.

Osman leb demeden leblebiyi anlamış, hızla koşarak kaleye geçmişti. Üzerinde eşofman bile yoktu. Günlük elbiseleriyle koskoca Denizspor kalesinde pek gülünç görünüyordu.

Antrenör takımın eskilerinden birini çağırdı. Kasıla kasıla penaltı noktasına gelen emektar futbolcu alabildiğine çektiği şutun inanılmaz bir refleksle çıkarıldığını görünce şaşırmıştı. Derken ikinci, üçüncü şutlar…Hepsinin akıbeti aynıydı. Doksana gitmesine rağmen gol olmamışlar, Osman tarafından rahatça kurtarılmışlardı.

Bizim antrenör şahit olduğu bu harikaya rağmen çok pişkin görünüyordu. Umursamaz bir tavırla:

- Hıh, iyi görünüyor. Deneyelim bakalım.

Artık cesaretim zirvedeydi. Kulağına eğilerek:

- İstersen deneme ha, dedim gülerek.

- Rizespor olmazsa Sebat havada kapar bunu.

Antrenör birden telaşlandı:

- Yok yok…Olur mu öyle şey…Soyunma odasına gitsin de bir forma geçirsin sırtına. Birazdan çift kaleye koyacağım onu. Şöyle oturup da zevkle izleyelim.

Çift kalede ikimizin hali görülecek şeydi. Osman’ın her kurtarışında havalara sıçrıyor, çocuklar gibi seviniyorduk. Teknik direktör de bu işe şaşırmış, çift kale biter bitmez hemen yanımıza gelmişti. Olayı tribünden izleyen yöneticiler de ağzı kulaklarında aşağı iniyorlardı.

Gerisi çabuk geldi. Osman inanılmaz yeteneğiyle kendini çabuk kabul ettirmişti. Yapılan idman maçlarında herkesi kendine hayran bırakıyor, özel seyirci sayısını günden güne arttırıyordu. Daha önce idmanlar beş – on  kişi toplarken sırf onu görmek için gelenlerle yüzlere ulaşmıştı.

Şehrimizin Üçüncü ligde oynayan takımı Pazarspor ile yapılan sezon öncesi ilk hazırlık maçında birinci devrede oyunda yoktu. Gününde olmayan kaleci yüzünden Pazarspor birinci yarıyı 1-0 önde kapamıştı. İkinci devrede kalede Osman vardı. Tabii artık kalede de gole kapandığından Denizspor coşmuş, peş peşe atılan gollerle maç 3-1 Denizspor lehinde sonuçlanmıştı.

Yöneticiler her nedense Osman’la hâlâ amatör sözleşme yapmamışlar, cebine biraz harçlık koymakla yetinmişlerdi. Neyi bekliyorlardı bilinmez ama uyarılara rağmen işi gevşek tutuyorlardı. Beklide saf buldukları Osman’ı çantada keklik sanıyorlar ve başka bir yere gideceğini akıllarının ucundan geçirmiyorlardı.

Oysa su uyuyor, başkaları uyumuyordu. Bir yönetici hemşehrimiz vasıtasıyla Osman’dan haberdar olan İstanbul’un büyük bir kulübü, onun için çok farklı şeyler düşünüyordu. Hemşehrimiz Karun kadar zengin olan kulüp başkanına şöyle fısıldamıştı çünkü:

- Başkan, gözlerimle gördüm. Böylesi dünyada bulunmaz. Uçan nesneleri yavaş çekim gibi görebiliyormuş. Bu çocuğa gol atmanın imkanı yok. Onu alabilirsek değil Türkiye, Avrupa’da başa güreşiriz. Almadığımız kupa kalmaz. Üstelik amatör bir  takımda. Maliyeti tamamen bedevaya gelecek.

Basiretli bir iş adamı olan başkan böyle bir fırsatı kaçırır mı? Hemen adamlarını harekete geçirmiş, alelacele Rize’ye göndermişti. Neticeyi kelam, ben ne kadar göz kulak olup yanımdan ayırmasam da, bir punduna getirip Osman’ı kaçırdılar. Bir otomobile atıp Trabzon’a, oradan da  uçakla İstanbul’a götürüverdiler.

Osman başlangıçta her ne kadar dirense de durum değişmemiş, Çengelköy sırlarında boğazı gören birkaç gün sürecek hapis hayatına razı olmuştu. Biliyordum, en çok bana haber veremediğine üzülüyordu ama yapacak fazla bir şey yoktu.

İstanbul’un büyük kulübü eline çabuk tutmuştu. Osman’ın lisansı yenilenmiş, hatta  alelacele profesyonel yapılarak sözleşme imzalatılmıştı. Derken cebi para ile doldurulmuş,  babasına para yollanmış, Rize’nin dağ köylerinden birinde yetişen bir genç lüks arabalarla boğaz kıyılarında gezdirilerek gözleri bir iyice kamaştırılmıştı.

Derken ancak televizyonda görebildiği ünlü oyuncuların arasına katılmış, onlarla idman yapmaya başlamıştı. Tabiatıyla çocuktaki sıra dışı yetenek hemen fark edilmiş, yabancı teknik direktör başta olmak üzere herkes tarafından el üstünde tutulmaya başlanmıştı.

Denizspor her ne kadar federasyona şikayetçi olduysa da ortada sözleşme olmadığı için hiçbir sonuç alınamamıştı. Hoş olsa ne yazardı? Anadolunun isimsiz kulüplerinde iyi topçu bırakırlar mı hiç? Bir parlasın yeter. Ya hemen, ya da bir iki yıl içinde çekip alırlardı.

Sonunda kulüp beni İstanbul’a göndermeye karar verdi. Ne yapıp edip Osman’la konuşacak onu geri dönmeye razı edecektim. Kısa bir araştırmadan sonra kaldığı villada buldum onu. Beni görünce çok sevinmiş, ellerime sarılarak öpmüştü. Ne de olsa onu futbol dünyasına kazandıran bendim. Sıcak bir yaz gecesi boğaza nazır balkonda çaylarımızı yudumlarken, Osman’ın o eski Osman olmadığını anlamıştım. Gözleri lüks hayat ve parayla kamaştırılmış, henüz ehliyeti olmamasına rağmen altına lüks bir otomobil çekilmişti. Daha önce köy minibüsünden başka araba görmemiş bir genç; şimdi bana otomatik viteslerden, ABS’lerden, hava yastıklarından dem vuruyor, ehliyetsiz kullandığı araçla nasıl yüz yirmi bastığını anlatıyordu..Bir ara:

- Bak oğlum, dedim.

- Seni daldığın tatlı rüyadan uyandıracağım ama korkarım ki yanlış yoldasın. Şimdiye kadar böyle başlayan ama sonu iyi bitmeyen sayısız hikaye dinledim ben. Anadolu’da parlayıp gelen nice cevher burada kısa zamanda söndü, kayboldu gitti.

İstanbul yedi bitirdi onları. Şimdi her şeye boş verip benimle memlekete gel. Aldığın her şeyi onlara iade edelim.  Külüple konuşup Rizespor’a götüreyim seni.. Şunu bil ki Rizespor da seni memnun eder. Bir iki yıl oynadıktan sonra yine buraya geri dönersin.

Dedim ya Osman o eski Osman değildi:

- Ben başkana söz verdim. Geri dönmem şerefsizlik olur,

diye kestirip atmış ve beni el boş Rize’ye postalamıştı.

Antremanlarda ve hazırlık maçlarında harika oyunlar çıkaran, spor basınını peşinden koşturan Osman, ilk lig maçını sabırsızlıkla bekliyordu. Bütün ülke çapında televizyondan naklen yayınlanacak bu maçta da harika oynayacak, adı dillerden düşmeyecekti.

Maçtan birkaç gün önce idman sonrası lüks arabasına binerek Çengelköy’e doğru yola çıkmıştı. Arabayı çok hızlı kullanıyor, ehliyeti olmadığını hatırlatıp, direksiyonu kendisine bırakmasını isteyen arkadaşına kızıp duruyordu.

Boğaz’a doğru inen yokuşa hızla girmiş, keskin bir virajı dönerken nasıl olmuşsa, direksiyon hâkimiyetini kaybederek yol kenarındaki ağaca bindirmişti. Tabiî ki kendisine çok güvenip kemer de takmadığından hava yastığı açılmamış, öne doğru fırlayarak başını cama çarpmıştı. Arkadaşı ise kemer taktığından kazayı hafif sırıklarla geçiştirmişti. Bereket versin ki kaza ucuz atlatılmış sayılırdı. Osman’ın hayati tehlikesi yoktu ama yarılan alnına on dikiş atılmış, beyin sarsıntısı geçirdiğinden birkaç gün hastanede kalması gerekmişti. Bizim ki yaralandığına değil hastanede kalıp maça çıkamayacağına üzülüyordu. Ancak başkan hemen hastaneye gelmiş:

- Üzülme koçum, demişti.

- Bir iki maç önemli değil. Önünde koskoca bir sezon var. Bir an önce iyileş de takıma dön.

Osman iyileşmesine çabuk iyileşmiş ve bir hafta sonra da tesislere geri dönmüştü. Ama ne dönüş…Daha kale direkleri arasına geçtiği ilk anda çekilen bir şutu ancak çatalda görebilmişti. Osman şimdi dehşet içindeydi. Çünkü artık hızla gelen nesneleri yavaş çekimdeymiş gibi göremiyordu. Geçirdiği kaza çok pahalıya mal olmuştu ona. Yapılan tıbbi incelemelerde hiçbir şey bulunamadı ama Osman ‘’ her şeyini ‘’ kaybetmişti.

İstanbul’un büyük kulübü Osman’ın eski Osman olamıyacağını anlar anlamaz verdiği her şeyi geri aldı. Yalnızca cebine biraz harçlık koyup Ulusoy’dan bir bilet aldılar.

Rize’ye gelir gelmez hemen köye çıkmadı. Beni nerede bulacağını iyi biliyordu. Doğruca lokale gelip yanıma oturdu. Morali son derece bozuktu.

- Sen haklıymışsın emice, dedi titrek bir sesle.

- İstanbul çabuk bitirdi beni. Keşke seni dinleseydim.

- Yine de böyle kahretme kendine, dedim elimi omuzuna atarak.

- Artık bu alemi biliyorsun. Her normal kaleci gibi bir yerden başlayabilirsin.

Başı önünde ayağa kalktı:

- Bilmiyorum emice. O cesareti kendimde bulursam yeniden başlayabilirim.

Tabii bu onu son görüşüm olmadı. Zaman zaman çarşıda karşılaştık. Artık topla ilgisi kalmamıştı. Özel bir çay fabrikasına girmiş çalışıyordu.

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..