Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

sufi-su /Emel Yeşilkayalı

http://blog.milliyet.com.tr/sufi-su

30 Ağustos '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yol Hikayesi

İyi, çok geç kalmamışım. Sağ taraftaki derme çatma kafeteryada işçiler hala servis bekliyor. Her sabah karşılaştığım tombik çift karşı yoldan bana doğru yürüyor. Bunlar da karı koca mı, birbirinden hoşlanan ve aynı işyerinde çalışan arkadaşlar mı bir türlü anlayamadım. Kadın, ya bir erkekle konuşmaktan duyduğu utanmadan ya da erkeğe ilgi duyduğundan yüzünde hep utangaç bir tebessüm ve hiç erkeğe bakmıyor, uzaklara bakarak konuşuyor. Erkek konuşurken gerektiği kadar bakıyor kadının yüzüne. Ama karşı cinse duyulan ilgiden eser yok yüzünde. Gençler… Yani olsa olsa yeni evli ya da nişanlı olabilirler. Bugün yanımdan geçerlerken iyice baktım, evlilik yüzükleri var. Ama niye el ele tutuşmuyorlar o zaman? Hatta yürürken birbirlerine değmeden yürümek için çaba harcıyorlar gibi. Hem niye kadın hala eşinin yüzüne utanmadan bakmaya alışamamış? Kavgalı ya da kırgın da değiller, belli oluyor…

Yokuş boyunca sıralanmış apartmanların arasından minibüsün korna sesi geliyor. Her sabah önce korna çalarak geliyor olduğunu haber veriyor ki yolcuyu beklemek zorunda kalmasın. Ben hazırım, tam minibüsün duracağı yönde bekliyorum. Genellikle karşılaştığımız kız ise her zamanki gibi karşı yönde bekliyor ve minibüs görününce yanıma geliyor. Beklediğim tarafta güneş insanın yüzüne vuruyor ve rahatsız ediyor oysa o taraf gölge. Birlikte biniyoruz minibüse.

Kısa zamanda ayakta yolcularla tıklım tıklım oluyor minibüsün içi. Çoğu genç, sanayide çalışan insanlar. Biliyorum Kısıkköy’de inecek hepsi. Gençlerden birinin sol kolu boydan boya ejderha dövmesiyle kaplı. Dikkatle bakınca, eskiden kalan jilet izleri ile dolu kolunun iç tarafı. Her şeye kafa tutan bir görünüşü var. Okumamış, askerliğini 3-4 yıl önce yapmış biri olarak, evlilik yaşı çoktan gelmiş. Vardır gönlünde biri ama o birinin gönlünde kim vardır acaba? Yoksa istedi de vermediler mi? Kim bilir?...

Tahmin ettiğim gibi Kısıkköy’de ayaktaki gençler iniyor ve bazı koltuklar da boşalıyor. Üstüme yıkılan insanlar inip rahatlayınca kitabımı açıp okumaya başlıyorum. Çok yol kalmadı aslında biraz sonra inicem ama olsun. Birkaç sayfa okurum gene de…

Şoförün “Kipa, Migros’ta inecek var mıı?” sesiyle, alel acele kitabımı kapatıp çantama koyuyorum. İki genç kız da aynı yerde inecek. Koltuklarından kalkmış hazırlanmışlar. Birisi tesettür tarzında bağlamış başörtüsünü ama pantolonu, vücudunu saran uzun kollu penye tişörtü, koyu makyajı, başörtüsü bugünlük denemelikmiş hissi veriyor. İkisi aynı anda “Işıklar daa!!” diye kavgaya hazır bir sesle bağırıyorlar. Şoför uysal birine benziyor. Tam durmak üzere yavaşlamışken, trafik polisini görüyor ve ışıkları geçince indireceğini söyleyerek özür diliyor. Bunun üzerine iki kız deliriyor ve adama demedik laf bırakmıyorlar. Şoför mecburen kurallara uyuyor diye duymadığı laf kalmıyor ve buna rağmen kızlara sabırla laf anlatmaya çalışıyor. O sırada bir de trafik polisi ayakta yolcu var diye şoföre “çek kenara” işareti yapıp duruyor. Adam ne kadar “Onlar ayakta yolcu değil, inmek için ayağa kalktılar” dese de dinletemiyor. Bu arada iki kız oturacaklarına hala bar bar bağırıyor. Yolcuların da müdahalesiyle trafik polisi ceza kesmekten vazgeçiyor. Şoför de hemen sağda duruyor ve iki kızla beni indiriyor. Kızlar Sarnıç yoluna doğru yürürlerken hala beddualar edip, bağırıyorlar.

Ana caddeden karşıya geçip, beni Çankaya’daki işyerime ulaştıracak otobüs durağına yürüyorum. Sanırım otobüsü kaçırmışım, durakta bir kişi var. Neyse ki otobüs, sık aralıklarla geliyor. Durakta beklerken en sevmediğim şey, bekleme bankının sağındaki camı tamamen kaplayan reklam panosunda yer alan itici kadın. Eşine baskı yaparak reklama kendini zorla çıkarttırmış, geçkince kadın. Otuziki dişini göstererek sol elindeki telefon ahizesini kameranın (dolayısıyla bizim) gözüne sokarak poz verirken pek bi mutlu. Geç de olsa muradına nail olup reklam panolarını süsleyeceği için olsa gerek. Hiç sevmediğim, bakmak istemediğim bu reklam panosunu her zamanki gibi en ince detaylarına kadar incelerken otobüsüm geliyor ve artık durakta birikmiş olan yedi sekiz kişilik kalabalıkla birlikte biniyoruz.

Burası ikinci durak olduğu için otobüs henüz boş. Kendime güneşin rahatsız etmeyeceği, ileriki duraklarda kalabalığın üstüme yıkılmayacağı ve rahat kitap okuyabileceğim, rahat uyuklayabileceğim bir yer seçiyorum. Yolum uzun…

Her gün aynı saatlerde bindiğim otobüsün yolcularından bazıları artık tanıdık. Hep karşılaşıyoruz. Bunlardan biri kuzey ülkelerinden gelip ülkemize yerleşmiş izlenimi veren bir kadın. Beyaz tenli, boya kızılı olan saçlarını kısacık kestirmiş, yuvarlak gözlüklü, ince, zarif bir kadın. Her zaman askılı elbise giyiyor. Bu elbiseleri başka birisi giyse, rahatsız edici olabilir. Sırtları da, göğüsleri de oldukça açık. Ancak Onda, hiç açık durmuyor. Çünkü kendi duruşu da göstermeye, sunuma yönelik değil. Ayrıca zayıf olduğu için taşan, göze batan bir yeri de yok. Çok güzel değil ama hoş bir kadın. Yalnız, hafiften tedirgin ve asabi bir görünümü var.

Yolculuktan kaynaklanan aşinalıklarımdan diğer ikisi, onbir-oniki yaşlarındaki kız arkadaşlar. Haftanın belli günleri karşılaşıyorum onlarla. Sırtlarında Arkas Spor Kulübü formaları var. Biri daha uzun boylu, şortları, ayakkabıları, spor çantası ve özgüvenli duruşuyla daha üst sosyo-ekonomik düzeye ait görünen bir kız. Diğeri, kısa boylu, tedirgin bakışlarla sürekli etrafı izleyen, hasbelkader koşullar zorlanarak birilerinin yanında ilk defa bir etkinliğe gönderildiği belli olan bir kız. Onları ilk gördüğümde zayıf çok uzun boylu bir kadın vardı yanlarında. Uzun boylu kızla çok benziyorlardı birbirlerine. O da sporcu gibi giyinmişti. Otobüse bindiğinde kızlardan ayrı bir yere oturdu ve hemen çantasından kitabını çıkararak okumaya başladı. Diğer iki kız da yan yana oturup kulaklıklarını takarak, birbiriyle ilgilenmeden müzik dinlemeye başladılar. Aslında ufak tefek olan müzik dinlemekten çok etrafı izliyordu. Kızlarla tekrar karşılaştığımda, bu kez yanlarında ufak tefek kızın annesi olduğu anlaşılan uzun bol eteğinin üzerine geniş uzun kollu penye giymiş ve beyaz, omuzlarını örten başörtüsü takmış bir kadın vardı. Bu görüntüler bende, apartmandaki varsıl ailenin kızının yanına “bir gün yüzü görsün” diye katılan kapıcının kızı hikayesini uyandırdı… Bugün ise iki kız yalnız…

Kah insanları izleyerek , kah kitap okuyarak, daha çok uyuklayarak Yağhaneler’e kadar ilerlemiştik. Buradan itibaren otobüs adım adım yol alır ve inip yürüyerek gidesim gelir. Ama dışarısı içerisinden de sıcak… çok sıcak…

Birden arkalardan bir yerlerden bağrışma sesleri geliyor. Gene birileri kavga ediyor. Kulak veriyorum: “Kardeşim araba klimalı niye açıyosun camları!” diye bağırıyor gençten bir erkek sesi. Öbür erkek sesi, biraz da ders verir ve “bir bilen otorite” tonuyla: “Kardeşim klima havalandırmayı sağlamaz, içerdeki havanın dolaşımını sağlar! Kokudan durulmuyor, boğulucaz burda!” diye bağırıyor. Öbürü de: “Hiç bi işi olmaz! Sıcaktan bayılmaktan iyidir! Kapat şu camları!” diye sesini daha da yükseltiyor. Kavga, karşılıklı olarak aynı cümlelerle devam ediyor…

Saate bakıyorum, 08.20. İkiçeşmelik’in başındayız. Yokuş aşağı giderken o kadar yavaş yol alıyoruz ki, sanırım şoför sadece frene basıp bırakarak ilerletiyor aracı. Sıkıntıyla sağ tarafıma bakıyorum. Elli yaşlarında “Avanak Avni” karikatürü görünümünde, üst tarafı çıplak, alt tarafında dizlerinin altına inen belden büzgülü bol, gri renkte penye şort bulunan bir adam kolları iki yana açılmış adeta “dıgı-dıgıl” konuşarak yokuş aşağı salmış kendini geliyor. Gülesim geliyor. Romanların çoğunlukta olduğu bir semt burası. Kaldırımdan da yirmi yaşlarında, oksijenle sarartılmış uzun saçlarını tepesinde rasgele toplamış, çiçekli şalvarının üzerine mavi yarım kollu penye giymiş bir çingene kızı yürüyor. İneceğim yere bir durak kaldı…

Havra Sokağı’nı, Bit Pazarı’nı yani sadece bir durağı, kocaaa yirmi dakikada geçtik. Ve bugün de işe az da olsa gecikerek başlayacağım kesinleşmiş oldu. Okullar başlayınca ne olacak bu trafiğin hali düşünmek bile istemiyorum. 29 Ekim’de metro seferlerinin başlayacağı söyleniyor. En iyisi biraz izin alayım. Sonra havalar eski sıcaklığını yitirir, İkiçeşmelik’te iner yürüyerek giderim. Yalnız bu yol ruhumu daraltsa da, “Memleketimden İnsan Manzaraları” bab’ında iyi yazın malzemesi veriyor insana. Ah bi de içimi afakanlar basmasa, bağırı-bağırı veresim gelmese, tadını çıkarabilsem şöyle…

Yine de her gün sabah bu duygular içinde otobüsten indikten sonra, önce artık “bizim” olan börekçiyi, ardından “bizim gevrekçi”yi, son olarak da gün içinde -ama daha çok sabahları- mutlaka küçük bir sohbet ettiğimiz “bizim büfe”yi görünce derece derece azalarak yok olur sıkıntım. Akşam ezanı okunmadan eve gelmesi istenen çocuğun, havanın kararmasıyla yaşadığı sıkıntının, tam ezanın okunuşuyla eve girişindeki ferahlığa dönüşen huzurunu yaşarım…

Sevgi, sağlık ve huzurla kalınız…

 
Toplam blog
: 76
: 1567
Kayıt tarihi
: 28.03.09
 
 

Merhaba, ben sufi-su. Sosyal hizmet uzmanıyım. Yıllarca korunmaya muhtaç çocuk çocuklar, koruyucu..