Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '09

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

Yolculuk başlıyor

Yolculuk başlıyor
 

"Voyager Of The Seas" gemisi


25.Ağustos.2006 Cuma, İstanbul Türk Hava Yolları’nın İzmir-İstanbul seferini yapan uçak tam saatinde Atatürk Hava Limanına iniyor. İç hat yolcularıyla birlikte biz de inip bavulların alındığı bölüme geçiyoruz. Bir sürü bavul, çanta, koliler... Kayışın üzerinde döne döne sahiplerini arıyorlar. Bizimkileri alıp bir taşıyıcı arabaya yüklüyoruz. Ne çok eşyamız var. Eşimle benim adam başı iki bavul, birer de çanta... Omzumdaki gezi çantasını saymıyorum. Yolculuklarda bu kadar çok eşya ile dolaşmayı hiç sevmem; ama bu kez zorunluyuz. Gemi yolculuğuna çıkmaya karar verip biletlerimizi aldığımızda gezi şirketi bize kitap kalınlığında bir kılavuz broşür verdi.Bir yandan yolculuk yapacağımız gemiyi tanıtıyor, bir yandan da lüks bir gemiyle yolculuğun kurallarını anlatıyor. Örneğin, akşam yemeklerine günlük giysilerle gidilemiyor. Şık olmak gerek. Dokuz günlük gezinin iki akşam yemeğinde resmi giysi zorunluluğu var. Bunun anlamı erkeklerde smokin veya koyu renk takım elbise, kadınlarda tuvalet ya da gece elbisesi... Beş gece mutlaka kravat takılacak ve takım elbise, en azından ceket giyilecek. Kadınlarda yine gece giysileri... Diğer iki gece kravatsız olunabiliyor... Bu kurallara göre normalde yanımıza asla almayacağımız giysileri de bavula koymak zorunda kaldık. Hava serin olursa diye birkaç kalın giysi, çok sıcak olursa diye birkaç ince tişört, havuza ya da denize girmek, güneşlenmek için mayo ve havlular, geziler için şort ve pantolonlar, bir iki hırka, şal, yelek, şapka, gecelik ve çamaşırlar derken dört bavul tıka basa doldu. Ayakkabı ve terlikler, ilaçlar, okumak için kitaplar, güneş yağları, kremler, makyaj malzemeleri, tıraş takımı gibi eşyalar da çantaları doldurdu. Belimizdeki cepli çantalar... Benim omuz çantam ise pasaportlar, kimlikler, kredi kartları, cep telefonları, fotoğraf makinesi ve cüzdan ile dolu.Barselona’yı anlatan rehber kitabı da unutmamalı. Epeyi ağır çünkü... Hava çok sıcak. Bavul ve çantalarla yüklü taşıyıcıyı iterek dış hatlar terminaline geçerken sırılsıklam terliyoruz. Oysa üzerimizde birer şort, ince tişörtler ve başımızda bizi İstanbul’un yakıcı güneşinden koruyan birer şapka var. Eşimin boynunda bir de kamera asılı. Tam turist olduk. İç hatlardan dış hatlara binalar içinden geçiliyor; ama epeyi uzun bir yol... Bavullarla yürüyen merdivenlerden iniş yasak. Bu yüzden asansöre yöneliyoruz. Asansör kapısında uzun bir kuyruk... Taşıyıcıya bavulları dolduranlar burada almışlar soluğu... Biz de kuyruğa geçiyoruz. Bir süre bekledikten sonra sıra geliyor. Tıkış tıkış doluşuyoruz asansöre. Aşağı indiğimizde bizimle birlikte binenler bavullarını, çantalarını alıp koşuşturuyorlar. Hemen herkesin acelesi var. Bizim zamanımız bol. Henüz saat 11.30... Oysa Tur rehberi ile saat 14.00 de buluşacağız. Bu arada bir yerde oturup bir şeyler yemeğe hatta gazete okumaya bile zamanımız var. Dış hatlar terminalinin kapısında bir kez daha denetimden geçtikten sonra içeri giriyor, kafeteryaların olduğu bölümü gidiyoruz. Kalabalığın arasında kendimize bir yer bulup oturuyoruz. Bavullarla dolu taşıyıcımız da yanı başımızda... Eşim yiyecek bir şeyler almaya gidiyor. Ben de ayaklarımı bir başka sandalyeye- tabanlarımı değdirmeyecek şekilde- uzatıyorum. Ayaklarım daha şimdiden şiştiler. Doğaldır; sabahtan beri yoldayız ve hep oturuyoruz. Sabah erkenden İzmir Adnan Menderes havaalanının yolunu tuttuk. Bende geç kalma korkusu olduğundan yolculuklarda erkenden havaalanlarına ya da terminallere gider, uzun uzun beklerim. Beklemeye razıyım; yeter ki gecikmeyeyim. Bavulları verip uçağa geçtiğimizde daha hâlâ uykum açılmamıştı. Uçakta verilen kahve ve sandviç iyi geldi; biraz dirildim. Saat 10.00 da kalkan uçağımız bir saat sonra İstanbul’daydı. Dış hatlar terminalindeki kafeterya çok kalabalık. Karnımızı doyurduktan sonra biraz da gazete okuyoruz. Saati geldiğinde taşıyıcımızı sürükleyerek buluşma yerine ulaşıyoruz; ama tur rehberi görünürde yok. Uzunca bir süre bekledikten, birkaç kez telefon ettikten sonra sonunda bizi başka bir yerde beklediği anlıyoruz. Rehberimiz uçak biletlerinin de içinde bulunduğu boyun çantalarımızı verdikten sonra bizi İberia Hava Yolları’nın bulunduğu kısma gönderiyor. Orada da uzun bir kuyruk... Sonunda bavullarımızı teslim edip yükümüzü azalttıktan, biniş kartlarımızı aldıktan, pasaport denetimlerimizi yaptırdıktan sonra saat 17.00 de kalkacak uçak için Uluslararası bekleme salonuna geçiyoruz. Bu bölüm, kocaman bir alışveriş merkezi gibi. İçki, sigara ve parfüm satan gümrüksüz satış mağazaları, hediyelik eşya dükkanları, lüks giyim ve ayakkabı mağazalarının şubeleri, kafeler, restoranlar, hızlı yemek bölümleri, büfeler... Ne ararsan var.

Uçağımız tam zamanında kalkıyor. Gezi programına göre Barselona’da bir gece konaklayacak, ertesi gün kenti gezeceğiz. İkindi vakti gemiye giriş yapacağız. Burada işlemler biraz uzunmuş. Akşamüzeri gemi hareket edecek. Bütün gece denizde olacağız. Sabah ise Nice’in küçük bir köyü olan Villefrance limanında demir atacağız. Gün boyu Nice, Cannes ve Monoco gezisi... Akşamüzeri hareket edip ertesi sabah Roma’nın denize açılan limanı olan Civitavecchia’ya varacağız. Oradan otobüslerle Roma’ya gidilecek, Vatikan gezilecek.Yine gece yolculuk ve bu kez Napoli ve Capri adasına gezi... Bir sonraki gün durağımız Malta adasının başkenti olan Valetta... Perşembe, bütün gün ve gece denizdeyiz. Cuma sabahı İspanya’nın Palma de Mallorka adasına varacağız. Cumartesi sabahı ise Barselona’da gemiden ayrılıp İstanbul’a döneceğiz. Çok yoğun bir program. Bakalım nasıl başaracağız.

 
Toplam blog
: 26
: 898
Kayıt tarihi
: 03.12.08
 
 

1946 yılında doğan ve tıp doktoru olarak Türkiye ve Almanya’da çalışan Gülseren Engin’in ilk öyküsü ..