Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Portakal Çiçeği ve FISILTI

http://blog.milliyet.com.tr/elvince

08 Haziran '07

 
Kategori
Blog
 

Yorumlarım, yazılarım kadar sevdiğim evlatlarım

Yorumlarım, yazılarım kadar sevdiğim evlatlarım
 

Yazmanın dayanılmaz güzelliği, cazibesi, hatta şehveti yanında … Okumak, okumak, okumak. Okuduğun her satırı hatta noktalama işaretlerini ezberine almaya çalışmak.

Sevgili arkadaşlarımın blog yazılarında anlatılmak isteneni anlayamamak sıkıntısı- korkusu çekerim bazen. Hatta bazı bazı yazıların içinde geçen terimleri, sözcükleri anlamak amacıyla sözlüklere baş vururum.Anlatılmak isteneni vurgulayamassam içimde üzülürüm...

Blog okurken yazan kişinin ruh halini, gözlerini merak ederim. En çok da bunu; evet gözlerini merak ederim, ‘’kalbin aynası’’ demiş bir bilge gözler için, ya yazılar neyin aynasıdır?
Ruhun, içgüdülerin, saklı kalmış sözlerin- susmaların , geveze ötüşleri incir kuşlarının.

Hep yüreklerden mi yazılır yazmalar, yok mudur aramızda ‘’yüreğe ne hacet, kaleme kuvvet’’diyerek blog larını yazanlar.

Hep sevdaya dair midir ayrılıklar ve ayrılıkların ardında hesapları kim öder? Kime çıkar piyangolar?

Kaç amorti vurmuştur, bedelsiz midir aşklar?

Kaç kere kapının ardı ve önü arasında, hani o incecik çizgi var ya orada, kalakalındığını, gidenin hüznü yanında, kalanın canından can kopartan acısını kaç kere imbikleyipde gönül süzgecinden süze süze şerbet niyetine içmişliğini yansıtırmı yazılar, hesapsız öylesine...

Saklamış mıdır eski bir hatırayı, ilk günkü tazeliğinde. Bu hatırayı okşayarak- nazlayarak sırça köşkünde büyütmüş büyütmüşde, sonra bir gün tutuverip saçlarından onu, bizlere yazıvermiş midir? En gizli kuytularına kadar.Birileri...

El, etek öpmek zorunda bırakılıp, onmaz yaralar içinde kaldık...Kaldıkta...

Kaçımız...

Off!! demişdir yarı baygın, mezesi sadece hüzün olan içki masalarında.


Kaç kere yeminler bozduk?

‘’Anam, bu son bir daha içmeyeceğim, sen hakkını helal et’ diyerek.

Kaçımız...

Sarılıpta yar bedeni gibi bloglara... Elleri, gözleri ateşler içinde yanarken klavye tuşlarının üstüne derdini dökmüş dür ki ?

Kaç gece ağladık salya sümük; yar peşinde, iş peşinde, asker ocağında, baba ocağında, yar kucağında.

Belki de, kim bilir….HEPİMİZ.

Kaçımız...

Gözyaşlarını takdis eder gibi sunuvermiştir de okuyucusuna, hani bir teselli beklercesine…

Ha şöyle bir yüreklice…

İtlik ettim abi diyen var mıdır? Ben adam olmam abi , evet soydum, patronun kasasını da komşumun kızını da; ama bir sorun niye yaptım diyen var mıdır? Yazabilmenin vazgeçilmez enfes sarhoşluguyla blog yazılarında.

Aşkın bu kadar güzel olduğunu...Aşkı ve Godot’ u bekleyerek bir ömrün bile harcanabileceğini ben bloglardan öğrendim.

Kendi çocukluğumu gördüm, çok uzaklardan yazılmış bir yazıda, saklı bahçelerde kaybolan anahtarını ararken. Kısacık bir yazıda ölümlerinden korkuverdide annesinin ve babasının. Çocukluğum; ağlaya ağlaya telefon etti onlara.Çok kere es geçtiği sevgi sözcüklerini bir çırpıda diyiverdi bacaksız …

Başka bir yazıda gözlerini gördüm yazanın, şehit cenazelerindeydi; belki en ön sıralarda… Onun gözleriyle baktım Al bayrağa sarılı aslanlara…

Cumhuriyet mitinglerinin hiç birine gidemedim de , gidenlerin bloglarını okudum, en az iki kere. Neden mi? Teşekkür edebilmek için…

Hınzır, muzur ve serkeş yazılarda gülümsedim, durdum düşündüm…

Ulen !! dedim ben niye böyle değilim?

Kıskandıklarım da oldu çok geziyorlar diye; yedikleri içtikleri onların olsun bende gitmek isterim ta oralara diye. Gider miydim ki ?

Ben iflah olmaz bir tembelim aya merdiven dayasalar ‘’ evde işim var siz gidin ben sonra gelirim’’ derim. Şaşırmayın vallahi derim…

Yazıyı yine dağıttım, bunu hep yapıyor belki de okuyanı sıkıyorum; ama ben bunu seviyorum. Ben böyle yazıyorum…

Bu yazıyı neden mi yazdım??

Neden en çok yorum yapan kişi olduğumu anlatmak için.

İşte bir rastlantı oldu, yazının tam burasındayken, sözümü bir yerlere bağlamaya çalışırken, habercim sinyal verdi. Sık sık MB ye yazı düşen ( ben böyle derim) bir arkadaşımızın yazısının sinyalini. Ara verdim yazıma, tıkladım yazıyı. ( ki burada yani MB da bazıları! böyle dermiş, okuduklarımın yalancısıyım) Ben yazıyı tıklarım; ama okurum.Okurum; ama yorum yazarım…

Bir yazıyı okumuşsam asla yorum yapmadan duramam, sil kalem geçemem.Bilirim yorumların o yazının meyvası olduğunu .Yazanın o meyvalardan tatlı bir iksir yaparak, yazma gücünü arttıracağını bilirim. Mayhoş meyvaların bile kendine has bir iksiri olur bunu da bilirim.

Habercimde kırk bir blog habercisi kayıtlı ve bunların bazıları günde birden fazla yazı düşmekte, bazıları da en az gün aşırı yazmakta… Artık düşünün okumam gereken yazıları ve yapmam gereken yorumları. İlk günlerde azdı habercime kayıtlı yazar sayısı. Sık aralıklarla sayfalarını ziyaret edebiliyor hatta aramıza yeni katılanların yazılarını bile okuyabiliyor çok sevdiklerimi habercime ekliyebiliyordum. Şimdi ise özür diliyorum artan haberci sayısı, yazıları yayıma alındığı günden itibaren okumamı engelliyor.

Şimdi aranızda bize ne, Serap hanım ister oku ister okuma, hatta olayı abartmış haldesin diyen olacaktır. Zamanın varsa günde birkaç kez blog düşmektense MB ye, sen günde en az on kez yorum yap. Bu senin seçimin diyerek bıyık ardından güleceklerde olacaktır. Ben bunu hiç mi hiç umursamayacak ve elimden geldiğince okuyacağım ve yorumlayacağım blog yazılarını…

Tam yüz yirmi dokuz sayfa yorum yapmışım, araştırmadım; ama sanıyorum benden çok yorum yapan kimse yok.
Olmasın…
Bunu da hiç hesaba almıyor ve asla yorum yapmaktan gocunmuyorum.Yorum yazmayı, ne karizma sarsılması?! (MB karizma nasıl bir şey bilen varsa yazıversin ufacık bir yorumla… Yok canım, yoruma gerek yok derseniz, kısacık bir mesajla anlatıverin…) Ne de zaman kaybı olarak görüyorum.

Şimdi büyük harf kullanacağım, çevreye verdiğim zarardan ötürü hepinizden özür dilerim…

DENİYOR Kİ…. (ACABA KİM BUNLAR , KİMBUNLAR) ÖDÜNÇ YORUMLAR…

Kimseye ben, bana yorum yapsın diye yorum yapmıyorum. Bütün yorumlarım annelerinizin ak sütü gibi helaldir size.

Okurken beni alıp bilgisayarımın yanından, götürüyorsanız sizin tam olduğunuz yere, gözlerinizi görebiliyorsam yazılarınızda, dokunabiliyorsam gönül telinize… Sizin hüzünlerinizi sahiplenebiliyorsam belki bir an; ama bazen de günlerce…

Hiçte tarzı olmamasına rağmen mizah yazmış sevgili blog arkadaşım... Ben kahkahalar eşliğinde açıyorsam zili çalan kapımı...Hadi bakalım yorum yapma…

Yazdığım bütün bloglarımı seviyorum, onları yazarken zaman duruyor gibi. Size de öyle olmuyor mu? Kocaman bir salonda, üstelik aydınlatması hatalı bir salonda yazıyorum. Neredeyse tuşlarını göremiyorum klavyemin. Kışın çok soğuk oluyordu, şimdilerde ise çok sıcak. Ben yazı yazarken üstelik sansür!! uygulayan –koca- bir mercinin önünde eğilmek zorunda kalıyorum, zor iş yılmadan dayanıyorum.

Hepimizin yazılarını yazarken türlü zorlukları olduğunu biliyorum. Emek verilen zaman harcanan, ev işlerinden, çocuklardan , eşlerimizden, konu – komşudan, patronlar duymasın işyerlerimizden bile çaldığımız zaman ve ilgiyi bol keseden harcayarak yazılan, heyecan içinde yayıma alınması beklenen, evlat kadar sevilen blog yazılarını okurumda yorum yapmaz mıyım.?

Ben yorumlarımı çok seviyorum.

Yorumlarım... Blog yazılarım kadar sevdiğim evlatlarım…

 
Toplam blog
: 76
: 2902
Kayıt tarihi
: 06.11.06
 
 

"Yasamak sakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yasayacaksinbir sincap gibi mesela,yani yasamin disinda ..