Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '10

 
Kategori
Mizah
 

Yörünge 3 / Müsaade

Yörünge 3 / Müsaade
 

Karikatür: Hüseyin Alparslan


Ayağımı hiç durmamacasına sallayıp duruyorum. Gözüm sürekli saatte. Oysa hastayım, oysa bitmişim, oysa yorgunum. Nefes alacak gücüm yokken üstüne bir de sigara içme gafletinde bulunmuyor muyum? Deli oluyorum işte o zaman kendime! Hayır, bir şey anlasam içtiğim meretten içim gam yemeyecek.

Nerede kaldı bu adam? Saat kaç oldu, ne biçim bitmez yemekmiş bu böyle! Dur sen dur, sen nasılsa geleceksin, bu evin yolunu elbette bulacaksın ve ben sana ayılman için hiçbir şey yapmadan sızdığın yerde öylece bırakacak sabah konuşacağım seninle! E madem öyle, yatıp zıbarsam ya, ne diye gelmesini bekliyorum?

Hah! Saat gece yarısı 02.30! Düştü bizim kelle paça akrep yuvasına! En iyisi yatağa girip uyur numarası yapmak. Oh olsun sana!

Leş gibi kokuyor kör olmayası. Sabahı beklemesem de şunun ağzının payını versem mi gece gece bir güzel? Gel sen, gel… Yanaş şöyle yamacıma. Canına susadın belli.

- Karıcığım…

- …

- Canım karım benim…

- Rahat bırak beni!

- Aşk olsun ama aşkım ya! İnsan kocasına dirsek atar mı?

- Aşk meşk yok Zühtü!

- Nasıl yok? Karım değil misin? Özledim seni.

- Özlemiş-miş! Nerdeydin bu saate kadar Zühtü? Senin saatten haberin yok mu?

- Yahu arkadaşlarla iki tek atalım dedik, kırk yılın başı. Burnumdan getirme şimdi.

- Kırk yılın başı? O kırk yıl haftada bir gelir oldu ne hikmetse?

- Hikmet dedin de, bizim Hikmet’in selamı var. Bak, bu çiçekleri de sana o gönderdi. Hihh Hiii!

- Delirtme beni adam! Delirtme! Avazım çıktığı kadar bağırasım var, zaten çok hastayım. Ateşim çıkmış kırk iki buçuk’a! Bir de sen gelme üstüme. O çiçekleri de çek lütfen burnumun dibinden.

- Uff! Tamam be! Seninle uğraşmayacağım şimdi. Ne halin varsa gör.

Aa! Çiçekleri yere attı, döndü arkasını yattı uyudu ayol! Bu ne küstahlık? Yok, ben bunu gebertirim! Pişirmeden, ütülemeden yerim!

- Zühtü!

- Hııı… Uyuyorum…

- Uyuma, konuşmamız lazım.

- Tamam, sabaha konuşuruz…

- Zühtü kalk!

- Dürtmesene kadın! Uyuyan insan uyandırılır mı? Kafam olmuş bir dünya!

- Kafana köpekler işesin Zühtü!

- Ne var be kadın! Ne! Bıktım dırdırından, vırvırından! Hah! Söyle, uykum, keyfim her bir şeyim kaçtı gitti! Ne olmuş yani? Gittik erkek erkeğe içtik, geldik. Ne var bunda bu kadar büyütecek?

- Beni son günlerde ne kadar ihmal ettiğini farkında mısın sen? Değilsin tabii. Evde seni bekleyen gencecik bir karın var, umurunda mı?

- Hayda! Oturmuş yatağın içinde ağlıyorsun bir de? Yahu ne dedim şimdi?

- Sorun da bu ya! Artık sen bana iki çift güzel söz söylemez oldun. Ben evin kedisi miyim, hanımı mı belli değil. Varsa yoksa işin, futbol maçları, sonra da arkadaşların. Ben neyim peki? Niye biz ilk evlendiğimizdeki gibi değiliz? Pekâlâ ben de gelebilirdim sizinle içmeye? Önceden her yere beraber giderdik. İki yılda eskiyiverdik öyle mi? Yoksa utanıyor musun artık benden? Demek utanıyorsun? Hüüü, ne talihsiz bir kadınım ben…

- Sana inanamıyorum Müsaade!

- Nedenmiş o?

- Sabah saatin 03.00’ü olmuş

- Sabah saatin değil, saat sabahın!

- Ya her neyse aman, akıl mı bıraktın adamda. Diyeceğim şu ki, bu saatte sen, yatağın ortasına çöreklenmiş, yorganın ucunu büzüştüre büzüştüre hem ağlıyor, hem de saatte 100 km hızla giden bir otomobilin süratiyle bunca lafı üretecek enerjiyi buluyorsun ya, seni tebrik etmek istiyorum karıcığım!

- Ha bir de üstüne dalga geçiyorsun benimle? Ya sen ne utanmaz bir adam oldun çıktın Zühtü!

- Zühtü deyip durma, kafamı şişirdin Müsaade!

- Senin adın Zühtü değil mi? Mürteza mı deseydim? O zaman da Mürteza kim diye sorardın? Hem kıskançsın, hem kelsin, hem fodulsun! Oh ne güzel iş!

- Bağırma bana! Bağırma! Kelliğimle dalga geçiyorsun bir de! Ben seninle niye dalga geçeyim hem? Olur mu öyle şey hanfendi, ne haddimize!

- Tamam Zühtü. Seninle oturup konuşulmuyor! Anlaşıldı! Ben zaten bu gece uzun uzun düşündüm. Biraz ayrı kalsak iyi olacak…

- Ne? O da nereden çıktı şimdi?

- Nasıl nereden çıktı? Halimizi görüyorsun. Artık, biz seninle oturup sohbet dahi edemiyoruz. İyisi mi, herkes biraz kendi kafasını dinlesin. Hem böylece arkadaşlarınla istediğin kadar takılabilir, sabaha kadar içip gezebilir, bekâr bir insan gibi hayatın keyfini sürebilirsin. Evde seni bekleyen bir karın da olmaz. Evet, evet… Ayrı kalmak en iyisi. Hem belki, biraz benim de neler hissettiğim, neleri özlediğim aklına gelir… Allah’ım ne günahım vardı benim? Nasıl bir kaderdir bu? Hüüüü…..

- Bak kadın! Sen, gerçekten benim sinir uçlarımla oynamaya bayılıyorsun. Dua et seni çok seviyorum. O kadar çok seviyorum ki, bunu anlayamayacak kadar aptal olduğun için, istesem de bazen sana kızamıyordum. Fakat şu son söylediğin gerçekten bardağı taşıran son damlaydı. Yeter! Nasıl istiyorsan öyle yap!

- Haaa! Oldu canım be! Şimdi de ben suçlu oldum!

- Evet, sen suçlusun! Bu kadar çok konuşmasan, sabaha bıraksan, her şeyi rahatlıkla çözerdik. Tamam. Konuşma bitmiştir. Ben salona geçiyorum. Sana iyi geceler.

İnanamıyorum! Gerçekten inanamıyorum! Dolaptan battaniyeyi ve yastığını aldı gitti. Beni dinlemedi bile! Bizim evliliğimiz yörüngesini kaybetti. Ama ben kocamı seviyorum. Hem de çok seviyorum. Niyetim sadece ona biraz gözdağı vermek, yaptıklarının cezasını çekmesini sağlamaktı… Yörüngesinden çıkmış bir evliliği tekrar yörüngeye nasıl sokacağım? Peki neden ben sokuyorum? O niye yardımcı olmuyor? Ne yapacağım ben şimdi?

(3 gün sonra)

“Şimdi, ben diyorum ki, şapkamızı önümüze koyalım. Dökülen, saçılan parçalarımızı yerlerden ya da her nerelere savurduysak tek tek ele alıp Japon yapıştırıcısı ile yapıştıralım. Olmuyor mu? Olur, olur. Başta zorlanırız biraz belki ama üstesinden geliriz, merak etme… İkimiz de aklı başında, okumuş, kültürlü insanlarız. Hem, sende bu yürek, bende de bu sevda varken…”

Evet, kesinlikle söze ilk ben başlamalıyım. Ve bu düşündüklerimi söyleyerek havayı biraz yumuşatmak en güzeli. Burası bizim flört ederken sürekli geldiğimiz kahve. Yine geç kaldı! Her zamanki gibi. Zamanında da hangi randevusuna erken gelmeyi başarmıştı ki? Neyse, tamam. Sinirlenme Müsaade. İçinden onbeş kere derin nefes alıp ver, sakinleş. Buyurun işte, beyefendi kendinden son derece emin, burnundan kıl aldırmaz pozlarıyla nihayet teşrif ettiler. Gülümse Müsaade, gülümse. Ay yapamıyorum! Hala öfkeliyim!

- Merhaba canım.

- Hoş geldin.

- Nasılsın?

- İyiyim, sen?

- Eh işte. Kahve mi içiyordun? Bakar mısınız? Bir Türk kahvesi lütfen, sade olsun.

Birbirimizin gözlerine bakıyoruz uzun uzun. Nasıl da özlemişim. Söyleyemem ki. Hayır, ağlamayacağım. Ona zayıflığımı bir kez daha belli etmeyeceğim. Burnu sürtmüştür biraz. Önce o başlasın.

- Müsaade bak… Seni çok seviyorum.

Hah şöyle, yola gel bakalım.

- O kadar çok seviyorum ki, yoksa bazen hiç çekilmeyecek yanlarına rağmen sana katlanıyorum, sırf bu sevgiden.

- Ben sana bir şey yapmıyorum Zühtü! Farkında mısın? Araz çıkaran sürekli sensin.

- “Ya sabır...” Sevgilim, güzel karım, arkadaşlarımla bir akşam takılmanın, işten yorgun gelmenin bedelini ödeyen benim. Oysa ben yuvamız için çalışıyorum. Daha iyi olalım, bir şeyler edinelim diye.

- Bedel ödeyen ve çalışan tek sen değilsin, dikkatini çekerim. Arkadaşlarımla gece âlemlerinde takılmadığım halde aynı bedeli ben de ödüyorum! Ve ben de çalışıyorum. İşin kötüsü ben ne kadar özveride bulunursam evliliğimiz o kadar yörüngesinden çıkıyor.

- Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?

Ne demeliyim şimdi? Bakışları değişti. Kırıldı, küstü, gücendi, hiddetleniyor da. Onun öfkesi benimkine de benzemez. Tanımaz mıyım? İşe bak, sevdiğim adamı durduk yere göz göre kaybediyorum. İşin kötüsü artık öfkem de geçti. Şu an içimden boynuna atılıp “canım kocam” diye sarılıp öpmek geçiyor. Yok, yapmayacağım. Put gibi oturup boş boş bakacağım yüzüne. Hatta en iyisi kaşlarımı çatayım. Ay nasıl gülesim tuttu. Gülme sakın Müsaade, gülme! Bak beni sinirlendirme Zühtü! Sinirlenirsem çok kötü olur bak! O da başını çevirdi, kaşlarını kaşıyor. Gülecek gülemiyor, bilmez miyim? Ya ne işimiz var bizim kahve köşelerinde, evimize gidip cilveleşsek ya!

- Kahveni soğutma.

Cevap bile vermiyor.

- Sana söylüyorum Zühtü, kahveni soğutma. Soğuk içmezsin sen.

Güldü işte. Güldü. Rotamızı bulduk. Yaşasın!

- Ya kadın, ben seni gerçekten çok seviyorum. Deli karım benim.

Ellerimi öpüyor. Çok özledim seni sevgilim. Bıyık altından gülümsüyorum.

- Söz ver bana.

- Ne için aşkım?

- Bir daha beni ihmal etmeyeceksin.

- Ben seni ihmal etmedim karıcığım. Fakat söz veriyorum, arkadaşlarımla daha az görüşeceğim ya da birlikte gideceğiz.

- Anlaştık o zaman.

Eh artık kocaman ve sıcacık bir gülümsemeyi hak etti.

- Bakar mısınız? Hesap lütfen.

Nisan'08

 
Toplam blog
: 19
: 658
Kayıt tarihi
: 16.03.10
 
 

Oyun yazarı. Son oyunu "Yedi Peçeli" Devlet Tiyatroları tarafından incelenmekte. Diğer bütün yazı..