Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '12

 
Kategori
Kitap
 

Yüreğin Sesi Zeytin Ülkesi

Yazarı: Mehmet Başaran
 
Yazarın bu kitabı, bir başöğretmenin köylerdeki okulları gezmeye giderken, yollarda neler yaşadığını anlatan kısa öykülerden oluşmaktadır. Çanakkale görev yapan başöğretmen zeytin ağaçlarından çokça bahsetmektedir. Kendi ailesine bile vakit ayıramayan başöğretmen, köy köy gezmektedir.

Kuşatma sonrası, çok partili hayat geçiş insanların yaşam düzenini değiştiren olaydır. Demokrasinin geldiği söylenerek bazı özgürlüklerin olduğu söylenir. Karnını doyuramayana gezi özgürlüğü, okuma yazma bilmeyene düşünce ve söz özgürlüğü olduğu savunulur. Yazara göre demokrasiyi savunan bu kişiler Troya atı gibidirler. Halkın arasında gezerler, ancak onların ocaklarının tütmesini istemezler. Seslerinde zorlama bir yumuşaklık yanında, babacan görünmeye çalışmalar görülür.

Yeni müdürleri, müfettişleri…  Çocuklara dersleriyle ilgilenmelerini söylüyorlar. Ne olduğu belli olmayan kitaplarla uğraşılmasını istemiyorlar. Tarih kitapları okumalarını isterler. Ve klasikleri. Sırıtmaya benzeyen gülüşlerle kitaplık kilitlenir.

Bunca yıl okuduklarına rağmen, köylü gibi görülmeleri, onlar gibi taş taşımaları zoruna gidiyor. Enstitülerden oyunla ayırdıklarını, oyunla yere çaldıklarını anlatır. Bakanlığa çalışmak için gitmesine rağmen kadroların kendi adamları tarafından doldurulmuş olduğunu anlar. Başkaları önünde eğilen çalışanlar kendisini görünce üzerine yürürler.

Genel müdür öğretmeniyken ağırbaşlı, dürüst bir adama benziyordu. Ferit Oğuz’u gar yanındaki küçük bir odada bulmuştu. Şube müdürlüğünden alınıp karanlığa hapsedilmişti sanki. İş yeri belli olmuştu, Edremit’e doğru yola koyulmuştu. Dokuzuncu Bölge Gezici Başöğretmeni olmuştu. Milli Eğitim Müdürü Lütfü Engin’in sesini kulağında hissediyordu hâlâ.

Ferit’in ardında onu da bakanlıktan ayırmışlardı. Önce Bursa’ya sonra da buraya gönderirler. Bu kişilerin memlekete kötülük ettiğini söyler. Enstitüler, nerde on yıllık plan, ilköğretim seferberliği? Yarım ve yıkık okullar. Getirilen yazıyı imzalıyorlardı. Koskoca İl’e elli okul ödeneği yollanır. Köylere gider köylülerle konuşur. Kumunu, taşını taşırlarsa okul yapılacağı söylenir. Dört elle sarılırlar. Yetmiş beş okul yaptırmıştı, elli okul parasıyla.

Kasabaya varmıştı. Bir odaya girdiğinde birisi telefonla konuşuyordu. Telefonda kasabanın en iyi okulu olduğunu, seçkin aile çocukları için özel sınıfı olduğunu, kötü öğrencilerin giremediğini burada öğrenim gören çocukların kolej girişlerini kazandığını belirtir. Genel müdür odasını andıran geniş bir odaydı içerisi. Duvardaki bölge haritasına dalar.

Köyler bucak gibi serpilmişti dağ eteklerinde. Çoğu okulsuzdu. Okul olanlarda genç, solgun yüzlü öğretmenler vardı, onlarla olmayı özlüyordu ama gözleri kaygılıydı. Alıcıyı yerine bırakan Milli Eğitim Memuru ‘’Hoş geldiniz ‘’ diyerek yer gösterdi. İdarecilikte ağartmıştı saçlarını. Yıllardır çevreye yararlı olmaya çalışırdı, artık yorulmuş, ayrılmak istiyordu. Yukarıdan birbirini tutmaz yazılar geliyor, sonra particilik almış yürümüştü… Sonra öğretmenler…
 

Gönderilen öğretmenlerin bilgisiz ve cahil olduklarını belirtiyordu. Resmi belgelerden haberi olmadıklarını belirtti. Bu yüzden de işlerin düzenli yürümediğini belirtir. Bölge haritasındaki  öğretmenlere tekrar bakar. Başkent’tekiler  onlara kızıyor, onları yola getirmenin yollarını arıyorlardı. İl’dekiler, İlçe’dekiler onlara yükleniyordu. Bulundukları yerde ne zorlukla kuşatılmış olduklarını düşündü.

Kara kuru yaşlı bir adam telaşla içeri girdi. Pantolonun dizleri çıkmış, ceketini yan ağzı tiftiklenmişti, yağ içindeydi yakası. Köyü ikiye böldüklerinden bahsediyordu. Bunca yıl müfettiş olduğunu böyle bir şeyle karşılaşmadığını söyledi. İlköğretim seferberliğini yapanlara lanet okudu. Bölgeye gelen yeni Gezici Başöğretmen olduğunu öğrenince sevindi. İllallah bu köy öğretmenlerinden, dedi. Enstitüyü başına sardıklarından şikayet etti. Bölge haritasındaki resmi göstererek, öğretmen suratı olmadığını  söyledi. Rıfkı Beye sorun, söylesin, dedi.

Her gün bir olay, her gün bir soruşturma. Kaymakamla tanıştırmayı düşündüler, hem sorunları da dile getirirlerdi. Kaymakama giderler. Kapıyı çalıp içeri girerler. Kaymakam buyur eder. Memleketi kurtarırsa Maarif Erkanı’nın kurtaracağını belirtir. Maarifçileri başımızın üstünde taşırız, der kaymakam. Köylerin karıştığını duyunca sesi yükseldi. Neler olup bittiğinin  kendisine haber verilmesini istedi. Köy Enstitülerine güven olmayacağı hakkında, gazetelerde her gün  bir çok haber çıkıyordu. Hem cahil, hem tehlikeli köy öğretmenleri, belki de muhalif diye niteledi. Müfettişle Rıfkı Bey başlarıyla Kaymakama katılıyorlardı. Kaymakam,  Yargıç Selim’in oğlunu sordu. Öğrencilerin seçme öğrenci olduğu İstiklal Okuluna alacağını belirtir.

Sekiz Eylül’e verildin, derler. Adıyla sanıyla bir kurtuluş okulu. Ihlamurlar arasında. Pencerelerinden Kazdağı’nın mor yamaçlarını seyret. Her şey göz kamaştırıcı burada. Rahat bırakırlarsa köy öğretmenleriyle köyde dolaşmanın güzel olacağını düşünür. Eşi kendisinden sonra geliyordu. Toparlanıp gelmek ona düşmüştü. Havran sakin bir kasabadır. Edremit’e dokuz kilometre. Hoca Hanımı oraya veriyorum, der. Ona kalsa Savaştepe Köy Enstitüsü ikinizi de oraya verirdim.
Kalabalıkmış senin Kurtuluş Okulu. Kara önlüklü, ak yakalı cici çocuklar. Memur, esnaf çocuğu. Diğer öğretmenleri görmeden Başöğretmen Emin Bey iyi birine benziyor. Şakacı, güleryüzlü, taklitçi.
 

Enstitülerdeki ıslahat sürüyordu. Enstitü çıkışlı öğretmenler yaz aylarında beyin yıkama kurslarından geçiriliyordu. Kuşkulu gözlerle bakılıyor, ikinci sınıf öğretmen gibi davranılıyordu. Haklarında gizli raporlar dolduruluyordu. Muhtarların kulakları bükülmüştü. Yaşlı müfettiş bile onları yetiştirenlerin ipini çekmek istediğini söylemişti.
 

Hallaçlar Köyüne okul yeri ayırmaya gider. 900 nüfuslu olduğunu, araba gitmediğini söylerler. Yürüyerek köye ulaşır. Karşılaştığı köylülerle konuşmaya başlar. Okul yapmaya geldiğini söyler. Bak şu Osmanlının işine, derler. Öğretmen de verecekler mi? diye sorarlar. Tabi ki der. Köyde Çerkez Hoca diye bilinen şahsiyet, köyün din öğretmeni gibi her yıl yirmi otuz hafız yetiştirir. Okulun buraya yapılacağını ve Çerkez Hocanın okuluna benzemediğini söyler. Herkesin evine gireceğini, çocukların gözlerine. Düşünceleri donmuşluklardan kurtulacak. Onlara ayrı bir güç katacağını söyler.
 

Okullar açılmıştı, ben gezilerime başlarım. Evden çıkarken eşini gözü yaşlı evde bırakır, yollarda öğretmenleri düşünür. Çantasında; peynir, ekmek. Bir iki kitap. Ne iyi olurdu bir Köy Enstitüsünde eşiyle beraber olmak, diye düşündü. Gündüz dersliklerde, işliklerde. Akşam evimizde. Elinle pişirdiğin çayı yudumlayarak, müzik dinleyerek, kitap okumak. Derken gideceği köy görünür yamaçta. Okula yaklaşırken çevreyi uyandıracakmışçasına koşan çocuklar görür. Sabırlı çiftçiler gibi çalışan öğretmenlere bakar, geleceğin bolluklu hasatlarını düşünür.
 

Zeytin toplama zamanı hangi okula uğrasam sıraların yarısı boş. Köylüler hasat zamanı çocuklarını da alır  zeytin toplamaya giderler. Öğretmenler de ne edeceklerini bilemezlerdi. Devam kovuşturması yapsalar bir türlü, yapamasalar bir türlüydü.
 

Av mevsimi gelince ortalığı bir neşe kaplar. İçimizde açıklanması güç birikimler oluyor diyor Mahmut Öğretmen. Mahmut öğretmen ne derse desin, bir tuzak mevsimidir zeytin silkim zamanı.

Çocuklar çınarların arasında dağılmış, biz de çökmüştük. Ahmet öğretmen dalgındı. Müfettişin, memurun, kaymakamın horladığı kişilerdendi o da. Neler yapıp ettiği sorulup duruyordu. Bir Hasanoğlan’daydım,  bir Aksu’da, yüzleri bir destan sevinciyle aydınlanmış öğrencilerim vardı karşımda. Kasıntılı genel müdürler, bütün içtenliğiyle “ocak tüttüreceğiz!” diyen yiğit sesler, elli okul parasıyla yetmiş beş okul yaptırmanın mutluluğuyla ışıyan gözler.

Avcılar okulu başöğretmeni Mustafa Gürtuna, Bergamalı olduğunu söylüyor. Hasanoğlan’da size öğretmenlik eden İbrahim Yasa’nın akrabası olduğunu da söyler. Enstitü çıkışlı olmadığını  ancak onlarla aynı fikirde olduğunu belirtir. Yukarının enstitüleri, enstitüleri ezmeye çalışmasına karşıdır. Halk çocuklarından neden korkulduğunu anlamıyor. Müfettişler, yöneticiler hain gözüyle bakıyorlar enstitü çıkışlı öğretmenlere. Öğretmenler kaç kez soruşturma geçirdiklerinden yakınıyorlardı. Öğretmenler de yüreklerine korku düştükçe baştakilerin yıkılmasını  isterler. Eşi Elif ilkokul öğretmenliği yapıyordu.

Hitler perçemli Milli Eğitim Bakanı, Sivas dolaylarında seçim gezisinde devrilen cipin altında kalarak ölmüştü. Nice, büyük dağları yarattım diyenler  yıkılıp gitti. Bakanlık, genel müdürlük koltuğunda oturanlar küçüldüler kaybolup gittiler.
 

İlk Arapça ezan Havran’da okundu. Yeni bir dönem başladı sözde. İktidarı oylarıyla belirledi halk. Genel af, yol parasının kaldırılması, devlet dairelerinde herkesin insan yerine konması. Partici yöneticilerin değiştirilmeleri. Duygu sömürücülüğü başladı. Ezan Arapça okunuyor. Radyoda da Kur’an okunacakmış. Okullara Din Dersi…  Muhtar İsmail okula çocuğunu göndermeyeceğini söyler. Türkmen olduğunu, Hz. Ali dediklerini ifade eder. Çocuklarının okulda Hz. Ali’yi okumayacağını düşünerek.
 

Çevrede otlayan keçileri görür başında da okul çağında bir çocuk. Mustafa Kerem’in en iyi öğrencilerindendi. Ne zaman dersine girse hep parmak kaldıran bir öğrenciydi. Ateş gibi bir çocuktu. Büyük bir susamışlıkla kitaplara sarılırdı. Babası sık sık okula gelir. Öğretmeninden Köy Enstitüsüne kaydetmesini, onun gibi öğretmen olmasını isterdi. Mustafa öğretmen de Enstitünün karışık olduğunu İmam Hatibe vermesini söylemesini isterdi. Demokratlar Avni Başman’ı  Milli Eğitim Bakanı yapmıştı.

Çağdaştı, eğitimciydi. Milli Eğitime çeki düzen verecekti, bırakmadılar. Bakansam dediğim olur, olmazsa çeker giderim demiş, görevden ayrılmıştı. Yerine getirilen yol mühendisi Reşat Şemsettin hıncıyla sürdürüyor yozlaştırmayı. Bir taraftan Köy Enstitülerini budarken öte yandan İmam Hatip Okulu açma yolunda.

Küçük keçi çobanı sınava girmiş, yazılıyı kazanmıştı ancak sözlüyü kazanmamıştı. Köylü çocuklarının okunması istenmiyordu. Bu yüzden yüz kadar öğrenci geri çevrilmişti.
 

Okulu bildiğim gibi buldum, damı akıyordu. Devamsızlık almış yürümüştü. Özellikle kız öğrenciler. Araç gereç yoktu. Ne edeceğini şaşırıyordu Mustafa öğretmen. Tek başınaydı ve beş sınıf. Bu koşullarda kasaba programı uygulaması isteniyordu kendisinden. Köy-kent ayrıcalığını kaldırmak oluyordu bunun adı. Onun okuttuklarıyla  kasabadaki İstiklal Okulu öğrencileri aynı sınavlara sokuluyordu, ‘fırsat eşitliği’ sayılıyordu bu da. Yaşamını sürdürmede karşılaştığı zorluklar da cabasıydı.

Kahroluyordu ortalarda kalan öğrencileriyle. Okulun suyu da kesilmişti. Ders aralarında nereye koşacağını şaşırıyordu öğrenciler. Fıçılarla, kaplarla sağlamaya çalışıyorlardı ya olmuyordu.
Bir gün evine geldiği zaman baba olacağının müjdesini almıştı.

Manastırda aylar önce yapımına başlanan duvarları pencere düzeyine çıkan okul için, olmaz demişti köyün ağası. Manastır halkının zeytin toplayıcısı olduğunu, okul istemediğini söyler. Bütün harcamalar, uğraşılar boşa gidiyordu. İnşaat durmuştu. Bu yerde ağa istemezse köylü hiçbir şey yapmazdı. Okul binası tamamlansa bile, köylü, çocuklarını okula, ağa izin vermedikçe gönderemezdi.
Baba olacağını duyduktan sonra köy okullarındaki çocuklara daha bir dikkatli bakmaya başlamıştı. Cana yakın kıpır kıpır çocuklar vardı. Her biriyle ayrı ayrı ilgilenmek, adını öğrenmek isterdi.
Otobüste giderken Ali öğretmeni düşünüyordu. Geçen yıl yeri değiştirilmişti daha. Nereye gitse, dişlerini gıcırdatmaya başlıyordu, partililer beğenmiyordu onu. Yine şikayet vardı hakkında. İrice kız çocuklarını temizlik nöbetine  bırakıp onları taciz ediyormuş. Tez elden bu namus düşmanının durumunun incelenmesi, gereğinin yapılması gerekiyormuş. Körüklü çizmeli, meşin ceketli müfettiş ateş olmayan yerden duman çıkmaz diyordu. Beşinci sınıfta da yetişkin kızlar vardı. Okulu desen köyün dışındaydı. Köylüler sabırlı insanlarmış ki saldırıp kafasını kırmamışlar. İftira olmasın diye müfettiş beye sordu. O köylüler geçen yıl da İbrahim öğretmeni şikayet etmişlerdi. Ali Bey’in bir şeyden haberi var mıydı acaba? Gerçekten çok okuyan, kafalı bir öğretmendi. Gençti, dilini tutamıyordu biraz, doğruları gözünü kırpmadan  söylerdi. Öğrencilerine kötü gözle bakacağını zannetmiyorum. Kendisini pek takmadığı için öyle konuşuyordu müfettiş. Öyle ya da böyle tatsız bir durumdu. Beşinci sınıfın kızlarından ismi olanlar vardı dosyada. Onların ifadesinin alınması gerekiyordu. Ne söyleneceği öğretilmiş oluyordu.

Hangi gün temizlik yaptın? Yanında başka kimse yok muydu? Öğrenciye ilkokul öğretmeni hakkında böyle sorular sormak hiç hoş değildi. Otobüsün durağında bir yaşlı insan bekliyordu. Muavin bekleyen bu kişiye hakaret etti. İçerden birisi tepki gösterdi. Okula gitmediğini, hiçbir şey öğrenmemiş olduğunu söyledi. Muavin de  öğretmenler artık başka şeyler öğretiyorlar diye karşılık verdi. Çantasındaki şikayet yazısını çıkarıp nereye gideceğine baktı.
 

Yeni bir gün başlıyordu zeytin ülkesinde. Karşı sırtlarda Kocadağ Okulu ağarıyordu. Üç mahallenin ortasındaydı okul. Kasabayla bağlantı zordu. Tek başına olan Eşref öğretmen bunalıyordu. Mahallenin birine iniyor karnını doyuruyordu. Bazen de yumurtayla, bulgurla doyuruyordu evinde. Müfettiş gelince plan arıyor, başka şeyler arıyordu. Kocadağ’da oturmanın bile bir başarı sayılacağını düşünemiyordu.

Geri dönüş yolunda bir çobanla karşılaşır. Konuşmak ister. Çoban tanıdık çıkar. İnönü’nün eski muhtarı Aputek Halil’dir. Kuvay-i Milliye gününden beri Mustafa Kemal’ciydi. Az çabalamamıştı köyüne okul yaptırmak için. Behçet öğretmenin bir dediğini iki etmiyordu. Hemen her gün okuldaydı. Okutulmadıkça, gözü açılmadıkça hayat yoktu köylü kısmına. Bütün çocukların okutulmasını isterdi.
Evimin pazar yerine döndürüldüğü, kitaplarımın, eşyamın, alt üst edindiği gün  hayli acı çekmiş, üniversiteyi yarım bırakmak zorunda kalmış.  Göksu oradaydı. Her zaman gözleri buğulu, her zaman dostça gülümseyen eczacı Muhlis cebinden çıkardığı bir kitabı gösteriyordu: İnsan hakları. Sutüven’i, Orşelim  Kızları şiirlerini yazan Mustafa Seyit dalgındı. Öğretmen Zeki durup durup küçük yerlerde böyle şeylerin yapılması afarozdur, derdi.

Milli eğitimin başındaki adam, Reşat Şemsettin’leri aratmıyor diyordu Zeki. İşte Köy Enstitülerini kapadılar. Öğretmenlere düşman  gözüyle bakıyorlar. Her yerde eski yazı, Kur’an Kursları.

Çocuğu doğmuştur ama kalbinde problem vardır. Doktorlar yurt dışında ameliyat derler ancak bu kadar paraları yoktur. Sırf bu yüzden çok parası olsun ister. Karatahtaya a, b, c, yazan çocuklara bakarken  onun yüreğinin yarım sesini  duyardı. Nasıl dünya böyle anlamazdı.
 

Mektubunuz var dedi, galiba Valilikten. Zarfı uzatıp önündeki kağıtlara eğildi. Önceleri  ayağa kalkar, yer gösterir, sigara ikram ederdi. Köy okullarından haber sorardı. Ne de olsa denetleyiciydim, çekinir, saygılı davranırdı. Ama şimdi önemsememiş gibi davrandı. Mektup özgürlüğümü kısıtlama yoluna gitmişti. Her köye saat kaçta gittiğimi, kimlerle hangi konuları görüştüğümü, ne işler yaptığımızı okullarda tutulan özel deftere yazacaktım. Uygulaması oldukça güç bir durumdu bu. Müfettiş çıkarken son fırsatını da değerlendirip hesap soruyordu. Ayrıca bölgemin de değiştiğini söylüyordu. Altı yıl önce donuk bir kış denizi gibi serilivermişti önüme şu ova.

Okulun  eski bir kilisenin yıkıntılarıyla yapıldığını öğrenir. İzzet öğretmenle, Necla öğretmeni tanır o gün. Müfettişin gözünü korkutan anlaşmazlıklarını çözümlemek zor olmamıştı. Yirmi dört köy vardı bölgemde. Altı yıl olmuştu diğer bölgemde. Nice öğrenciler mezun olmuştu. Zeytin ağaçları nice hasatlarını vermişti.

Yağmurlu günlerde, ılık bahar sabahlarında, dağların böğürlerine bakacak, uzak ağartılar onu heyecanlandıracaktı. Kızılkeçili’de Mahmut öğretmenin, Büyükşapı’da Kadir öğretmenin, Çıkrıkçı’da Hıfzı öğretmenin, Narlı’da Ekrem öğretmenin çaldığı zili duyar gibi olurdu. Yirmidört köy okulundaki iki bin öğrencinin duru bakışları karşısında ışıyacak, günaydınları kulaklarında çınlayacaktı.
 

Öğretmen evinin balkonunda üç kişi oturuyordu. Biri öğretmen biri ben bir de heybesini yiyecekle doldurmuş öğretmeni görmeye gelen Mustafa dayı.

Köyde Bilal Ağa vardı. Yanına evlatlık alır, kendisine hizmet ettirirdi. Kurtulmak isteyince de birileriyle evlendirmeye çalışırlardı. Bu kez öğretmene çatmışlardı. Kızın  öğretmenden hamile olduğunu söyleyerek onunla evlenmesini istiyorlar. Eğer evlenmezse öldüreceklerini söylerler. Kurul üyeleri de evlenmezse sürüm sürüm süründüreceklerini söylerler. Sonuç nedir bilinmez.

Bir akşam kapısı çalınır, sorguya çağrılır. Yedi yıl önce, ben Hasanoğlan’da öğrenciymişim de. Bakan, enstitüler hakkında söylentilere bir son vermek istiyormuş. İstersem bazı  noktaları aydınlatabilirmişim. Hades karanlıklarına bulanmış kişiler, eksik olmuyordu ardımdan. Ama Milli Eğitim Müdürü Şefik Ergündüz  onlardan değildi. Çift aylı zarflara, kulaklarına fısıldanan değil gözlerine, aklına inanırdı. Sabırla bölgelerimi dolaşmış, belgelerimi görmüştü. On beş günde bir yapılan mesleki toplantılar, düzenli olarak yirmi dört köyü dolaşan gezici kitaplık, dersliklerin, uygulama bahçelerinin durumu etkiler onu. Sabit işe alınmasını istiyorlarmış meğer. Çalışmalarını gördükten sonra buna gerek olmadığını gördüm, der. Bundan sonra müfettiş Rıfkı azıtır.
 

O gün gittiği bir köye ardından bir haberci gelir. Gezici köye gelirse  hemen merkeze dönmesini istemişti Milli Eğitim Memuru Ata Bey. Tayininiz çıkmış galiba, dedi. Gömeç Okulu öğretmenliğine verilmiş. Şaşırır, neye uğradığını bilemez. Sekiz yılda üçüncü yeriydi burası. Gezici başöğretmenlikten birden öğretmenliğe indiriliyordu. Kaymakam bu duruma üzülmüştü. Ankara’ya gidebileceğini, bu duruma itiraz etmesini söyledi. Başkente gitmenin bir faydası olacağını düşünmüyordu. Sonuçta Tonguç için soruşturma açan, enstitüleri kapatan, köy öğretmenlerine dünyayı dar eden başkentti.

Gömeç Okuluysa Gömeç Okuluydu. Eşiyle birlikte düşündüler. Başkente gider. Göbekli bir genel müdür, içinin kabuk bağlayan yaralarını acıtmıştı. Kendisi başka söylüyor, karşısındaki başka anlıyordu. Diğer olayların dosyalarına bir şeyler diyordu ama benim dosyama bir şey diyemiyordu, çok karışıktı. Geri dönmüştü Gömeç’e.  Yalnız bir erkeğe kim kapısını açar diye düşündü. Bütün aramalar boşunaydı, küçük yerde. Çaresiz okulun ders araçlarının konduğu odada kalacaktı. Müze diye nitelemişti odayı. Büyücek bir yerdi müze, iki penceresi okulun önünden geçen caddeye bakıyordu. Yağmur sularıyla kararmıştı tavanı. Bilinmez ülkelerin haritasını çıkarmıştı sular yukarıya. İçi küf gibi kokuyordu. Daha önce beraber çalıştığı öğretmenlerle karşılaşır. Okul, epey dışındaydı Bucak’ın. Telgraf aldık bakandan, sabit işe geçirilmemi istiyor, oysa aynı kanı da değildir.

Kaymakam kendisine öğretmen hakkında kanaatını sormadılar diye kızgındı. Şişko genel müdür, camlı masanın ardında yüzünü azdırıyor, dosyanız kabarık diyordu. Bu izbe yerde kaldığını gören diğer öğretmenler ısrarla evlerine davet ediyorlardı. Tatili iple çekiyordu, bu olaylar onu üzmüştü. Kazdağına, Sarıkıza çıkacaktı.
 

Yaz gelmiş zeytin ülkesine gitmişti. Dağlara geziye giderken  tozların uçuşunu görünce kendine zorluk yaşatan bu genel müdürlerin, bakanların da toz olacağını düşündü. Çıkrıkçı’ya giderken, köyün hemen yanı başında bir köşe gövertmekti niyetleri, Hıfzı öğretmenle. Aşağı çarşıda yolunu kesip, çantasını karıştırırlar. İşe yarayan bir şey bulamayınca evine giderler.
 

Soruşturmalar, yer değiştirmeler, izlenmeler. Köy Enstitüsü öğretmenliği, gezici başöğretmenlik, köy öğretmenliği, kasaba ilkokulunda öğretmenlik. Köylerinden koparılmış masa başına saplanmış hissediyordu. Kocadağ’da tek başına bunaltılan öğretmenle geceleyin Midilli’nin ışıklarına baka baka dertleşmek, iftiraya, saldırıya uğrayanların yardımına koşabilmek düşüncesi beyninde tütüyordu.
Başbakan Celal Bey, bakan olduğunda İnönü’ye götürür. Köşkün kitaplığındaydı Paşa. Eğitmen yetiştirme işinden, Köy Öğretmen Okullarından, ilköğretime çok önem verilmesi gerektiğini söyler. Yıl 1938. Eğitmen teşkilatının yeterli olamayacağını öne sürer, daha geniş çapta, derinlemesine ele alınmasını ister işin. Hazırlıklar için bir yıl izin istedi. Paşa olur, dedi. Eğitim konusunda fikirler iki gruba ayrılıyordu. Bir yanda pratikte çok güçlü ama fikir temeli zayıf Satı Bey. Öbür yanda Durkheim’i tutan Gökalp, sadece fikirden ibaret kalan Gökalp. Hakkı Tonguç büyük adamdı, bu ikisinin sentezi, hayata geçirilişi Köy Enstitüleri ile oldu.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..