Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '10

 
Kategori
Sinema
 

Yüreğine Sor'uyorum

Yüreğine Sor'uyorum
 

Son Krifos -roman-Ötüken Neşriyat


Yusuf Kurçenli’nin böyle bir konuda film çekeceğini uzun zamandır biliyordum. Tanışmıyoruz; ama tiyatro oyuncusu olan ortak bir dostumuz var. Bana Sayın Kurçenli’den o bahsetti. Benden de Kurçenli’ye söz ettiğini söyledi. Bu bahsedişin nedeni ise Kurçenli’nin filmine konu olan ortak bir ilgi alanımızdı. Bu yüzden Kurçenli’nin Yüreğine Sor adlı filminin vizyona çıkmasını bekledim. Dikkat ve merakla filmi izledim; bazı notlar aldım. Sonra televizyonlardaki söyleşilerini takip ettim. Ve yüreğime sor’arak birşeyler söylememin hem hakkım, hem de görevim olduğu kanaatine vardım. Öncelikle bir hususu teslim ederek söze başlayalım: Elbette Sayın Kurçenli, kendi ifadesiyle çocukluğunda bir takım silik hikâyeler, adlandıramadığı şeyler duymuş, dinlemiş olabilir. Zamanla bu hikayelerin netleşmesi ise ancak konu ile ilgili araştırmalar yapmakla gerçekleşir. Yani tarih ilmiyle ilgilenince… Peki, tarih nereden öğrenilir: Kitaplardan. Kanaatim odur ki Sayın Kurçenli, benim 2008 yılında yayınlanan SON KRİFOS[1] adlı romanım ile Yorgo Andreadis’in GİZLİ DİN TAŞIYANLAR[2] adlı kitabı okumuş. Bu kanaat bende Sayın Kurçenli ile filmin oyuncularının televizyon söyleşilerini dinledikten sonra iyice pekişti. Hal böyle olunca da, hadi filmin son jeneriğinden vazgeçtik, hiç olmazsa medya röportajlarında bir kayıt veya ifade bekliyorsunuz. Bu, herkese, hepimize, tabii Kurçenli’ye de yakışan bir tavır olurdu. Çünkü emeğe saygı ve te’lif haklarına uyma konusunda kısmî bir titizlik gösterilmesi sanatımız ve hayatımız için çok önemli bir konu. Gelelim filme. Anladığım şu: Yönetmenin kafası bu kitapları okuduktan sonra netleşeceğine, iyice karışmış. Çünkü, netameli bir konu, ama çok enteresan; eldeki kaynaklar ise pek kıt, filmi de çekmek istiyorsunuz. Tecrübeli bir yönetmen ne yapar? Elde ne varsa toplar, alır, okur; saha araştırması bile yapar. Dedik ya kaynaklar kıt, ek çalışmalar da gerekir. Çalışmış, usta bir seçicilikle, bir bakıma kolaj yapmış ve adını verdiğim iki eserdeki hikayeleri ve kahramanları kendince değiştirerek kullanmış. Meselâ filmdeki Hacı Süleyman, Gizli Din Taşıyanlar kitabındaki Molla Süleyman[3] ile çok örtüşüyor. Molla Süleyman, bir krifos, yani gizli Hıristiyan. Bir başka deyişle Molla Papaz. Bu yüzden hem Müslümanlar, hem de Hıristiyanlar arasında saygın bir din adamı. Ölümünden sonra cenazesi, tıpkı Kurçenli’nin filmindeki Hacı Süleyman’ınkinde olduğu gibi sorun olur. Çünkü bütün krifoslar onun aslında papaz olduğunu bilmektedir. Ancak cenazeye Müslümanlar sahip çıkar ve Molla Süleyman Müslüman mezarlığına defnedilir. Filmde durum tersine. Hacı Süleyman’ın cenazesi, cenaze sırasında kendisini ifşa eden karısının gayretiyle Hıristiyanlara teslim ediliyor. Ancak bu ifşa olayında enteresan bir şey yaşanıyor. Yörenin beyi günümüze yakışır bir hümanizmle anında olaya el koyuyor. Bu durumu çok normal karşılıyor ve etkili bir nutukla Müslüman ahaliyi yatıştırıyor. Böylece Hacı Süleyman’ın tabutu caminin önünden apar topar alınıp kilise mezarlığına götürülüyor. Peki, bu mümkün mü? O dönem tarihini bir parça okumuş olanlar, Islahat Fermanı ilan edilmiş bile olsa böyle bir şeyin çok zor olduğunu bilir. Ayrıca o yıllarda Çamlıhemşin’de kilise ve Hıristiyan Mezarlığı var mıydı? Ben duymadım. Ama film ya olmuş… Olsun… Yani… ‘Senarist de benim, yönetmen de… İstediğimi yaparım… Kime ne?’ Dendiğinde elbette itiraz edilemez… Fakat konuşmalarınızda bunlar tarihi olaylardır derseniz… O zaman ben de Yönetmen’in olaylara değişik bakma hakkını saklı tutmakla beraber tarihe bakarak kendimce değerlendirmeler yapmak zorunda kalırım. İlk olarak da şunu söylerim. Karadeniz’de böyle şeyler olmaz, olamaz. Hele o tarihlerde hiç olamaz. Ve sonra şöyle derim: tarihi olaylara inandırıcılıktan uzak bakarsan, filmin gişe yapmadı diye yakınmak hakkını kaybedersin. Evet, iyi tanıtım filme gişe sağlar. Ama filmi izleten, filmin kendisidir. Devam edelim: Molla Süleyman’ın Gülbahar (Maria) adında bir kızı vardır. Bir Türk (Sait Ağa) onu oğluna ister. Molla Süleyman kızını Türklere gelin vermek istemez. Alelacele tıpkı kendisi gibi krifos olan bir köylüsüyle Gülbahar’ı nişanlar. SON KRİFOS romanında ise durum tersine. Ali Fuat Müslüman, Maria Hıristiyan. Maria’nın babası eski bir krifos olan Aleksi. Bu iki genç birbirine âşık. Diğer bir husus, krifoslar din değiştirmek, yani yeniden resmen Hıristiyanlığa dönmek için Rus Konsolosluğunun tesiri ile 15 Temmuz 1857’de hazırladıkları bir bildiriyle köylerinin adlarını sıralarlar. Bu köylerin tamamı Torul (Gümüşhane) ve Maçka’dadır. Bu bildiride Rize dolaylarından herhangi bir köyün ya da yerin ismi zikredilmemiştir. Yani bu listede ne Çayeli ne de Çamlıhemşin vardır. Filmin diğer karakterlerine bakınca: Mustafa, karakter olarak SON KRİFOS’daki Ali Fuat’a benziyor. Bu rolü oynayan Kenan Ece’nin -az sonra anlatacağım şekilde- SON KRİFOS’u okuduğunu bildiğimize göre, daha rahat değerlendirmede bulunabiliriz. Gayretli bir oyuncu. Oynadığı karakteri kendi iklimine yerleştirmek için çabaladığı çok açık. Ama yönetmenin onu Karadeniz’in sert havasına iyi adapte edemediğini söylememiz gerekiyor. Mehmet ise SON KRİFOS’daki Anastas… Hakan Eratik’i, bu rolde nispeten başarılı buldum. Ama önünde kat etmesi gereken uzun bir yol var. Filmdeki Masalcı Maria karakteri ise SON KRİFOS’taki Maria Hatun’la çok örtüşüyor. Esma’yı yani Tuba Büyüküstün’ü, bu aparılmış karakterler arasında sayamam. Oyununu ve çizmeye çabaladığı karakteri ise hiçbir şeye benzetemedim. Çünkü kız filmde şeklen var ama ruhen yok. Film boyunca güzel bir yüz, yeşillikler arasında dolaştı ve sadece repliklerini söyledi. Diğer karakterleri ayrıca tahlile gerek görmüyorum. Ancak filmin bazı sahnelerini de yorumlamak gerekiyor. Rus Konsolosunun olduğu sahne bir fecaat. Yani bizim Çamlıhemşinli krifoslar, -bunlar Torul veya Maçka’dan Çamlıhemşin’e göçen Rumlar olsa gerek (!)- kayıkla gidip, bilinmeyen bir yerde Rus Konsolosu ile görüşmüş. Yıl 1856’lar. Osmanlı, İngiliz ve Fransızlarla ittifak ederek Kırım’da Rusları yenmiş ve bu halde bile Rus Konsolosu Osmanlı topraklarında cirit atıyor, gizli toplantılar düzenliyor. Bravo doğrusu. Bir kere Rus Konsolosu Rize’nin Çamlıhemşin sahillerine ne zaman gelmiş ve nasıl gelmiş? Bilen varsa beri gelsin. Ben ne Rum kaynaklarında ne de Osmanlı kaynaklarında böyle bir bilgiye rastladım. Şimdi sıra asıl faciada… Filmin karelerinden mekânın Çamlıhemşin olduğu çok net olarak belli. Çamlıhemşin, etnik olarak Hemşinli olarak ifade edilmeye çalışılan, esasen Kıpçak Türklerinin torunlarının yaşadığı bir yer. Buradaki Türk gruplarından bazıları tarihin bir döneminde Hıristiyan olarak yaşadılar. Ancak bunların neredeyse tamamı Osmanlı döneminde Müslüman oldu. Ve hiç biri gizli Hıristiyan olmadı. Bu bir yana, yukarda başka bir ifade ile söylediğim gibi, Hemşin bölgesinde gizli Hıristiyan Rumların varlığına dair herhangi bir belgeye de rastlamadım. Doğu Karadeniz’de en az Rum Rize’de yaşamıştır. 1914 nüfus kayıtlarında Rize sancağının toplamındaki Rum sayısı yaklaşık 1700 kişidir. 1856’yı da varın siz hesap edin. Gelelim gizli Hıristiyanlık konusuna. Bu durum daha ziyade Rumlar arasında yaygındı. Bunun nedeni ise öyle bir takım çevrelerce kamuoyuna pompalandığı gibi zora dayalı değildi. Sebep tamamen ekonomikti ve en yoğun olduğu yer ise bir maden şehri olan Gümüşhane idi. Peki, Gümüşhaneli Rumlar neden Müslüman oldu? Çünkü Müslüman olunca madenlerde daha üst işlerde çalışmaya başladılar ve bu sayede zenginleştiler. Diğer yerlerdeki fakir Rumlar ise hep gerçek Hıristiyan olarak kaldılar. Yüreğine Sor filmindeki gizli Hıristiyanlar Rum mu, Hemşinli mi, Laz mı? Pek anlaşılmıyor. Bazı kadınların baş bağlama biçimine bakınca Hemşinli diyesim geliyor. Ancak konu gizli Hıristiyanlık üzerine kurulunca da Rum olmaları daha akla yatkın. O halde şu tahminde bulunabilirim: Torul ve Maçka’dan bilinmeyen bir grup gizli Hıristiyan Rum, yine bilinmeyen bir tarihte Hemşin bölgesine gelmiş. Olur mu olur. Hoş bu ülkede ‘Hepimiz Hrant’ız’ diyerek bir anda Ermeni oluvermedik mi? Kimlik değiştirmek de ne ki… Olduk deriz. Olur biter… Velhasıl, yönetmenimiz etnik ve kültürel çeşitlilik yaratmak istemiş. Ne var bunda diyebilirsiniz? Nasıl olsa 36 adet etnik kökenimiz var; bir yerlere paylaştırırız olur biter. Belki de Yönetmen, manzarası güzel diye Çamlıhemşin’i seçmiş, bu etnik(!) grupları da oraya toplamış. Yani filme estetik kazandırma yerine, doğanın estetiğinden faydalanarak filmi pazarlamaya çalışmış. Filmde tulum ve kemençe yan yana kullanılmış… Pek rastlanmayan bir durum. Bu durum film için ciddî bir mahzur değil. Burada tekrar vurgulamak istediğim şey yönetmendeki kafa karışıklığı. Neden mi? Çünkü gizli Hıristiyanlığın çok yoğun olduğu bölge olan Torul ve Maçka’nın hâkim enstrümanı kemençedir. Çamlıhemşin’de ise hâkim enstrüman tulum… O halde karıştır gitsin. Bari oldu olacak yönetmen bıçak oyunundan sonra bir de siksara çekseydi de izlerken horon etseydik. Ayrıca film teknik açıdan da zaaflarla dolu. Mesela, bazı sahnelerde animasyon yapılmaya çalışılmış. Ama ne gerçeğe benzemiş ne de animasyona. Arada kalmış yani. Tıpkı bizim Çamlıhemşinli krifoslar gibi. Genel anlatımda da çok yerde zorlamalar var. Yani olay, masalla gerçek arasında kararsız bir noktada çok renksiz seyrediyor. Bütün bunlar bana şunu söylüyor. Yönetmen okuduğu kitaplarlarla, dinlediği hikayeler arasında kalmış ve sağlıklı bir sentez yapmakta zorlanmış. Söyleşilerini de dinleyince yönetmende sistematik olmasa da fikrî seviyede bir kafa karışıklığı kendini iyice gösteriyor. Ve her ne hikmetse bu tür kafa karışıklıkları da çoğu kez Ermenicilik ve Pontusçuluk yapanların işini kolaylaştırıyor. İşte bu kafa karışıklığı ile malûl olan senaryo özgün senaryo olmak şöyle dursun melez bile olamıyor ve son zamanların moda deyimiyle, GDO’lu hale dönüşüyor. Filmde birçok hata görmeme rağmen bir yazı kaleme almakta tereddüt ettim. Ancak 28 Mart 2010 tarihinde 20.10 sularında TRT-Türk kanalında yayınlanan Bir Filmin Öyküsü adlı programda, Mustafa karakterini oynayan Kenan Ece: ‘<ı>Ben bir takım romanlardan yararlanma imkânı buldum. SON KRİFOS diye bir roman buldum. Turgay Bostan’ın sanırım. (…..) Bu kitaptan bazı tarihi gerçekleri veya tarihi bir takım olmuş olayları hayal etme imkânı buldum. Deyince yazmaya karar verdim. Ve bu genç oyuncunun gösterdiği bu samimi davranışa saygı duydum. Sonra yönetmen geldi aklıma... Genç bir oyuncu belkide hiç ilgi duymadığı bir konuda rolüne hazırlanırken SON KRİOS’u okumuş da, çocukluğundan beri bu silik hikayelere ilgi duyan yönetmen ne yapmış. Ben bu kitabı yönetmenin ona tavsiye ederek, ‘oku ve rolüne hazırlan’ dediğini düşünebilirim. Böyle olması da son derecede doğru bir hareket tarzı olurdu. Ama Kurçenli gibi bir sanat adamı bunu söylemediğine göre ben bu düşüncemden feragat ediyorum. Fikri konularda en temel problemimizin ahlâk olduğuna inanıyorum ve son olarak şunları eklemek istiyorum: SON KRİFOS adlı romanımda birkaç yönetmene, birkaç ayrı filmde yetecek kadar konu ve yan hikâyeler mevcut. Kitap, bu konularda ahlaki bir sorun yaşamayanlar için iştah açıcı olabilir. Te’lif hakları yasası çıkmış. Çıksın, kimin umurunda? Hikâyeyi ters çevir; karakterleri değiştir işi bitir. Olur… Yakışır… Yakışır da o zaman bu sözleri söylemek bizim görevimiz olur… Ben, durdum, düşündüm, yüreğime sor’dum Ve yüreğime sor’arak bunları yazdım. Turgay Bostan turgaybostan@gmail.com

[1] Son Krifos: Bir dönem gizli Hıristiyan, daha sonra aleni Hıristiyan olarak yaşayan Rumların 1. Dünya savaşı sırasında Türklerle olan ilişkilerini anlatan roman. Son Krifos, Ötüken Neşriyat tarafından 2008 yılında basılmıştır. [2] Bu kitabın yazarı, ataları gizli Hıristiyan olan Yorgo Adreadis’tir. Bu yazarın Pontusçuluk faaliyetlerinde bulunduğu gerekçesiyle Türkiye’ye girişi yasaklanmıştır. Tamama adlı kitabı ise Abdi İpekçi Barış ödülü almıştır. [3] Molla Süleyman Gümüşhane’nin Torul ilçesinin Varenu köyündendir. Yorgo Anderadis ise onun torunudur. 1843 yılında Trabzon’a gelir. Andreadis’in yazdığına göre o sırada gizli Hıristiyan olan bir Ermeni’nin idamına şahit olur. Bu olaya çok üzülür ve çok geçmeden ölür.
 
Toplam blog
: 8
: 1045
Kayıt tarihi
: 22.01.07
 
 

1961 Gümüşhane doğumluyum. 1984 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesinden mezun oldu..