Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Zehrin en kötüsü

 

“Susarlar sesini boğmak isterler

Yarımdır kırıktır sırça yüreğin

Çığlık çığlığa yar geceler

Kardeşin duymaz eloğlu duyar”

 

Bu dörtlük, Zülfü Livaneli’nin bir şarkısının ilk sözleri. Her zaman düşünmüşümdür. Kardeşin duymaz eloğlu duyar”  Niye kardeşin duymaz? Niye eloğlu duyar? “Düşmandan korkma, akrabandan korktuğun kadar.” Diye bir söz daha var.“Akrabanın düşmanlığı ve dostların eziyeti, yılan zehrinden fenadır.” Sözüne, kim gerçekçi bir yorum getirebilir.“En kötü nefret, akrabaların nefretidir.”sözünden geriye, kimin akrabalığı kalabilir.

Bilinen bir gerçek daha var. İnsanlara verilen zararlardan birçoğu tanıdıkları tarafından verilmiştir.” Hayatta yaşanan tecrübeler sonucunda, söylenmiştir bütün bu sözler.

”Akrabalar arasındaki düşmanlık, ormana düşen ateşten farksızdır.” demişbirisi. Demek ki darbeyi, tam merkezden yemiş.

Şimdi bakın çevrenize, en çok darbeyi kimlerden yediniz?

Benim babama en büyük darbeyi, birinci derecedeki akrabaları vurmuştur her zaman. Aldıklarını vermemişler, hiçbir zaman. Zaman geçince de üstünden inkâr etmişlerdir. Haksızlık yapanların çocukları da göz yummuştur, bütün bu olanlara. Kimisi akrabasının parasıyla işini düzeltirken, paranın gerçek sahibini hiç hatırlamamıştır bir daha.  Sudan bahanelerle darılıp birde suç yüklemiştir, parasını aldığı kişiye. Dedikodularla, borçlu çıkaranlar da vardır.

“Akrabanın cefası, yabancının darbesinden daha acıdır.” Sözü, ömür boyu yaşanır bazen.

Kimsenin umurunda olmaz. Akrabalarından darbe yememiş, bir kişi gösteremezsiniz bana.

*

Üç kardeştiler. Aralarında birer yaşfark vardı. En büyükleri erkekti. İki kız kardeşle birlikte, tütün ekmişlerdi bir yaz. Başlarında işleri çekip çeviren, baba ve anneleri de vardı. Baba ve annenin yaşları, 43’tü. Baba, tarım işlerinde becerikli bir adamdı.

Babanın beceriksiz olduğu tek tarafı, herkesi kendisi gibi bilmesiydi. Elinde hiç para bulunmazdı. Kim para kokusu almışsa, kapısına dayanırdı. Tatlı sözlerle elindeki parayı alır giderdi bir akrabası. Bir daha para geri dönmezdi. Eşi bu duruma çok kızardı. Kızsa ne fayda, kendi kardeşleri bile öğrenmişlerdi her şeyi. Para kokusunu alınca, eve damlarlardı hemen.

“Enişte ne yapıyon. Eyimin. Kem küm…”Birde bakmışsın, cepte beşkuruşkalmamış. Para verdiklerinden isteyince de, herkes sırtını dönüverip gidiyordu. “Akraba hak ettiği değeri dünyalık şeylerle bitirmeyendir.”Deseler de, yapılanların hiç böyle bir sözle uyuşmadığını görüp yaşıyor insan. Çoğunluklada elde edilemeyince elle verilenler, Allah’a havale ediliyordu. Öbür dünyada hak alma peşine düşülüyordu. Bu Dünya’da para verdiği kişinin yakasına yapışamayanlar, öbür dünyanın adaletiyle avutuyorlardı kendilerini.

*

Yıl 1974.

1 ton 200 kilo tütün yapmışlardı, üç kardeş. O yıl, iktidarda Ecevit vardı. Tütüne öyle bir para verdi ki. Bu tütünle elde edilecek para, çok paraydı. Üç kardeşin, öküz arabasıyla beden gücüyle yaptıkları bir işti bu. Tütünün her yaprağında, emekleri alın terleri vardı.

Ağabey lise son sınıftaydı. Tekel idaresinde, sezonluk işçi olarak çalışmaya başlamıştı. Tütünleri tekele getirdiklerinde, ekspere yardım ederken, kaç kilo tütün teslim ettiklerini öğrenmişti. Daha sonra tütünlerin başfiyata yakın bir ücretle alındığınıgördü. Gerekli işlemler yapılınca, babasının adına kesilen çekte, 34 milyon 500 bin lira yazıyordu. Tekel idaresiyle, Ziraat Bankası karşı karşıyaydı. Çeki alan baba ile oğul arasında, şöyle bir konuşma geçti.

“Baba, parayı bankada bir hesaba yatır. Yeni bir traktör alalım. Yenice’de arsa alalım. İleride bize lazım olur.”

Baba çeke bakıyordu, bankaya girerken. Kendiside bu kadar parayı bir arada görmemişti.Oğul tekeldeki işine döndü. Akşam, babasının eve gelmediğin öğrendi. Bir hafta sonra, babası eve geldiğinde parayı sordu. Annesi, kız kardeşleri de merakla bekliyorlardı. Babadan tık ses yoktu.

Öğrendiler ki, parayı ellem etmişkellem etmişAli dayıları elinden almıştı babalarının. “Bir hafta sonra vereceğim “ demişti. Para bir defa geriye dönmedi. Ttün yaprakları her birinin elinden tek tek geçmişti. Paraları uzaktan bile görememişlerdi. Belki babaları da eline almamıştı. Sırtlan gibi bekleyen, analarının kardeşi, Ali Dayı’ları ayı gibi kapmıştı parayı.

Ali Dayı, traktör aldı kendine. Oğlu da bindi üstüne, govalak govalak kullandı. “baba bu parayı nereden buldun” diye de sormadı.

İşte akraba denilenler, böyle insanlar olunca insan, yılan zehrinin yılanda olmadığını öğreniveriyor. Öğreniyor da, emekler hayaller tükenip gidiyor.

Bir yıllık emeğin karşılığı hiç geçmedi üç kardeşin eline. Traktörleri olmadı. Tütün parasıyla panayırda helva alamadılar çevirme yiyemediler.  Bir daha oğul tarlada çalışmadı. Baba arkasından kürek atsa da, niye çalışmıyorsun, anarşist dese deçalışmadı. Kızların, hiç bir hayali gerçekleşmedi. Bir bilezikleri bile olmadı kollarında. Hayatlarında, bir daha böyle bir dönüm noktası da olmadı. Her birisi, zengin görünümlü bir yoksul olarak yaşadılar babalarının evlerinde. Sonrada herkes dağıldı gitti.Oğul öğretmen olduğunda, Konya’ya giderken yol parasını, köyde gazi maaşı olan bir kadından, borç olarak aldı.

Ali Dayı’larından, babaları parayı istediğinde, borçlu çıkardı eniştesini. Birde yüzsüzlükle suçladı. “Komşusu, akrabası ve arkadaşı tarafından iyi denen kimse gerçekten iyidir.”  Dayıları için “iyidir” diyecek bir adamı, rüşvet verseniz bulamazsınız.

**

Dedem bile, beşdönümlük bir tarlayı babama iki defa satmış. Sonrada bir dönümünü, amcama miras olarak vermiş. Ne adalet!  Babam, hep anlatır durur. Takılı kalmışoralarda.

“Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin.”

Babam, ispatladı bu konuda kendisini. Bütün akrabaları borçludur kendisine. Yaşı da seksen beşi bulmak üzere, Allaha şükür, hiç açta kalmadık. Dayım çok oldu öleli. Umulmadık bir yaşta öldü.

“Dostluk elde edilmişakrabalıktır.” Demişler. Dostlarımız var, akrabalarımızdan farklı görüştüğümüz. Onurumuzla yaşayıp gidiyoruz. Kimseyle, haksızlığa dayalı bir alışverişimiz yok.

Zengin değiliz, fakirde değiliz, nakit ve emlak olarak.

Dostlarımız var, zenginliğimizi arttıran.

Boşa giden hayallerimizin peşinden koşmuyoruz. Koşmuyoruz da, en yakın akrabalarımızın attığı kazıkları da unutamıyoruz. Geri dönüp baktığımızda karşımıza çıkıveriyorlar. İçimiz sızlıyor.

Öğrendik, öğrettiler. “Zehrin en kötüsünün, kimde olduğunu biliyoruz,” artık.

Biliyoruz da…

Akrabalarımıza da eloğlu deme hakkımız yok. Gönlümüzde hep bir burukluk var.

Kırık kırık, yaşayıp gidiyoruz.

Dilimizde bir Livaneli şarkısı.

“Kardeşin duymaz eloğlu duyar” 

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..