Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Portakal Çiçeği ve FISILTI

http://blog.milliyet.com.tr/elvince

14 Ekim '09

 
Kategori
Dostluk
 

Zeynep seni seviyorum

Zeynep seni seviyorum
 

Şimdiye kadar hayatıma giren ve çıkan herkesi düşündüm; sonuç hiç de iç açıcı değil.


Ben gerçekten muhabbette ve karşılık beklemeden yapılan her türlü iyilikte, samimi bir insan mıyım; yoksa iyilik gibi görünen bütün davranışları, menfaat beklentileri içinde sergileyen, gösteriş meraklısı bir iki yüzlü mü?( Bu sorunun yanıtında gizli olan şey, benim esas benliğim.)

Yıllar önce okunmuş bir derginin, sararmış sayfalarından çıkarak, beynime yerleşen bu soru uzun süredir yanıtını bekliyordu. Kendime verebileceğim yanıtla tatmin olacak mıyım, onu da tam olarak bilmiyorum. Ama bu soruyu kendime sorabildiğime göre, gerçeği biliyor olma olasılığım yüksek…

Şimdiye kadar hayatıma giren ve çıkan herkesi düşündüm; sonuç hiç de iç açıcı değil. Menfaatler kaybolunca, yolları benle ayrılanlara mı kızmalıyım, yoksa sevgimi çürük menfaat iplikleriyle bağlayan kendime mi? Asla kaybolmayan, ilelebet bir sevgiden, ne kadar haberdarım acaba?

***

Yorgun bedenine inat, kollarını iki yana açarak bana öyle bir koşuşu vardı ki, merdivenlerden düşecek sandım:
“Yavaş! Düşeceksin, ” dedim.
Duymadı bile beni. Gözlerini gözlerime kilitlemiş, sesini yüreğime çivilemek istercesine bağırıyordu:

-Serap!.. Sensin değil mi? Beni unuttun Serap. Ama ben seni hiç unutmadım. Kuş olsaydım, Adana sokaklarını karış karış arar seni yine bulurdum. Sözünü bitirdiğinde çoktan sımsıkı sarılmıştı bana.

Evet, unuttuğumu kendime itiraf ettim; ama ona edemedim. O, şimdi yılların ardından görünen flu bir anıydı sadece. Kokusu değişmiş miydi ki hissedemedim! Bakışlarımı aceleyle yüzünde gezdirdim. Başına, kenarları gümüş renkli pullarla işlenmiş beyaz bir yemeni bağlamıştı. Üçgen şekline getirip, uçlarını boynundan geçirerek, ensesinden bağladığı baş örtme biçimi değişmemişti, birde zeytin karası gözleri... Koca köyün içinde başını bir tek Zeynep böyle bağlardı, birde ona özenen ben...

Hep ona benzemek isterdim. Delikanlıların aklını başından alan, düşlerine giren köy güzeli Zeynep… Saatlerce seyrederdim, güzel gözlere ev sahipliği yapan ve yemeninin saklayamadığı gür saçlara sahip başı. Arada bir halı tezgahından boynunu çevirip bana gülümserdi. Ah! Güzel gülüşüne takılıp kalırdı aklım...

Ben on üç, o on yedi yaşındaydı o günlerde -şimdilerde sıkca gözlerimi kapıyor, iç çekiyorum ve çok özlüyorum, yaşlandığımın habercisi mi ki- Kınalı elleriyle saçlarımı tarar, “Şeherli kızlar saçını örme mi ay abılam?, ” derdi. “Emanetsin ay abılam, yarın sen şehre gidince, annen üzülmesin, saçları tarumar olmuş yavrumun" diye, belli belirsiz söylenir, sabunla köpürttüğü suya kemik tarağı daldırarak saçlarımı tarardı. O seremoni hiç bitmesin isterdim. Diz çöktüğüm halı tezgahının önünde o kadar şefkatli bakardı ki bana; o an onu “annem” sanırdım. Heybesinde ne varsa o gün, benim kısmetim olurdu; iki elma, bir domates, içine peynir dürülmüş bir parça yufka, beş-on ceviz.

Annesini hiç tanımamıştı Zeynep. Bir harman zamanı o dünyada ilk nefesini aldığında, annesi son nefesini vermişti saman yığınlarının ardında... “Keşke senin ablan olsaydım, ” derdi bazen. Sevgiyle sarılır, “Zaten ablamsın, seni asla unutmayacağım.” Derdim.

Yalanmış işte, koca bir yalan. Bu yalanın sahibi de ben...

Şimdi düşünüyorum da; sevgimi tereddütsüz sunduğumu sandığım çocuk yaşımda; sevmekle, menfaatlerimin karşılanmasından dolayı oluşan hoşluğu karıştırmışım ben. Zeynep, benim koca köyün içinde sığınabildiğim, kokusunda annemi bulabildiğim tek insanmış. Ben bunu farketmiş ve sevgimi ona karşılıksız değilde bu sığınağı bana vermesi karşılığında sunmuştum. Sevgi emek ister, bana harcanan emeği, nasıl olurda zaman içinde şartlar değişince unutuverirdim.

Zeynep tam yirmi dokuz yıl öncesinden kalan bir dokunuş gibiydi, yanı başımda göz yaşlarımı silerken. Elleri bana ilk dokunduğu günlerdeki kadar yumuşak değildi ve “yaşamın kendisi” gibi kokuyordu. Kokusu değişmişti!

Elimi avucuna almış, bir adım berimde duran kadına baktım, ne kadar çok zayıflamıştı. Çobanların dere boylarından tek bıçak darbesiyle koparttıkları, kabuklarını soyduktan sonra fırlatıp attıkları kurumuş söğüt dalları gibiydi. Öksürdüm, zaman kazanmak ister gibiydim. Bana döndü. Elimi bıraktı , “her şey çok değişti ay abılam” dedi. Eliyle az ötede evlerinin merdiveninde oturan ve “on yedi yaşındaki güzel Zeynep” sandığım bir kızı işaret etti.
“Kızım, kaçak” dedi. Sustu.

“ Bilmiyordum bir kızın olduğunu, adı ne?”

Gülümsedi, “Serap adı” dedi. " Şeherde yaşasın, sana benzesin deyi koydum adını.”
Bana benzeyecekte ne olacak ? Hayatın milyonlarca anlarından sadece bir kaçını yakalamak uğruna hay- huy içerisinde kalıp, vefayı önem sırasında hayatının en sonlarına koyacak , demek istedim. Diyemedim ki...
"Zeynep" diye seslendim. Gözleri gözlerimdeydi. Dudaklarım değil yüreğim konuşsun istiyordu. “Sakın geri gönderme onu” diyebildim. Sarıldım, onu sevdiğimi söylemek istedim, sustum. Kor misali yaka yaka dudaklarımdan yüreğime indi kelimeler.
ZEYNEP SENİ SEVİYORUM…


Kaçak: koca evinden, baba evine kaçan kadınlar için denir, annemin köyü Kayaaltında.

 
Toplam blog
: 76
: 2902
Kayıt tarihi
: 06.11.06
 
 

"Yasamak sakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yasayacaksinbir sincap gibi mesela,yani yasamin disinda ..