- Kategori
- Kişisel Gelişim
"... başardım"...

Dün Starbucks kahvede saat 16 sularında oturmuşum düşünüyorum.
Üzerime yılların yorgunluğu ve yıpranması çöküyor; nihayet başardım derken, başarabilmek için ne kadar da uzun bir yoldan geldiğimi fark ediyorum! 43 yıldır bu adamı tımar etmeye çalışıyorum ve başardım.
“Başaracağım” ilk yazılarımdan biri ve ben bu yazıda hayata karşı söz vermiştim ve demiştim ki “şayet bir ihtimal varsa, ben bunu başaracağım”.
İnsanlar bilinçli-bilinçsiz kendilerini üniversite ya da öğrenim hayatı bitimine değin sürerli olarak geliştirirler. Fakat bundan sonra duygusal dünyalarının ağır basmasıyla kendi gelişimlerini baskılamaya başlarlar. Oysa ben bir çocuk gibi öğrenmeye aç bir biçimde düne değin geldim. Ve açıkçası artık gururla karışık bir yorgunluk var üzerimde…
Artık geçmişime bakmıyorum. Ne yaptıysam, ne olduysa, niçin olduysa, nasıl olduysa, an itibariyle benim için değersizler. Çünkü geçmişte yaptıklarım, geçmiş Anıl’ı ilgilendiriyor, kesinlikle bugünkü Anıl’ı değil. Geçekten kendimi ciddiye de almıyorum, kimsem kimim.
Şu an için önemli olan hayat ve yaşamakla ilgili çevreden ve ailemden öğrendiğim tüm ön yargılardan sıyrılmış olmak, yani sadece salt ben olmak! Hatta bir baba dahi olmamak; yalnız insan olmak!
Bugün her şeyi açık-açık yazmayacağım bir gün. Yani bunu yaparken hangi yollara girdim, hangi etmenlerden kendimi soyutladım, bunu niçin yaptım gibi kişisel olarak sadece beni bağlayacak unsurları sizlerle paylaşmayı doğru bulmuyorum.
Bu yazı bir çeşit iletişim bundan sonra ne olacak diye.
Cevap: Hiçbir şey ya da her şey!
Size “hayatımızı” anlatan o kadar çok yazı yazdım ki hatta bazılarında Süper Kahraman olarak yaşamaya çalıştığımı da belirtmiştim. Çünkü durduğumda ölüp gidecekmişim gibi hissediyordum!
Şimdi ölsem ne fark eder, kalsam ne fark eder, yaşasam ne fark eder? Üçü de bir benim için!
Dün öyle bir gündü ki kalabalıkların arasında kesinlikle yapayalnızdım. Kendi kendimleydim ilk defa gerçek anlamda korkmadan: müzik dinlemedim, şarkı söylemedim, birisini arayıp onunla konuşmadım ve ilk defa yalnızlığımdan ürkmeden, yalnız olduğumu kabul ederek ve basit bir kul olarak hayatım karşısında susuz namaz kıldım. Üstüme sorumluluk kabul etmedim; “Var olmanın dayanılmaz hafifliğine” geçip kendi kendime artık soyunabilirsin dedim. Çünkü çırılçıplak dolaşsam dahi insanlar beni fark edemeyecekti. Nitekim o muhteşem vücuttan eser kalmamıştı ve hatta Rusya’da hayvanat bahçesinde gördüğüm orangutanla aynı hatlara sahiptim. Ama önemi yoktu bu durumun ve hatta fiziksel varlığımın dahi bir varlığı yoktu.
Ben artık fikrim, düşünceyim, sevgiyim, amorfum, şekil alıyorum, dinliyorum, saygı duyuyorum, kendime ve hayata karşı!
Artık hayatı yaşamak ya da hayatta ölmek için bir acelem yok!
Artık var olabilmek için tek nedenim bu dünyaya insan olarak gönderilmiş olmam.
Artık gerçekten YALIN bir insanım ve her insan gibi ben de varım!
Artık hayatın ve günlerin önemi yok; onlar kaderimizde yazılmışçasına kendi, kendilerine yollarını bulacaklar!
Kendimi ifade etme zorunluluğum yok çünkü artık bir kişilik değilim. Yani şöyle anlatayım; matematik olarak limitimi alsanız, tanımsız yani sonsuzluk çıkarım.
Hayat ne kadar az karmaşık değil mi?
Öyle değil diyorsunuz değil mi?
Bu yaz iki tane konferans verdim. Konular: “Var olmanın dayanılmaz gerçeksizliği” ve“yaratıcılık”. Her iki konuda da insanları oturdukları yerlere mıhlayıp, sessizliğe büründürdüm!” Yaratıcılık” konferansında birinci bölümde Cem Yılmaz gibiydim; bir buçuk saat mütemadiyen güldüler, ikinci bir buçuk saat oturup nefes almadan beni dinlediler!
Çünkü ben de nefessiz, nefsi-bütün bir insanım… Komik olmak ya da ağlatmak gibi bir derdim yok. Amacım öğretmek çünkü. İşte bu yüzden öğretim görevlisi oldum. Evet, dünya vatandaşı olmak, Atamla yaptığım sözleşmeyi değiştirmiyor. Ona söz verdim, ülkem, ülkemiz ve de milletimiz, sahipsiz kalmayacak!
10 Kasım’larda boşuna ağlamadım ben ATA’ma şiirlerimi okurken. Onu kaybettiğimizde bıraktığı hüzün, milletim vasıtasıyla, gönlüme geçmişti. Ben sistem dayatmasıyla Atatürk’ü sevmedim; onu sadece var olduğu için, beşer olduğu için, ülkesini ve bizi sevdiği için, sevdim. İki gün sonra yine göz yaşlarımla ağlayacağım.
Benim “HİÇ” olmam, fikirlerimin hiç olduğu anlamına gelmez. Onları FİKİR, DÜŞÜNCE ve EYLEM planı yapana kadar uykusuz gecelerim oldu, tonlarca kitap okudum, hayatıma 22 Profesör öğretmen girdi, annem girdi, babam girdi! Ağabeylerim, amcalarım, büyüklerim, babaannem girdi.
Evet, var oluşumun veya olmayışımın benimle alakası var ama bildiklerimin dünyayla ilişkisi var. İkisi farklı şeyler.
Öğrenmiş olduğum her şey benim olduğu kadar insanlığında! Ben bilimsel bir insanım. İşte bu yüzden bilgi benim için kişisel bir şey değil. Kişiliğimi gösterme objesi değil. Daha çok nesnel ve kamusal bir alan!
Evet, dün her şeyi, hayatımı, gözden geçirirken, nihayet “başardığımı” hissettim ve bunu sizinle paylaşmayı akıl ettim.
Sevgiler, Saygılar ve Görüşmek Dileğiyle,
ANIL YİĞİT