- Kategori
- İlişkiler
(16) S e l a m

Kadın selam demeyi öğrendiğinden beri aşk vadisindeki kırkdokuz tane evrimin herbir tanesini geçebilecek pozitifliği öğrenmişti. Çünkü biliyordu ki Tanrının selam ismi negatifligi pozitife çeviriyordu.
Böylece kadın yaptığı her işte, karşılaştığı her insanda selam ismini kullanmaya başladı. Kadın bu ismi kullanmaya başladığından beri artık sabırsızlığı kalmamıştı. Zaten sabredecek birşeyi de kalmamıştı.
Kadın bu ismi kullanmaya başladığından beri beklemeyi öğrenmişti ama bekleyecek birşeyi de kalmamıştı. Çünkü kadın aslında kendi kendisine aşık olmuştu ve o yüzden de kendisi hep yanındaydı. O kendisini telefonla arıyordu. O kendisinin içine iniyordu. O kendi kendisini seviyordu ve o kendisinin ne kadar güzel olduğunu farkediyordu. Kadın bunu farkettiği andan itibaren Tanrıdan şunu istemişti; “Benim erkek olan bölümüm bana gelsin.” O yüzden kadının erkek olan bölümü ona geldi. Kadın kendisine nasıl davranırsa erkek te ona öyle davranıyordu. O yüzden Tanrı aşk vadisinde kendisini sevmeyi öğretti. Çünkü zaten insan kendisini cennetten kovdururken Tanrı onların gitmesini hiç istememişti. İnsan kendi gitmişti ve tekrar ilk yaratıldığı yere geri dönüyordu. Tanrı zaten onu cennetinden hiç kovmamıştı ki. Ama kendisi gitmişti. O yüzden bir insanın Tanrıda yok olabilmesi için kendini sevmesi gerekiyordu.
Kadın koşulsuz sevgide kendini sevmeyi öğrendi. Kendini olduğu gibi kabul edebilmeyi öğrendi. Eğer kadın erkeğin onu sıkça aramasını istiyorsa; Kendi içine sıkça inip kendinle ilgileniyordu. Kendi negatifliklerini düzeltiyordu. O zaman erkek onu aramaya başlıyordu. Eğer kadın hayaller kurup, gelecekle ilgili hayaller planlayabiliyorsa, bu hayallerini süsleyebiliyorsa; Erkek ona süslediği hayalleri getiriyordu. Böylece kadın aslında her insanın mükemmel bir varlık olduğunu öğrendi ve Tanrıya gerçekten insanı yarattığı için teşekkür etti. Tanrının insanı ne kadar kusursuz yarattığını farketti. Gerçekten Tanrı insanları kusursuz yaratmıştı. İnsan mükemmeldi. Bir insanda kusur olamazdı. Çünkü Tanrı kusursuzdu. İnsan kendi içindeki o özkaynağı bulduğu zaman aslında herşey yolunda gidiyordu.
Kadın harika bir müzikte, gecenin koyu karanlığında parlayan yıldızların altında, herzaman sevdiği o hafif rüzgar tenine dokunurken ve bir denizin kenarında sevgilisine kavuştu. Sevgilisi ona çok mutluyum diyerek geldi. Kadın çok mutluluğun içinde neler olabileceğine baktı. Yıllardır beklediği erkeğin yüzüne baktı. O çok mutluluğun içinde kadının beklediği herşey vardı.
Masalarının yanında küçük bir kedi vardı. Kadın ona yedikleri balıktan yiyecekler vermeye karar verdi. Çünkü o herşeyin içerisinde herşey olduğun zaman diğerlerini de unutmamak vardı. Kadın çamurların içerisindeki masanın üzerinden beyaz peçete hazırladı. Sonra balıkları küçük kalpler şeklinde minik minik dilerek peçetenin üzerine yerleştirdi. Domatesleri ve rokaları da yerleştirdi. Daha sonra onları beyaz bir peçeteyle yerde duran kedinin önüne sundu.
Erkek kadının inceliğine baktı, onları kediye sunarken bile bir pasta gibi süslemişti. Aslında Tanrıya yiyecek veriyordu. Kadın böyle olduğunu düşündü. Bütün evrendeki canlılara Tanrı yarattığı için saygı duyması gerekiyordu. Erkek bundan çok etkilendi ve o da ona aynı incelikle sordu; “sakız istermisin?” İşte Erkek kadına o yüzden sakız istermisin diye sordu. Bir insan herşeyi yedirebilirdi. Genel anlamdaki bütün problemleri halledebilirdi ama erkek ince detaylara dikkat ediyordu. Çünkü kadın kediye verdiği yiyecekleri süsleyerek vermişti. Tanrı da ona aynı karşılığı erkekte gösterdi. Kadın o gece şunu öğrendi; Hem kendisini sevmesi gerekiyordu hem de diğer varlıklara Tanrı için çok iyi davranması gerekiyordu. Çünkü Tanrı onu lutfuyla terbiye ediyordu. Tanrı onu aşk ile terbiye ediyordu ve bir erkeğin kalbinde gelmişti. Kadın bunu farkettiğinde dünyanın en mutlu insanı oldu.
Kadın ertesi sabah uyandığında camında “tık, tık” diye ses çıkarak küçük vuruşları duydu. Camından dışarıya baktığında kumruların cama geldiklerini gördu. Onlara yiyecek vermeyi geciktirmemesi gerekiyordu. Kadın hemen kalktı, buğdayları, bulgurları, ekmekleri ıslattı ve onları süslüyerek özenli bir şekilde balkonuna koydu. Kısa bir süre sonra balkon güvercinlerle ve serçelerle doldu. O gün kadının istediği para işyerine geldi. Çünkü Tanrı artık kadını başkalarının rızkını vermek için de görevlendiriyordu. İlk önce evrendeki hayvanlara rızk vermekle işe başlamıştı. Sonra sıra insanlara gelecekti. Ama kadın herbir kuşa bir buğday tanesi yedirdiğinde sevgilisi de ona bir gülle geliyordu. Böylece Tanrı ona teşekkür ederken aslında kadının sevdiği erkeği kullanıyordu. Kadın bunu farkettiğinde Tanrıya nasıl teşekkür edeceğini şaşırdı ve Tanrıya şu soruyu sordu; “Acaba en iyi şükür nasıl olur? Acaba nasıl teşekkür edilebilir? Acaba insan en iyi dostuna, en çok sevdiğine ne hediye edebilir?”
Şu anda kadın ona ne hediye edeceğini düşünüyor.
Tekrar görüşünceye kadar sevgiyle kalın.