Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '18

 
Kategori
Dilbilim
 

“9.Hariciye Koğuşu”ndaki Ruhsal Çöküntü İfade Eden Dil Göstergeleri ve Metaforik Yapılar

“9.Hariciye Koğuşu”ndaki Ruhsal Çöküntü İfade Eden Dil Göstergeleri ve Metaforik Yapılar
 

Peyami Safa’nın “9.Hariciye Koğuşu” Adlı Eserindeki Ruhsal Çöküntü İfade Eden Dil Göstergeleri ve Metaforik Yapılar

 Dr. Sibel Çelikel  [*]

 

Özet:  Bireyin dil kullanımı ile bireyin ruh dünyası arasındaki ilişki nedir? Ruhsal durumlar, dil kullanımlarını ne yönde etkiler? Dil ve duygu dünyası arasındaki ilişkiden hareketle kurgusal metinleri okuma ve algılayış şeklimizi de değiştirmek gerekir. Herhangi bir dilde yazılmış bir edebî metin estetik bir amaçla yazılmış olsa da içerdiği dil göstergeleri açısından bize o dilin özellikleri hakkında değerli bilgiler verecektir. Son yıllarda yazarlar ve şairler hakkında derinlemesine incelemeler yapılarak oluşturulan otobiyografik çalışmalar yaygınlaşmıştır. Bu çalışmalar doğrultusunda Sosyoloji ve Psikoloji biliminin verilerinden de faydalanarak yeni okumalar geliştirilmiştir. Bu doğrultuda edebî eserler daha bilimsel açıdan yeniden yorumlanmaktadır.

Peyami Safa’nın 9.Hariciye Koğuşu adlı eserinde, romanın büyük bölümünde ruhsal çöküntü yaşayan bir bireyin iç dünyası dile getirilmiştir. Bu ruhsal çözümlemeler oldukça gerçekçidir. Bu çalışmada ruhsal çözümleme konusundaki başarısıyla tanınmış bir yazar olan Peyami Safa’nın çökkünlük durumunu ifade ederken başvurduğu dil göstergeleri ve tercih ettiği metaforik yapılar belirlenmeye çalışılmıştır. Amaç, yazarın üretmiş olduğu sözcelerin yeniden yorumlanması, belirli bir duygu durumunu anlatmayı tercih eden yazarın bu bağlamda belli başlı metaforik yapıları tercih edip etmediğinin belirlenmesidir.

 

The Linguistic Representamens And Metaphoric Structures Depicting The Depressive Mood in the Dokuzuncu Hariceyi Koğuşu (“The ninth external ward”)by Peyami Safa

Abstract:Is there a correlation between language and psyche? How relates the individual language use to the utterer’s psyche and mood?Departing from the language-psyche interplay a change in ways of reading and reception seems necessary. A literary text, despite being an aesthetic artefact at the outset, is composed of linguistic signs and accordingly can give us valuable clues about the characteristics of the language in which it is written. Along with the recent trend of integrating sociological and psychological research into author/poet biographies new ways of reading and (re)interpretation have emerged.Lay people as well as novelists and poets tend to use metaphoric language to express emotions.

The well-known novel Dokuzuncu Hariceyi Koğuşu (“The ninth external ward”) by Peyami Safa, one of the eminent Turkish novelists, known for his remarkable insights into human psychology, is the narration of the inner life of its depressive protagonist. Safa’s psychological analyses are very realistic. This paper describes the linguistic representamens and metaphoric structures depicting the depressive mood in the above-mentioned novel. The aim is to reinterpret the statements (énoncés) of the writer and to determine whether the novelist prefers certain metaphoric structures to express specific psychological contexts.

 

 GİRİŞ:

            Bireyin dil kullanımı ile bireyin ruh dünyası arasındaki ilişki nedir? Ruhsal durumlar, dil kullanımlarını ne yönde etkiler? Belli bir duygu durumunu ifade etmek amacıyla seçilen belli başlı metaforik yapılar, orijinal midir yoksa söz konusu dili kullanan bireyler arasında ortaklık gösteriyor olabilir mi?

Ruhdilbilim çalışmalarını günümüzde özellikle şu alanlarda yoğunlaştırmışlardır: Sözcelerin bireyler tarafından üretiliş süreçleri; bireylerin üretmek istedikleri sözcelere anlam yükleyiş süreçleri, üretilen sözcelerin yorumlanması süreçleri, yorumlama sürecinde dilsel bilgiler ansiklopedik bilgilerin payı, dilsel öğelerin bellekte varoluş biçimi, çocuğun doğuşundan itibaren gelişmesi boyunca dili edinme süreci, birçok dili kullanan konuşucuların, bu çeşitli dilleri belleklerinde depolayış biçimleri; dil bozuklukları, ruhsal bozukluklar ve beyin yapısındaki bozunlar(lezyonlar) arasındaki ilişkiler vb.

Yeni bir bilim dalı olan ve 1954’ten başlayarak bağımsız bir bilim dalı olarak kendini kabul ettirmiş olan  Ruhdilbilim sözcelerin üretimi konusunda şu sorulara cevap arar: Nasıl oluyor da bir konuşucu bir anlam niyetinden bir dizi sesin üretilmesine ya da yazılı göstergelere geçiyor? Bunu gerçekleştirirken sözdiziminden mi yoksa, bazı sözcüklerden mi işe başlıyor? Yine bunu gerçekleştirirken ürettiği iletiyi nasıl denetliyor? Bu sorunlar, ister istemez, insanı dil ile düşünce arasındaki ilişkiler konusunda yapılan tartışmalara götürüyor. Dilin dışında bir düşünce var mıdır?  (Kıran 2010:281-283)

Bu soruyu biraz genişletecek olursak, kullanılan dil göstergelerinin duygularla bağlantısından hareket ederek, dilin duygu durumlarıyla ilişkisini de sorgulamak gerekir. Dil ve duygu dünyası arasındaki ilişki nedir?

Dil ve duygu dünyası arasındaki ilişkiden hareketle kurgusal metinleri okuma ve algılayış şeklimizi de değiştirmek gerekir. Herhangi bir dilde yazılmış bir edebî metin estetik bir amaçla yazılmış olsa da içerdiği dil göstergeleri açısından bize o dilin özellikleri hakkında değerli bilgiler verecektir. Son yıllarda yazarlar ve şairler hakkında derinlemesine incelemeler yapılarak oluşturulan otobiyografik çalışmalar yaygınlaşmıştır. Bu çalışmalar doğrultusunda Sosyoloji ve Psikoloji biliminin verilerinden de faydalanarak yeni okumalar geliştirilmiştir. Bu doğrultuda edebî eserler daha bilimsel açıdan yeniden yorumlanmaktadır.

Bu çalışma, dil ve düşünce dünyası, dil ve ruh dünyası arasındaki ilişki üzerinden hareket edilerek oluşturulmuştur. Bireylerin dili kullanımları amaçları doğrultusunda çeşitlilik göstermektedir. Günlük hayatta kendini ifade etmek isteyen bir bireyin seçtiği sözcükler ve tümce dizilişi ile edebî metinlerde bir yazarın tercihleri elbette farklılık arz eder. Belirli bir duygu durumundaki bireyin iç dünyasını anlatan yazarın eğilimleri bu çalışmanın inceleme konusudur.

 

Gösterge Nedir?

Kendi dışında bir şeyi temsil eden ve dolayısıyla bu temsil ettiği şeyin yerini alabilecek nitelikte olan her çeşit biçim, nesne, olgu, vb. dille ilgili bilimlerde genel olarak gösterge diye adlandırılır. Bu açıdan sözcükler, simgeler, işaretleri, vb. gösterge olarak görülür.  Göstergebilimin olguların eksiksiz bir sınıflandırmasını yapmak isteyen Ch.S.Peirce, üçlüklere dayalı bir göstergeler dizgesi oluşturur ve gösterge kavramını şöyle tanımlar: “Bir gösterge ya da representamen, bir kişi için, herhangi bir şeyin yerini, herhangi bir bakımdan ya da herhangi bir sıfatla tutan bir şeydir. Birine yöneliktir, bir başka deyişle bu kişinin zihninde eşdeğerli bir gösterge ya da belki daha gelişmiş bir gösterge yaratır. Yarattığı bu gösterge üç şeye bağlıdır: temele, nesneye ve yorumlayana. (Rifat 1998:115-117)

Çağdaş göstergebilimin Avrupa’daki öncüsü İsviçreli dilbilimci F.de Saussure, “Dil, kavramlar belirten bir göstergeler dizgesidir; bu özelliğiyle de yazıyla, sağır-dilsiz alfabesiyle, simgesel törenlerle, incelik belirten davranış biçimleriyle, askerlerin kullandığı işaretlerle, vb.vb.karşılaştırılabilir. Yalnız, dil, bu dizgelerin en önemlisidir.

Demek ki, göstergelerin toplum içindeki yaşamını inceleyecek bir bilim tasarlanabilir; bu bilim toplumsal ruhbilimin, dolayısıyla genel ruhbilimin bir bölümünü oluşturacaktır; biz bu bilimi göstergebilim olarak adlandıracağız. Göstergebilimin kesin yerini belirlemek de ruhbilimciye düşer; dilbilimcinin görevi, göstergesel olgular bütünü içinde dili özel bir dizge yapan şeyin ne olduğunu tanımlamaktır.(…)” (Rifat 1998:120-121)

Göstergeler hayatımızın her alanındadır. Sosyal göstergeleri ve doğal göstergeleri kendimizi ifade etmek, hayatımızı düzene sokmak için bilinçli ya da bilinçsiz olarak sürekli kullanılırız. Dil göstergelerinin ise iletişimde özel ve önemli bir yeri vardır. Söz konusu duygular olduğunda dil göstergeleri devreye girer, özellikle bu duygu durumu her zamankinden farklı olarak yaşanan, yardıma ihtiyaç duyulan özel ve karmaşık bir duygu durumuysa dil göstergeleri daha büyük önem kazanır. Bu çalışmada edebî bir metinde belli bir duygu durumunu ifade etmek isteyen bir yazarın özellikle hangi dil göstergeleri üzerinde yoğunlaştığı incelenecektir.

 

Ruhsal Çöküntü Nedir?

Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Türkçe Sözlükte çöküntü kavramı şöyle tanımlanır: “Uyaranlara karşı duyarlığın, iş yapabilme gücünün, kendine güvenin azalarak karamsarlığın, umutsuzluğun güçlenmesiyle ortaya çıkan ruhsal bozukluk, depresyon.” (TS 2005: 450)

Ruhsal çöküntü, çökkünlük bir diğer adıyla “depresyon” un bir diğer tanımı da şöyledir: “Büyük bir üzüntü, endişe, suçluluk ve değersiz hissetme, başkalarından uzaklaşma, uyku, iştah, cinsel istek kaybı ya da her zamanki faaliyetlere karşı ilgisizlikle belirginleşen duygu durumudur.” (Davison-Neale 2004:235)

Depresyon sözcüğünü, günlük dilde birçok duygunun bir araya gelişini betimlemek için kullanırız (üzüntü, hayal kırıklığı ve belki de biraz karamsarlık). Depresyon o kadar yaygındır ki bazen psikiyatri alanının ‘soğuk algınlığı’ olarak tanımlandığı olur. Hepimiz, hayatımızın bir döneminde az da olsa bir miktar depresyon yaşarız. Napoleon, Churchille, Abraham Lincoln gibi tarihteki bazı ünlü kişilerin de depresyon yaşadıkları söylenmektedir. Eski insanların yazılarından da anlaşıldığı kadarıyla insanoğlunun yazılı kayıt tutmaya başlamasından bu yana, depresyonun da bizimle beraber olduğu söylenebilir. Gelecekte de, herhangi bir an ve yerde, ırk ve millet ayrımı olmaksızın, aramızdan %20’mizin yalnızca üzüntü ile kalmayan bazı depresif belirtileri olacaktır. (Blackburn 1996:9-15)

Bu çalışmada ruhsal çöküntü kavramının edebî bir metinde nasıl işlendiğine dikkat çekmek istedik.

Metafor Nedir?

Wierzbicka ve Harkins duygunun başkasına bildirilmesi ile ilgili pek çok anlatım yolu olduğunu ve bunların 3 ana başlıkta toplanabileceğini belirtmektedirler: 1. Bir kimse başkalarına, iyi veya kötü hissettiklerini söyleyebilir:“(Kendimi) Harika hissediyorum.”, “(Kendimi) Berbat hissediyorum.”2. Bir kimse başkalarına, bir başkasının belirli bir durumda yaşadığı gibi bir duygu içinde olduğunu söyleyebilir: “(Kendimi) öksüz bir çocuk gibi hissediyorum.”, “(Kendimi) kaybolmuş bir insan gibi hissediyorum.”,“(Kendimi) terk edilmiş hissediyorum.”3. Bir kimse, başkalarına, vücudunda gerçekleşmiş gibi görünen şeyleri söyleyebilir: “Kalbim parçalanıyor.”, “Kalbime bir ağırlık çöktü.”(2001:14) Kövecses ise daha çok duyguların dilde hangi göstergelerle karşılandığı üzerinde durarak, bir dildeki duygu belirten ifadeleri ikiye ayırır: Anlatımsal ve Betimleyici. Kövecses, vah vah (acıma duygu kavramı için), puf (bezginlik, usanç kavramı için) gibi ünlemlere, konuşanın söylediği sözlere, cümleye, ses tonuna, vurgusuna bakılarak içinde bulunduğu duygu durumunu anlayabileceğimiz ifadeleri, anlatımsal duygu göstergeleri (Expression emotion words) içerisinde değerlendirirken; öfke, üzüntü, sevinç gibi duyguları ve bu duygular ile ilgili kavramları göstermek için söz varlığında yer alan ifadeleri ise betimleyici duygu göstergeleri (descriptive emotion words) şeklinde ele alır. Kövecses, mecaz anlamlı göstergelerin, ifadelerin bir dildeki duyguları karşılama çeşitlerinden biri olduğunu ve bu mecazlı ifadelerin diğer göstergelerden sayıca çok olabileceğini ileri sürer. (Kövecses 2000:2-3).

Özellikle edebî eserlerde bazı söz sanatlarının (benzetme, istiare, telmih gibi) doğmasına sebep olan kavramlar arasında kurulan benzerlik ilişkisi ile anlatıma etkileyicilikde sağlanmaktadır. Aksan, benzetmeyi, “İnsanoğlunun anlatıma güç verme amacıyla, birtakım nesneler, kavramlar arasında gördüğü yakınlıklardan, benzerliklerden yararlanarak bunlardan birini anlatırken ötekini de anması eğilimidir.” şeklinde tanımlamaktadır. Benzetmeye örnek olarak tuz gibi beyaz, tren gibi ağır, örneklerini veren Aksan, bu tür benzetmelerin bireyin zihin gücüyle oluşmuş benzetmeler olduğunu, bunların kişisel olarak kaldığını belirtir. Bunların dışında süt gibi (beyaz), taş gibi ( sert, ağır), bal gibi ( ‘tatlı’ ya da ‘bilmek, anlamak’)” biçimindeki benzetmelerin ise kişisellikten çıkıp kalıp bir ifade olduklarına değinir (Aksan1998:187). İsa Kocakaplan, teşbih de denilen benzetmenin heyecana bağlı bir sanat olduğunu ve “aralarında çeşitli yönlerden benzerlik bulunan iki varlıktan zayıfını kuvvetlisine benzetme sanatına teşbih denildiğini” ifade eder (Kocakaplan 1992:63).

Benzetmenin bir sonraki evresi olarak dile getirilen metafor (Aksan 1998:187; Levinson 1980:148), edebî sanatlar içerisinde, benzeyen ve kendisine benzetilen öğelerinden sadece birinin kullanılması şeklinde tanımlanır. (Kocakaplan 1992:63). İstiare, Arapça bir sözcüktür ve asıl anlamı, “ödünç alma, birinden eğreti, geçici bir şey alma”dır. Bu kavramı karşılayan sözcük, Yunanca ise, meta: öte, phoros:aktarma sözcüklerinin bileşiminden oluşmuştur. (Uğur 2007: 86)

Metafor kavramı yapılış özellikleri bakımından kendi arasında farklılıklar taşır. Kavramsal (conceptual),varlıksal (ontological), yön (orientational)..Kavramsal metaforlar, daha çok dilin kendi soyut sistem evreni içinde yayılmış bir özellik arz eder. Genellikle ortak dil sistemini kullanan insanların dünyayı algılayış biçimleriyle doğrudan ilişkili üst bir ortak kültür yansıması biçimindedir. Bu tecrübe devimine aktarım (mapping) denir. Kavramsal metaforlar insanların oluşturduğu toplumun kendilerine has tecrübelerinin zihinde biçimlenmiş halidir. (Draaisma 2007: 43) Dile has atasözleri, deyimler hatta bazen argoyla başlayan ve ötesinde dilin milletleşen bütün renklerini taşıyan geniş bir kullanım alanına sahiptir. Yön metaforu (orientational metaphor) daha çok kavramların birbiriyle mekansal olarak ilişki içinde olduğu metafor türüdür. Genelde imaj tasarım (image schemata) denilen soyut kavramlar, fiziksel tecrübelerimizle kavramayı sağlayan bir mekanizmadır. Bir anlamda somutlama diyebileceğimiz bu aktarımda soyut duygu ve düşünceler, taşıdığı moral değerlerine ve genel algıya bağlı kalarak aşağı -yukarı, içeri-dışarı, ön-arka gibi çevresel yönelimlere bağlı olarak gerçekleşir. “Daha fazla, yukarı(da)dır.” Metaforu en yaygın olan yön metaforu örneğidir. Ontolojik(varlıksal) metafor ise fiziksel olmayan bir varlığı fiziksel bir varlık ya da madde, töz (substance) olarak gösteren metafordur. Varlıksal metaforlarda bir şeyin ontolojik statüsü değişir.

Çağdaş algılamada metafor teorisi, metaforun salt bir söz sanatı olmadığını, dilin ve insan zihninin en temel, yaygın çalışma biçimlerinden biri olduğunu vurgular. Aynı zamanda diller doğayı, dünyayı metaforik boyutta kavramlaştırma sürecinde yoğunlaşmıştır. Diller, var olandan çok, o varlığı anlama, aktarma tarzında kendiliklerini belli eder. Söz, tek başına sadece bildirişim merkezli bir fonksiyonel yapı taşı olduğuna göre; diller arasındaki farklılık ancak metaforik yapı birimleriyle açıklanabilir. Bir anlamda dilin her türden kültürel yapıyla harmonik bir yapıda yeniden bir üst dil olarak ortaya çıkışıdır bu. Bir yaşantı alanından diğerine geçiş veya karşılaştırma amaçlı iki değişik fikir ve kavramın bağlantılandığı sembolik bir dil yapısı olarak metaforik anlam, bir şeyi başka bir şeyin bakış açısıyla anlamak ve tecrübe etmektir. İlk bakışta çetrefilli bir yol gibi gözükmesine rağmen, temelinde yatan tecrübe etme kavramı dile ancak yeni zenginlikler katan bir görüntüdür. Zaten dilin kendisi metaforiktir. Her sözcük salt bir anlamla karşımıza çıkmaz. Ancak ilkel kabilelere ait diller için bu durum söz konusudur. Kültür yaratmış veya kültürden etkilenmiş bütün diller zaman içerisinde kendine ait sembolik açılımları olan yeni bir görüntü ve görüngü oluşturmuşlardır. İşte çağdaş metafor anlayışı, bu görüntü düzeylerini sistematize etmeyi amaçlar. Sözcükleri muhatap alıp onu nedenler ve niçinlerle deşifre etmeye uğraşır. Metafor, bir şeyi başka birisinin gözüyle görmek veya bir kavram alanını başka bir alan açısından yapılandırmak veya anlamak olarak açıklanabilir. Metaforlar aracılığı ile zihinsel bağlantıların asıl amacının soyut kavramları yaşantımıza biraz daha yaklaştırmak ve onları somutlaştırmak olduğu da söylenebilir.(Arslan 2008:3)

Bu çalışmamızda, Türkiye Türkçesinde yazılmış bir kurgusal metinde “ruhsal çöküntü”nün hangi dilsel göstergelerle karşılandığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Özellikle bilişsel dil bilimcilerin duygu kavramına olan yaklaşımları, konuyu ele alış şekilleri çalışmamızda bizi yönlendirmiştir. 1970’li yıllardaki çalışmalarla kendini gösteren ve 1980’li yıllardan sonra çok hızlı bir gelişme gösteren bilişsel dil bilim, dil ile insan zihninin temelinde kavramlar arasındaki ilişki üzerine yoğunlaşmaktadır. George Lakoff ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalara bakıldığında kavramların nasıl yapılandığını, dile nasıl yansıdığını; insanların dünyayı nasıl algıladıklarını ortaya çıkarmaya çalıştıkları görülür (Lakoff & Johnson, 1980; Lakoff 1987).

Bu çalışmalarında dile ait malzemelerden yararlanırlar. Bilişsel dil biliminde üzerinde en fazla durulan konulardan biri de metaforlardır. Özellikle toplumun dış dünyaya nasıl baktığını ortaya koyması bakımından önem arz etmektedir. Buna bağlı olarak bir toplumun ürettiği edebî metinler metaforik yapıların en çok tercih edildiği dil malzemesi olarak inceleme ve o metinlerseçtiğimiz romanda ruhsal çöküntü ifade eden metaforları belirlemeye çalıştık.

“9. Hariciye Koğuşu” Adlı Romanın İncelenmesi:

Söz konusu duygular olduğunda bireylerde olduğu gibi yazar ve şairlerde de benzetme ve mecazlı ifadeler kullanma eğilimi vardır. Bu çalışmada edebî bir metinde belirli bir duygu durumunda hangi dil göstergelerinin, hangi metaforik yapılar içinde kullanılmış olduğu incelenecektir.

Çalışmamıza örnek olarak Türk edebiyatında başarılı psikolojik tahlilleriyle bilinen Peyami Safa’nın “9. Hariciye Koğuşu” adlı otobiyografik romanını incelemeyi uygun bulduk.  Romanda kullanılan tüm anlatım teknikleri, dil ve üslup mükemmeliyeti Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nu Türk romancılığında farklı bir yere koyar. Romanın ilginç bir özelliği ise romanın başkişisi olan ‘Hasta Çocuk’un adının bir kere bile geçmemesidir. Buna sebep olarak romanın kahramanın aslında yazarın kendisi olduğu söylenir. Yazarın küçük yaşta bir kemik hastalığı geçirdiği bilinmektedir. Eserdeki ‘Hasta Çocuk’un geçirdiği hastalık ile Peyami Safa'nın küçük yaşta geçirdiği hastalığın benzerlik göstermesi ve yazarın eserde anlatılan psikolojik durumları bizzat yaşamış olması çalışmamıza katkıda bulunacaktır. Çünkü bu çalışmanın ikincil amacı (edebî üslup kaygısı olsun ya da olmasın) kişinin kendi duygularını aktarması sırasında belli bir duygu durumunun belli başlı metaforik yapıları ortaya çıkarıp çıkarmadığını gözlemlemektir. Çalışmanın sonunda “Duygu durumlarına bağlı olarak oluşan dil göstergeleri ve bu dil göstergelerinin yer aldığı metaforik yapılar dillerde ortaklık gösterir mi?”sorusuna yanıt bulmayı umuyoruz.

Peyami Safa’nın 9.Hariciye Koğuşu adlı romanında, romanın kahramanı olan ‘Hasta Çocuk’un yaşadığı ölüm psikolojisi “soğuk ve karanlık” sözcükleriyle somutlaştırılır. 

Roman, bir hastane tasviri ile başlar. Hastanenin koridorlarının ayrıntılı biçimde betimlenmesi sırasında Hasta Çocuk’un dikkati “karanlık ve soğuk” üzerinde yoğunlaşmıştır. Kahraman, hastaneyi kurtuluş yolu olarak değil de karanlık ve korkulması gereken bir yer olarak görmektedir:

Karanlık dehliz. Kapalı kapıların mustatil buzlu camlarından gelen soğuk ışıkların buğusu, yüksek ve çıplak ışıkların buğusu, yüksek ve çıplak duvarlara vurarak donuyor.” (P.Safa, DHK, 5)

Bu karanlık dışsal bir karanlıktan çok daha ötedir. Karanlık, hasta çocuğun içindeki ruhsal bunalımın, umutsuzluk ve çaresizliğin kendisidir. Öyle ki ‘Hasta Çocuk’ kimi zaman ışıktan rahatsız olmaktadır.

Yalnız başıma demir parmaklıklı kapıdan içeriye girerdim, dokuzuncu hariciye koğuşuna doğru ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm,camlı kapıların garip bir beyazlıkla gözlerime vuran ve içimde korku ile karışarak yuvarlanan parıltıları arasında o dehlize girerdim, ve yalnız başıma bir köşeye ilişirdim,,kımıldamazdım, susardım, beklerdim, korkudan büzülürdüm, rengimin uçtuğunu hissederdim.” (P.Safa, DHK, 7)

“Bu zavallı uzvumun talihine ait hiçbir şey düşünmek istemiyordum, şuurumun hastalığının üstüne boşaltacağını aydınlıktan kaçmak için ruhumun daha karanlık ve izbe hatlarına kendimi atıyor, daha korkunç ve karışık hayallere dalıyordum.”(P.Safa, DHK, 12)

‘Hasta Çocuk’, hiçbir ışıktan teselli bulamamakta tam tersi ışıkta kendi mutsuzluğunu hatırlamaktadır, çünkü kendisi karanlıkla bütünleşmiştir:

Fakat bu ışığa bakamıyordum, bu güneş bile gözlerimden içeriye girince, kendimden daha büyük bir karanlık denizine düşmüş gibi derhal sönüyor ve içimin rengini alıyordu.” (P.Safa, DHK, 12)

‘Hasta Çocuk’, Erenköy'de oturan ve uzaktan akrabaları olan Paşa'nın köşkünde bir süre kalır. Paşa'nın Nüzhet adındaki kızı ile romanın kahramanı, çocukluklarından beri arkadaştırlar. Hatta aralarında duygusal bir yakınlık da vardır. Kahraman, köşkte kaldığı süre içerisinde Nüzhet ile güzel günler geçirir ve ona daha çok bağlanır. Bu arada Nüzhet'i, Ragıp Bey adında zengin birisi ister. Evde birkaç gün bu olay çocuktan gizlenir. Ancak, daha sonra durum açığa çıkar. Hatta Paşa, çocuğa bu konu hakkındaki fikrini sorar. Romanın kahramanının bu haberi aldığında yaşadığı yıkım ve çaresizliği şu şekilde somutlaştırdığı görülür:

Ruhumun üstünde bir ağırlık duymaya başladım” (P.Safa, DHK, 29)

Keder ve üzüntünün “ağırlık” şeklinde ifade edilmesine başka bir bölümde de yer verilir:

Yatağa girince vücudumun her vakitkinden fazla ağırlaştığını zannettim. Istırap ağırlığıma bir şeyler katıyordu.” (P.Safa, DHK, 25)

Acı ve üzüntünün insanı güçsüz bıraktığı, vücut işlevlerini yavaşlattığı bilinir, romanda bu durumun geçici körlük ve sağırlık biçiminde betimlenmesi de oldukça ilgi çekicidir:

Havuzun başında Nüzhet’le geceleyin oturduğumuz demir kanepeye oturdum. Fakat bahçeyi göremiyordum, o yaşımda kuvvetli acıların bana verdiği geçici sağırlık ve körlük içinde idim; o acılardan biri ki, saniyeler içinde artıyor, azamiye çıkıyor, gözlerimin arkasında bir karanlık ve kulaklarımda bir uğultu yapıyor, kendimi taşıyamayacak kadar dermanımı kesiyordu”. (P.Safa, DHK, 41)

Nüzhet’in Ragıp’la evlenme durumunun Hasta Çocuktan gizlendiği sırada Hasta Çocuk bunu sezmekte ve bundan dolayı çok acı çekmektedir. Romanda bu karmaşık ruh hali “boğulma” metaforuyla ifade edilir:

Bazan etrafımızda o kadar esrarlı bir hâdise olur ki ince teferruatına kadar bunu sezeriz, fakat hiçbir şey idrak etmeyiz; ruhumuzun içinde ikinci bir ruh her şeyi anlar, fakat bize anlatmaz, böyle korkunç işaretlerle bizi muammanın derinliklerine atar ve boğar.” (P.Safa, DHK, 41)

Yazar, “boğulma” metaforunu bir sonraki bölümün başında yeniden vurgular:

Boğuluyorum.

Kurtulmak için başımı kendi derinliklerimden çıkarıyorum, bahçeye bakıyorum.” (P.Safa, DHK, 42)

Hasta Çocuk, Nüzhet’in evlenme haberini alınca çok üzülür ancak bunu belli etmemesi gerekir, içinde bulunduğu bu karmaşık ruh halini “anafor” sözcüğüyle ifade eder: “Onu o kadar kıskanıyorum ki saadetinin içine daha fazla giremiyorum, kendime dönüyorum, fakat içimde ne kargaşalık! Bana tâbi olmayan binlerce hayaller ve hâtıralar, şiddetli bir anafor içinde savruluyorlar.” (P.Safa, DHK, 42) 

Çocuğun fikirlerinden rahatsız olan yengesi, çocuğun Nüzhet'e olan ilgisini anlar ve Nüzhet'i ondan uzak tutmak için çocuğun hastalığının bulaşıcı olduğu yalanını söyler. Yengesinin konuşmalarına kulak misafiri olan çocuk, duyduklarına çok üzülür ve hemen o gece eve dönme kararı alır. Fakat sabah annesinin köşke gelmesi onu, Erenköy’de kalmaya mecbur eder. Bu noktada Hasta Çocuk’un gelecek kaygısı, umutsuzluğu ve yalnızlığı “ıssız bir ada” metaforu ile ifade edilir, ıssız adayı , “sınırlarından uzaklaşma” kavramı takip eder, buradaki uzaklık, kendinden uzaklaşmayı, sevdiği, alıştığı her şeyden uzak kalmayı ve yalnızlığı simgeler:

“İstikbalime dair içimden fena işaretler almaya başladım. Üstüme devamlı bir melankoli çöktü, her an susturan ve sarartan o derin elemlerden biri ki, beni kendi içimden de uzaklaştırıyor, ruhumu haritasını bilmediğim ıssız adalara götürüyor, beni kendi hudutlarımın dışına sürüyordu.” (P.Safa, DHK, 72)

Bu arada Nüzhet de annesinin telkinleriyle kendisine karşı oldukça değişir. Her şey öylesine ani bir değişiklikle son bulmuştur ki artık tek kelime bile konuşmamaktadırlar. ‘Hasta Çocuk’, Nüzhet’le aralarındaki yakınlığın bitmesini “uyuklama ve ölme” şeklinde ifade eder:

“Ben kımıldayacak halde değilim. Kanım sönüyor. Damarlarımın ince yollarında haşhaşlı bir hava yürüyor ve bütün adalelerim uyukluyor, içimde büyük bir enerjinin ölümünü duyuyordum. Onunla aramızda her şey o kadar bitmiş ki bir kelime bile konuşamıyoruz.” (P.Safa, DHK, 74)

‘Hasta Çocuk’, yine hastaneye gider ve operatörlerin kontrolünden geçer. Yapılan bütün muayeneler ameliyata gidilmesinin şart olduğunu ortaya koymuştur. Dizindeki hastalığın aşırı ifrazat yüzünden ciğer veremine dönüşmesi mümkün olduğundan bacağın bütünüyle kesilmesi ihtimali mevcuttur. Bu ihtimal ‘Hasta Çocuk’ta tam bir ruhsal çöküntü yaratır, hasta bacağını kaybetme düşüncesini adeta bu organına bir kişilik kazandırmasına sebep olmuştur:

“Giyinip soyunurken, pansuman yapılırken, minderin üstünde uzanırken, dakikalarca, mahkûm uzvuma bakıyorum; her parçası, her hareketi, her yeni aldığı şekil bana birçok düşünceler veriyor, canlanıyor, ehemmiyet kazanıyor, şahsiyet sahibi oluyor ve öteki sağlam uzuvlar arasında idama mahkûm bir kardeş gibi, endişeli bir hareketsizlikle susuyor. Cellâdın bıçağına teslim olacak olduktan sonra senelerce bu işkenceyi niçin çekti? Niçin kan ağladı?”(P.Safa, DHK, 88)

‘Hasta Çocuk’un bacağını kaybetme korkusu ve üzüntüsü yine “karanlık” metaforunu karşımıza çıkarır: “Feci karardan sonra bana bakan gözlerin hepsi ne kadar derinleşti. Bütün bu gözlerde ruhumun akislerini görüyorum, hepsi tâ içime bakıyorlar ve içimi aksettiren birer küçük ayna gibi esrarlı bir karanlık, parıltıyla kamaşıyor, oyuluyor, derinleşiyorlar.”  (P.Safa, DHK, 89)

Kahraman dokuzuncu hariciye koğuşunda yatmaya başlar. Uzun süre burada kalan çocuk buhranlar geçirir. Hasta odasında çektiği yalnızlık, onu büsbütün ruhsal çöküntüye sürükler ve burada yine “karanlık” ve “boşluk” metaforları yer alır, ayrıca kahraman içinde tam olarak tanımlayamadığı vehimleri hayalete benzetmektedir. Ayrıca bu bölümde “karartı” ve “gölge” gibi “karanlık” sözcüğüyle aynı kavram alanına ait sözcükler kullanılmıştır:

“Gittikçe artan karanlık, iki parça eşyayı da benden uzaklaştırıyor ve beni daha yalnız bırakıyor.(…) İçimde bir boşluk… Garip ve büyük bir his, derinliklerime doğru kaçıyor, gizleniyor. Ruhum karartılarla, sessiz ve şekilsiz gölgelerle, eşya arkasına saklanan hayaletler gibi kendilerini göstermeden korkutan meçhul varlıklarla dolu.”  (P.Safa, DHK, 93)

Hasta odasına çekilen yalnızlık, oradan çıkamamanın verdiği huzursuzluk, mutsuzluk, çaresizlik ve mahkûmiyet duygusu, kahramanın hasta odasının duvarlarını düşman gibi görmesine sebep olur. Hasta Çocuk, tüm vehimlerini hastane duvarlarında somutlaştırmıştır. Romanın bu bölümü duvarların bakıldıkça uzaması, sertleşmesi, duvarların gözleri ezmesi, duvarların giyilmesi, duvarların kötü anları doğurması (bunlardan sorumlu tutulması) gibi somutlayıcı ifadelerle tam bir metafor zenginliğidir. Yaşanılan üzüntüden dolayı doğa unsurlarının bazen de yaşanılan şehrin suçlanması Türkiye Türkçesi şiirlerinde de rastlanan bir metaforik yapıdır,  bu romanda ise suçlanan unsur hastane duvarlarıdır.

“Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdik duvarlar.

Gözümün hiçbir görüş köşesi yok kiiçine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.

Bakıldıkça uzuyorlar, yükseliyorlar, sertleşiyorlar ve korkak, yumuşak bakışlarıma kaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başım döndü.

Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar. Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplak vücudumu saran dalgaların birdenbire taş kesilmeleri gibi, duvarları giyiyorum.

Hiç kımıldamıyorlar.

Bütün bu hastanenin sessiz, hareketsiz, soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar. Gözlerimi, onlardan kaçırmak için yastığa da kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını, üstüme abanacaklarını sanıyorum.”(P.Safa, DHK, 93)

Duvarın kişileştirilmesinden başka, ruhsal çöküntü ifadesi olarak daha önce de kullanılmış olan “soğuk” ve “serinlik” kavramları burada da dikkati çekmektedir.

“Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyen korkunç ve tehditkâr mahlûklar. Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felâket yapmaya hazırlandıkları halde, avlarının korkusuyla eğlenmek için duruyorlar, Allah gibi kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.

Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum, fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı da yakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımın serbest akışına mâni oluyorlar.

Kanım soğuyor. Kireçleniyorum.” (P.Safa, DHK, 93)

Operatörlerin gösterdikleri olağanüstü gayret ve ihtimam sayesinde çocuğun bacağı kesilmekten kurtularak sadece birazcık kısalır. Bu arada çocuk, Paşa'nın felç olduğunu ve son bir defa kendisini görmek istediğini, Doktor Ragıp ile Nüzhet'in de evlenmek üzere olduklarını öğrenir. Yapılan pansumanlardan sonra hastaneden çıkacağı gün gelir. Ancak ‘Hasta Çocuk’ kederiyle bütünleşmiştir, onun için ıstırap artık bir “ilaç”tır:

“Istırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için, yeni bir sevinç başlıyor: Istırabın ilâcı ıstıraptır. İkisinin hâsıl-ı zarbı: Sevinç.” (P.Safa, DHK, 108)

‘Hasta Çocuk’, günlerce yattığı odadan dışarıda yaşamaktan korkarak ayrılır. Kahraman yaşadığı onca olaydan sonra, fiziksel olarak sağlığına kavuşsa da ruhsal olarak hastalığın izi ömür boyu kalacaktır.

“Burada ıstıraba ve tevekküle o kadar alıştım ki, onları bırakırsam ruhumun bir parçası kesilmiş gibi boşluk duyacağım; bırakmazsam isyansız nasıl yaşayacağım?” (P.Safa, DHK, 108)

Sonuç ve Öneriler:

Peyami Safa’nın “9.Hariciye Koğuşu” adlı eserinde ruhsal çöküntü ifade eden dil göstergelerindeki başlıca metaforlar şunlardır: soğuk, karanlık, ağırlık, sağırlık, körlük, boğulma, anafor, ıssız ada, uyuklama, ölme, boşluk, kendi organına kişilik kazandırma, duvarlara kişilik kazandırma, ilaç.

“Türkiye Türkçesinde Ruhsal Çöküntü Göstergelerinde Metaforik Yapılar” adlı bildiride Attila İlhan’ın bazı şiirleri ile ruhsal çöküntü durumunu yaşayan gerçek kişilerin  psikoterapi sırasında kullandıkları dilsel göstergeler incelenmiştir ve söz konusu bildiride “boşluk”, “karanlık”, “dip”, “soğuk” , “boğulma” gibi dil göstergelerinin metaforik yapılar içinde çokça kullanıldığı tespit edilmiştir. Ayrıca doğayla ilgili unsurların bireyin yaşadığı ruh haliyle ilişkilendirilmesi hatta bireyin dışında ve kontrol edemediği başka varlıkların, içinde bulunulan durumdan suçlanması da çokça rastlanan bir metafor türüdür (Çelikel-Kocakaya 2013:18).

“Attila İlhan’ın Şiirlerinde Ruhsal Çöküntü İfade Eden Dil Göstergeleri” adlı bildiride Attila İlhan’ın şiirlerinde “karanlık, soğuk, sonbahar, boşluk, ölüm, sis” gibi sözcükleri ve bu söcüklerle aynı kavram alanına sahip sözcükleri ruhsal çöküntü ifade edecek şekilde kullandığı tespit edilmiştir (Çelikel-Acar 2014:86). Görünen o ki bu çalışmaların sonucunda ortaya çıkan “boşluk”, “karanlık”, “soğuk” , “boğulma” ve kendi dışında başka bir varlığı suçlama, başka bir varlığa kişilik kazandırma metaforlarının ruhsal çöküntü durumunda ortaya çıkması dilde ortaklık göstermektedir.

Bütün bu çalışmalar şiir, roman ya da günlük hayattaki dil kullanımlarında bireylerin benzer duyguları ifade etmek için benzer dil göstergelerini tercih ettiklerini belirlemiştir. Bu dilsel ürünleri birbirinden ayıran şey yazarın, şairin ya da bireyin üslûbudur. Elbette ki bu  ortaklığın dışına çıkabilmek, özgün metaforik yapılar yaratmak söz konusu şair ya da yazarın edebî gücünü ortaya çıkaracaktır ancak görünen odur ki ne kadar özgün olursa olsun belli bir duygu durumunu ifade eden sözcükler, belli bir kavram alanı dışına çıkamayacaktır.

Sonuç olarak bir dilin deyimleri ve atasözleri gibi belli bir duygu durumunu ifade etmek için kullanılan metaforik ifadeleri de ortaklık göstermektedir.

Bu konuda daha genel bir sonuca varmak için daha geniş kapsamlı çalışmalar yapılabilir.

Kaynakça:

  • Aksan, Doğan, (1998),Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim. 2. Baskı, TDK Yay. Ankara
  • Aksan, Doğan, (1993), Şiir Dili ve Türk Şiir Dili -Dilbilim Açısından Bakış-. ,:BE-TA Basım Yayım A.Ş. , İstanbul
  • Arslan, Fatih,(2008), “Metaforik Tercihler Bakımından Akif’i Okuyabilmek”, I.Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu
  • Blackburn, Ivy M., (1996),Depresyon ve Başa Çıkma Yolları, Remzi Kitabevi, İstanbul
  • Çelikel, Sibel; Kocakaya, Güniz, (2013), “Türkiye Türkçesinde Ruhsal Çöküntü Göstergeleri” , Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi, 17-19 Mayıs 2013, Saraybosna, Bosna Hersek
  • Çelikel, Sibel; Acar Ergün, (2014), “Attila İlhan’ın Şiirlerinde Ruhsal Çöküntü İfade Eden Dil Göstergeleri”, Dil ve Edebiyat Eğitimi Dergisi, 12, 77-87, İzmir
  • Davison, Gerald C.; Neale, John M. (Çev. İhsan Dağ); (2004), Anormal Psikoloji, Türk Psikologlar Derneği Yayınları, Ankara
  • DRAAİSMA, Douwe, (Çev. Gürol Koca), (2007),Bellek Metaforları/Zihinle İlgili Fikirlerin Tarihi, , Metis Eleştiri, İstanbul
  • Gökpınar, İbrahim; Çetiner,İbrahim; Orhan,Mustafa, (2007), “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu İncelemesi” , http://www.ege-edebiyat.org
  • Kocakaplan, İsa, (1992), Açıklamalı Edebî Sanatlar, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul
  • Kövecses, Zoltán, (2000), Metaphor and Emotion,Cambridge University Press, Cambridge
  • Levınson, (1983),  Stephen C. Pragmatics.,Cambridge University Press. , Cambridge
  • Rifat, Mehmet,(1998),XX.Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları, YKY, İstanbul
  • Safa, Peyami, (2000),Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Ötüken Neşriyat, İstanbul
  • Türkçe Sözlük, (2005), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
  • Uğur, Nizamettin, (2007), Anlambilim, Doruk Yayımcılık, İstanbul

 

 Bu makale Barcelona'da düzenlenen "Annual İnternational Conference on Humanities and Social Sciences " sempozyumunda poster sunum olarak yer almış ve William Sayers editörlüğünde hakemlik sürecinden geçerek "Art, Economics and Politics in Modern Turkey" adlı dergide İngilizce olarak yayımlanmıştır. 

 

[*]Trakya Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, sibel-celikel@hotmail.com

 
Toplam blog
: 7
: 3133
Kayıt tarihi
: 10.09.13
 
 

Doktora mezunu bir  hayalperest... Gezer, tozar, okur, yazar, düşünür, konuşur... Aşırı duygusall..