Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ekim '17

 
Kategori
İlişkiler
 

“Abla”nın Tek Çocuğu...

 
Bolu’da, arada çöken bulutun ardında yiten köye giden toprak yolun başındaki SSK Hastanesi’nde doğar: Burnu sivilceli, omuz başları tüylerle kaplı, -olağan- sarılık yüzünden portakal renkli bebek, “abla”nın tek çocuğu.

Babası hakkında fikir sahibi olamadan o gider, annesi bir başka adamla evlenir. Adam, annesinin kalbine giden yolun başında olduğunu düşündüğü çocuğu, -elinden geldiğince- hoş tutmaya çabalar. Çocuk ise, babasının gidişinin nedeni gördüğü adamı sevmeye yanaşmaz; bakar annesinden umut yok, birlikte oturdukları teyzesine “ne olur” der,“babamla sen evlensen…”. Bir yıl boyunca adam uğraşır, “abla” işleri dengede tutmaya çalışır, olmaz; pek de yürüyeceğe benzemeyen evliliğe son vermek isterler. Kreşe giderlerken, “abla” ikinci bir kaybı nasıl karşılayacağını bilemediği kızına, “…evden gidecek” der, kız ikiletmez bile “hiç uğraşma” der, “bırak giderse gitsin!”. “Abla” bir bakar, gerçekten de uğraşıyor, hem de kimse üzülmesin, herkes mutlu olsun diye öyle çabalıyor ki, yorgunluktan neredeyse düşüp ölecek! Bu sözler kulağında, halâ 20 yıl önce söylendiği andaki olgunluk, kararlılık ve güçle yankılanırken “abla” bunun, kızından aldığı ilk büyük ders olduğunu düşünür.

Bir yandan, …şu, şu ve şu koşulları yerine getirmezse sevilmeyeceği kaygısıyla büyüdüğünden -başka türlüsünü de bilmeyen- “abla”, anne olarak elinden gelenin en iyisini yaptığı fikriyle sıkışık eğitim planını küçük kıza dayatır. Sonuçta çocuk, okul dışında, hafta sonları bazılarını pek istemediği kurslara, “çıkışta söz, seni hamburgerciye götüreceğim” vaadiyle, sinema, tiyatro, 23 Nisan Çocuk Şenlikleri’ne fazla direnmeksizin taşınır. “Belki yeteneği vardır” diyen anasının, tiyatro yetiştirme sınavına soktuğu çocuğun, sıra beklerken, yanlarındaki ana-oğlun konuşmasına tanık olup “ben de heyecanlıyım değil mi anne?” dediği, çocukların okuma yazma bilmesi şartı gözlerinden kaçtığından sonuçsuz girişimleri de, hafızalarda yerini korumaktadır.

“Abla” kendi sıkıntılarını çözmeye çalışırken, yanı sıra, sıklıkla doğaya (şehrin göbeğinde olduğundan Yıldız Parkı’na) sürüklenen çocuğun, annesiyle birlikte olduğu sürece keyfi yerindedir. Ne yazık tatiller kısadır, annesine hasret küçük kız, “hastalansam evde kalsam” der, “sen de bana baksan…”.

Kız yalnız büyür; daha ilkokulda, eve kendi anahtarıyla girer, fazla yalnızlık çekmesin diye, önce, hızla üreyen, ardından masanın üzerini kaplayan kavanozlardan dışarı fırlayarak hızla tükenen balık(lar), ardından kedi alınır. “Abla” geç saatlere dek çalışmaktadır, çocuğu kontrol edecek kimse olmadığından kapı önünde oynaması yasaktır. O da, kendisi gibi yasaklı, bir kız, bir oğlan iki çocuklu yan komşuya iltica eder. Eve varıp kızını bulamayan “abla”, bu iş rutine dönünce, rahatsızlık vermeyelim diyerek, “üç çeşit yemek” yemekten memnun çocuğa, yan komşuyu da yasaklar. Dileği, eve gelir gelmez telefonun değil, derslerinin başına oturan bir çocuk ise de, kız, öğretmeninin kırmızı kalemle yazdığı "lütfen defterini, ödevlerini kontrol ediniz" uyarısı üzerine, “abla”nın fark edip dehşete düştüğü bir soru-cevap yöntemi keşfetmiştir: İlk üç sorunun cevabı hep aynı; "Bilmiyorum." Dördüncü sorunun cevabı: "Onu da maalesef bilmiyorum."

Telefon, küçük kızın, annesinin evde olmadığı zamanının tümünü kaplar; “abla”nın, beklenmedik erken bir gelişinde, telefonun yanına açtığı defterine yaza çize, arkadaşıyla ders çalıştıklarına şahit olmuşluğu vardır. Bir keresinde, annesine Kızkalesi’nde bir ev hediye etmek niyetiyle 900’lü hatlarla da haşır neşir olan çocuk, “senin çocuğun böyle bir şey yapsaydı ne ceza verirdin?” sorusuna yanıt olarak, “ama çıksaydı ceza vermezdin” demekle beraber, yaz boyunca, bulaşıkları yıkar.

Babasının ikinci evliliğinden doğan kız kardeşi, kızından 8 yaş küçüktür; annesi ve teyzeleri bir araya geldiklerinde, konuşur, söyleşir, gülüşürlerken küçük kız özenir, “keşke” der, “ben de anneannemin karnından doğsaydım…”

Çocukluğunun sonlarına doğru, ortaokul döneminde, bir sıra dayağı sonrası “ben bir fiske bile vurmadan bu yaşa getirdim” deyip okula koşan velilerin tersine “abla”, “hayat boyu haklı haksız pek çok benzer olay yaşayacak, hep yanında olup onu koruyamam, başa çıkmayı öğrensin" de hayata karşı bağışıklığı güçlensin diye, kızına arka çıkmaz.

Sonunda “abla” bakar; evde çocuğunu, okul çıkışı, fırından yeni çıkmış kek-börek ve çayla karşılayan anne yerine, geçim derdinde gecenin körüne dek, arta kalan zamanda kendisi için bir şeyler yapmaya çalışan, denklemdeki yerini korumaya kararlı bir anne bulan, kayıtsız şartsız, müşfik sevgi yerine, sorumluluklarını yerine getirdikçe sevileceği duygusu/bilgisi ile büyüyen, “abla”nın hayatın anlamını aradığı yolda, annesiyle beraber kırılıp dökülen, parçaları toplayıp, ekleyip, yapıştırıp yola devam eden, “en büyük aşkım!” dediği kızı büyümüş, onca maceradan sonra, ortaya, hiç de fena bir sonuç çıkmamış.

Öyle ki, kim kimi büyütmüş, ayırt etmek artık mümkün değil…

 
Toplam blog
: 591
: 63
Kayıt tarihi
: 27.07.15
 
 

İstanbul'da 20 yıldan fazla, tasarımcı grafiker olarak çalışırken bir kız çocuğu da yetiştiren "a..