- Kategori
- Siyaset
'Barış' mı, 'barışma' mı?

Sorun özelinde süreç tarihsel, 'derinlik' ise deryalar boyu iken son günlerde birdenbire, aniden barış havası esmeye, barış mesajları havada uçuşmaya başladı.Yazımın başında samimiyetle hemen belirtmek isterim ki; onurlu, mantıklı ve kalıcı bir barış(may)ı hepimiz diler, ister ve biliriz! Lakin işin ilginç yanı, tüm bunların Anayasa'da yapılması düşünülen değişikliklere, 'Başkanlık -ya da 'Yarı başkanlık'- sisteminin de monte edilmesi yolundaki ani talebin ardı sıra ve Suriye-Irak-İran üçgenindeki yoğun karmaşa ve çatışmalarla eş-anlı gelişmesi... Ardından dakikasına kalmadan Fransa'dan gelen ve hemen ardından taraflarca "süreç ilk baştan sabote ediliyor" denilen suikast olayı...
Her şey sanki bir 'hızlı çekim'in de ötesinde, ışık hızı içerisinde cereyan etmekte...
Öte yandan yurtiçinde sayıları zaten 2500 civarında olduğu söylenen dağdaki teröristlere -2012 yılı boyunca- 1500'ün üzerinde zayiat verdirilmiş, tam da güçsüzleşmişlerken bu ani 'barış' atağı da nedir diye sordururcasına...
Daha iki-üç ay önce "teröristlerle kucaklaşan milletvekillerinin dokunulmazlığı kalkmalı!" diye diretilirken, "görüşenler varsa şerefsizdir!" denirken şimdi "sadece silah bıraktırmak için" denilerek (ama kapsamlı bir planın ortada olduğu da başta medya olmak üzere her taraftan sezilerek) bu ani barış havarilikleri niye?
Uzun süreli böylesi bir hazırlık var idiyse bunlar neden söylendi, yüksek sesle seslendirildi ki?
Akla gelen;
Olumlu bir senaryo; Kafkaslar ve Orta-Doğu gibi hem stratejik doğal kaynakların hem de olası çatışma odaklarının bol olduğu zorlu coğrafyada, Suriye- Kandil- İran eksenli ve olası bazı büyük güçleri de (Rusya- Çin gibi) arkasına alması muhtemel gizli ve acil bir inisiyatife karşı yerel güçler, ilişki ve imkanlarla ulusal-stratejik anlamda acil bir inisiyatif alınmış olabilir. Eğer böylesi bir olasılık gerçekleşmiş ise bunu dış politikada Suriye'ye karşı son dönemde izlenen aşırı hevesli ve atak politikanın öncü bir diyeti olarak görmek gerekir.
Diğer yandan olumsuz bir bakış açısı ise, bağımsız gözlemci, stratejist yazar ve otoritelere göre, 99–2001 döneminde resmen bitirilip yok edilmesine rağmen (muhtemelen de bölgedeki petrol/ doğalgaz hâkimiyeti ve İsrail'in stratejik güvenliği için) Irak- Suriye- Türkiye ve İran Kürtlerini içine alacak AB - Amerikan - İsrail dostu bir 'Büyük .ürdistan' yaratma ideali peşinde dış odaklarca yeniden canlandırıldığı da ifade edilen terörün "Ulus İnşası" teorisine göre "Yeni Anayasa" aşamasına getirildiği yolunda bir kaygıyı yeniden gündeme getirebilir. (*)
İç siyaset açısından da yılın ikinci yarısında gündeme gelmesi olası olan bir "Başkanlı Anayasa" referandumuna yönelik olarak karşılıklı bir "win-win" olasılığı dillendirilmekte...
Hangi açıdan olursa olsun ortada iç ya da dış siyaset odaklı ya da her ikisinden birden eş-anlı kaynaklanan bir tür 'takvim sıkışması' olduğu açıkça göze çarpmakta!
Genel ve terminolojik bir bakış açısıyla "Barış" demek için karşıtının "Savaş" olması gerek! Bu ise topyekün anlamlar içeren, arkasında birbirine düşman halkların da olduğu genel bir siyasi durumdur! Hangi kerteye vurursanız vurun, böylesi bir durum yoktu ki ortada... Tarih boyunca, bin yılı aşkın bir süreç içerisinde iç içe geçmiş olan Türk ve Kürtler halk olarak asla çatışmadı! Tanrı korusun, böylesi akıldışı bir durumda taraflardan birinin muhtemelen hiç bir şansı olamazdı! Oysa halklar arasında farklılıklardan çok -tarihten, coğrafyadan, geleneklerden ve gündelik yaşamdan gelen- 'ortak bağlar' hep daha fazla ağırlıkta olmuştur!
Sağduyulu bir tanımlama ile ortada; varlığına, toprak bütünlüğüne, ikbal'ine kastedilmiş bağımsız bir devletin (Türkiye Cumhuriyeti'mizin) kendini savunduğu, karşısında ise (arkasında olduğu izlenimi verdiği kitleleri korkutarak sindirmiş) bir terör örgütü ile uzun süreli düşük-orta yoğunluklu bir çatışma vardı!
Bu anlamda olumlu bir husus da hızla gündeme gelip gelişen bu sürece karşı halktan gözle görülür, önemli bir tepkinin göze çarpmaması! Bu durumun oluşmasında genel sağduyu, itidalin yanısıra, yılların psikolojik yılgınlığı, önemli sayıda ( 2011 yılı itibariyle -%6'sı yalnız yaşayan- toplam 19,3 milyon) hanehalkından yakından ya da uzaktan askerde - ya da yakın bir gelecekte gitmesi muhtemel- bir evladının bulunması veya tüm bu faktörlerin birleşik etkisi neden olabilir.
Aceleye getirilmiş bir "Barış anlaşması" çerçevesinde tanınacak hak, özgürlük ve özerklik taleplerinin önceden hesaba katılması gereken, zamana sari değişik sonuçları da olabilir! Örneğin demokrasi açısından ülkemizden çok daha ileri düzeyde olan bazı ülkelerin çoğunda devlet eliyle ana dil eğitimi yoktur. Tanınması muhtemel özerklik ve serbestiler Uluslararası Hukuk'a göre zamanla 'self determination' (kendi kaderini tayin) hakki dogurabilir! Konunun bu yönünü de dikkate almak gerekir !
Bu bağlamda;
Bu sürecin ardından gelecek olana "barış" değil olsa olsa "barışma" denebilir!
Bu büyülü coğrafyada, bunca iç içe geçmiş halk arasında düşmanlık yoksa, olsa olsa bir ölçüde kırgınlık, burukluk ve soğukluk varsa bu kavram çok daha uygun düşer kanımca...
Büyük bir çoğunluğumuz makul ve uygar insanlarız. Rahmetli Melih C. Anday'ın muhteşem dizeleriyle söylersek; "...O gün gelsin/ neşemiz tazelensin de gör/ Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör/ Seyreyle gülü bülbülü/ Çifter çifter aylar gökyüzünde/ Her gece ayın on dördü..." dediği BARIŞ'ı özler, sever ve hep hayal ederiz.