Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

11 Kasım '09

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

"Başkentin Yeraltından" Notlar

"Başkentin Yeraltından" Notlar
 

foto: Henrik Fredskild


Gece saat 10:34. Her günkü otobüsüme biniyorum: 427- Subayevleri –Aşağı Ayrancı. Bu saatlerde otobüsleri dolduranlar gece 10'da kapanan büyük alışveriş merkezleri ve marketlerin on'u on geçe mesaileri bitip duraklara yığılan çalışanları. Bu yüzden durağın gecenin bu saatinde neden bu kadar kalabalık olduğuna şaşırmıyorum. Genelde otuzlu yaşın altında genç insanlar bir anda dolduruyor otobüsü. Ben, oturabildiysem, her zamanki gibi kulaklığımı takıp sürekli dinlediğim iki üç radyodan birini seçiyorum. Otobüse bindiğim saatlerde genellikle Trt -3’ü, burada stüdyo konuklarının konuşmaları fazla ise haberleri için Ntv’yi, bazen yeni keşfettiğim Max Fm’i, onu da beğenmezsem cep telefonumda kayıtlı klasik flamenko müziklerini dinliyorum. Çünkü en sevdiğim şeylerden birisi belediye otobüslerinde kitap okumak. Bu alışkanlığımı üniversiteye giderken edinmiştim. Genellikle otobüsün ikinci yarısından sonraki bölüme oturup bir süre etrafıma bakınıp Bakanlıklara gelmeden kitabımı okumaya başlamış oluyorum. Bazen, eğer kafamda başka şeyler varsa kitap okumak yerine camdan otobüsün içindekileri çaktırmadan izlemeyi, ya da gözlerimi yanımdan akan renkli görüntülere odaklayıp düşüncelere dalmayı seviyorum.

Sanırım ben, şehri otobüslerle, metroyla katetmeyi çok seviyorum. Bir bütün gün şehri bir uçtan bir uca çeşitli taşıtlarla dolaşma planım var. Otobüsten inip metroya binmek, metrodan inip yeniden otobüse binmek ve yol boyunca farklı güzergahların farklı zamanlarında ne tür insanlar tarafından kullanıldığını izlemek istiyorum. Tabii yol boyunca bana eşlik edecek bir kitabım ya da aklıma gelenleri karaladığım bir not defterim olmalı mutlaka. Eskiden, yani 90’lı yıllarda mavi Odtü otobüsleri Tunus Caddesinden kalktığı zamanlarda eğer oturma şansım olduysa otobüsle Odtü’ye giden uzun yolda bazen ders çalışıyor bazen kitap okuyordum. Bu sayede Dostoyevski’nin Karamazof Kardeşler'inin nerdeyse tamamın otobüste okumuştum. Hoş, Dostoyevski’nin bu çok sevdiğim romanına Dost kitabevinde başlamıştım ya neyse. O zamanlar Dost Kitabevinin eski yerinde birkaç tane deriden yapılma puflar vardı ve oturup kitap okuyabiliyordunuz. Ama öğrenci milleti olarak bu uygulamanın bokunu çıkarmış olduğumuz için bir süre sonra bu pufları kaldırmışlardı. Evet Dostoyevskiyi ilk tanıdığım romanı Karamazof Kardeşler'i bu puflarda başlamıştım okumaya. Hatta Martı’yı önce okuyup bitirip sonra satın almıştım. Zaten öğrenciyken bir kitabı kitapçıda başlayıp bitirmek de oldukça yaygındı. Sonra arkası geldi tabii: “Budala” ve ardından “Yeraltından Notlar”. Dostoyevski belki de insanın karmaşık, daha doğrusu karanlık ruh hallerini en iyi anlatabilen yazardır. Onu okurken olan bitene fazla şaşırmazsın, çünkü benzer karanlıklar senin ruhunda da vardır.

Otobüste bir kitap okurken etrafında olup bitenle pek ilgilenmediğinizi düşünürler ama bu doğru değildir. En azından benim için. Gerçekte olan, senin onlarla değil, bir süre sonra onların seninle ilgilenmediğidir. Çünkü, kafasını küçücük harflerin içine gömüp başka bir dünyaya dalmış olanın sen olduğu zannedilir. Çoğu zaman bu böyledir. Ama bazen otobüste kitap okurken aslında arkamda ya da yanımda varlığımı tamamıyla unutan insanların konuşmalarına kulak veririm. Çok ilginç konuşmalardır bunlar. Bazen bir gün önce eşiyle olan kavgasından, bazen işyerinden bir grupla gittikleri bir ülkeden, bazen de akrabalarıyla yaşadıklarından bahseder insanlar. Tam bunlar olurken gözüm dışarıda akıp gitmekte olan insanlara, yüzlere takılır. Her durakta evlerine bir an önce gidebilmek için bekleşen yüzler görürüm. Gecenin o vakti, bir de Ulus’u geçtikten hemen sonra, çöp arabası gelmeden dışarı yığılmış olan bir sürü torbanın içinde sağlam olan sebzeleri, yiyecekleri ayıklayan insanları görürüm. Tam da durağın önünde birikmiş bir çöp yığınını karıştırırken önünde duran otobüsün içindekiler yüzünü görmesin diye yüzünü öte tarafa döndüren o adamı görmekten utanır ve bir an önce yerin dibine geçmek, ortadan kaybolmak isterim. Çöpleri karıştırmaktan utanan bu kişinin aslında sokaklarda yaşayan kedi köpekten farkı benden utanmasıdır. Oysa insanlığından utanması gereken benimdir ve ben de ondan utanırım. Benim ya da senin çöpe attıklarınla yaşamaya, evine götürdüğü bir torba havuçla belki çocuklarına tencere kaynatmaya çalışıyordur. Bu karşılaşmadan sonra hiçbir şey okuyamaz insan. Elimi avucumda yumruk yapıp sıkarım. Tırnaklarımı avucuma geçirir ve bu insanlar bu halde olduğu için ve yardım edemediğim için, yeterince gücüm olmadığı için, ya da birkaç kediden daha fazlasına gücüm yetmediği için kendimden nefret ederim. Ama sonra, güç kazanmak için ödemem gereken bedelleri, her şeyin nedeninin işte bu kudret hırsı olduğunu düşünür ve “bırak her şey olacağına varsın” deyip içimden bi küfür sallar, her şeye lanet ederim. Evime vardığımda, beni kapıda karşılayan beş yavru kedi ve annelerinin altı çift gözünü gördüğümdeyse en azından onları doyurabilme gücüm olduğu için şükrederim.

 
Toplam blog
: 121
: 2834
Kayıt tarihi
: 09.07.06
 
 

Başkentte doğmuşum ve orada gidilecek tüm okullara gitmişim: ODTÜ-Psikoloji ve Ankara Üni. İletiş..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara