- Kategori
- Öykü
"Ben melek değilim!"

“Zehir!
Kanımdan akıp vücuduma yayılan!
Derimin altına saklanmış acı!”
(Aşk için düşündüğüm şeylere bak; bu hayat benim için bir işkence olmalı!)
Bir gazete haberi şöyle diyordu: “Nihayet başkanlık sistemi geldi ülkeye, anayasa değişti ve toprak bütünlüğü kalktı. Federasyona izin verildi ve böylece o halk yüzyıllarca hak etmiş olduğu özgürlüğüne kavuştu. Bu bahaneyle kendi dilinde nihayet yazıp okumaya başladı. Büyük kentlerdeki bombalama olayları durdu. Yapılan anlaşma gereğince o halk bulunan petrol üzerinden %10 kazanmaya başladı. Hükmettikleri bölgelerde, üretim artışı bir yıl içerisinde 3 kat arttı ve böylelikle yeniden inşa etmek üzere şehirlerini, baştan aşağı kurguladılar!”.
Nihat, Turancı yetiştirilmiş bir Türk olarak bütün bu olanlara ne anlam vereceğini bilemeden, kafası karışmış bir şekilde, hayatında bundan daha derin çözemediği aşk mevzusunu düşünmeye itti kendini. Sanki böylelikle hayat onun için –her şeye rağmen- daha rahat olacaktı. Kulağına i-pod’unu taktı ve “i-tunes”lerin içinde öncesinde dinlemediği “Familiar taste of Poison*” Halestorm parçasını dinlemeye koyuldu.
“I breath you again, just to feel you (Sana tekrardan nefes alıyorum, sadece seni hissetmek için)
Underneath my skin, holding on to you(Derimin altında sana tutunuyorum)
Sweet escape always lays the rythm(Tatlı kaçış üzerime ritmini bırakıyor)
Familiar taste of poison”(Zehirin bilinen tadını)”
“Gerçekten aşk bir kaçış mı? Mesela bugünkü anayasa değişikliğinden bir kaçış mı aşk için hissettiğim bu saçma tutukluluk hali?”
Bir yandan müzik dinlerken -diğer yandan sosyal medyayı gözden geçirirken- şöyle bir ifade okudu:
-Ve uzun adam geldi ve herkes büzükledi!
“Büzüklemek de ne demek? Bazen başka dünyada yaşıyormuşum gibi geliyor bana! Hem uzun adam da kimdi?”
Yeni bir şarkı devam etti Halestorm:
Between Love and between hate,(Aşk arasında ve nefret arasında)
Take the heart break!(Kalp kırıklığı)
You, all the way(sen sonuna kadar)
Take it all the way(yolun sonuna kadar)
Give it all the way(her şeyini vererek)
Take it all the way(yolun sonuna kadar)
Emel ile tanışalı henüz bir yıl olmasına rağmen Nihat onu kendinden daha iyi tanıyordu. Aralarında karmaşık, cinsel yoğun bir ilişki olmasına karşın son derece dost olmuşlardı. İlişkileri normalin sınırlarını zorlarken Nihat onsuz yapamayacağına emindi. Sık sık Rosendaal’a gidip Emel’le kaçamaklar yapıp ilişkilerini diri tutmasını bilmişti bu süre zarfında. Aşklarının bütününe sınırsızlık hakimdi. Hatta öyle ki arada bir Amsterdam Kırmızı Fener’de düzenlenen seks partilerine de katılmışlardı. Utanmak bir yana aşırı heyecan yaratmıştı bu gibi kaçamaklar onlar üzerinde! Maskelerini yeni takmış süper kahramanlar gibi hissediyorlardı kendilerini. Ve gariptir, hayatında hiç kimseye güvenmeyen Nihat, resmen Emel’in kölesi olmuştu. Bu durum aynen cinsel hayatlarında da böyleydi ya da cinsel hayatlarından dolayı Nihat böyle hissediyordu kendini...
“Annemler Emel’den nefret edecekler çünkü o gerçek bir Vampirella, hayallerimde yaşattığım cinsel kahramanım gibi! Neden eski kafalı egosu yüksek annem ve babam gerçek bir ilişkinin gereklerini anlayamıyor? Bu dünyada sınırsız ve arsız duygular varken saçma sapan değerler zincirinin kölesi oluyorlar. Oysa hayat, gerçek bir macera! Hele de bu macerayı paylaşabileceğin sınırsız bir Emel’in varsa yanında!”.
Geçenlerde Emel İstanbul’daki evine geldiğinde heyecandan nutku tutulmuştu nitekim Emel mantosunu çıkardığında onun çırılçıplak olduğunu gördü ve neredeyse heyecandan kalp krizi geçirecekti. “Seni sonsuz istiyorum” dedi.
Emel- Yetmez! Beni alıp sonsuzluğa götürmen lazım!
Nihat- Seni sonsuz sevebilirim!
Emel-Yetmez!
Nihat- Peki söyle ne yapmam lazım?!
Emel-Hadi şimdi, şu anda birbirimizi kesip sonsuza kadar birlikte olalım...
Nihat’ı yatağa bağladıktan sonra elinde bir bıçakla geri geldi. ”Ve dedi”, kolunu bıçakla sıyırarak, kanını alıp Nihat’ın alnına bir kalp çizdi; “Nihat, şimdi sıra sende” diye devam edip onun dudaklarını ısırdı. Fışkıran kanını ağzına alıp çılgınca Nihat’ı ve onun sahip olduklarını öpmeye başladı. Nihat kalbinin duracağını sandı ama adrenalinle beraber iplerinden kurtulmayı başardı. Çılgınca ve durmaksızın sabaha kadar seviştiler. Uyandığında yeniden doğmuş gibi hissetti Nihat ve öyle ki, kendini bir hayat kahramanı olarak görüyor, yazdığı bir romanda oynuyormuş gibi hissediyordu kendini!
Bir gün hiç beklenmedik bir biçimde “Seninle evlenip yok olmak istiyorum” demişti Emel ve sorun da bu andan itibaren başlamıştı. Tutucu bir ailenin modern oğlu olan Nihat nasıl becerip de kimsesi olmayan bu parti çılgını kadınla ailesini tanıştırıp onları ikna edecekti! Bunu Emel’e söylediği an büyünün bozulacağının farkındaydı.
Bir şarkı daha devam etti: “I am not angel(Ben melek değilim)!”
“Tanrım bana ne oluyor? Çıldırmış olmalıyım! Bütün bunları yaşayan adam ben miyim? Emel’i gerçekten seviyorum ama???”
“Nihat! Nihat! Uyan; günaydın...”
“Hayır ben kötü biri değilim, ben şeyttttaaaaaaaaaaaaaan değilim!”
“Nihat , kötü bir rüyaydı geçti...”
Karısına sarıldı Nihat!
“Ne oluyor kuzum, sen niye böyle duygusala bağladın şimdi! Bilirsin dokunulmaktan pek hoşlanmam”
“Özür dilerim Emel, bilinçdışı yaptım.
“Kalk artık sofra hazır, işe geç kalacaksın!!!”