- Kategori
- Seçim
"Çatı"dan önce güven sağlayıcı adımlar gerekir
2008 yılında gündeme gelen, yaklaşık 1 yıl boyunca tartışılan ve somut bir sonuç üretmeyen “Çatı Partisi” çalışmaları, 12 Haziran seçimlerinde hayata geçen “Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku”nun büyük bir başarı kazanarak 36 adayını TBMM’ye sokmasıyla birlikte yeniden tartışma masasına geldi.
Öneriyi ortaya atan blok bileşenlerinin sözcülerinin açıklamalarına bakılırsa, bu sefer çok fazla tartışılmadan hemen Ağustos 2011 tarihinde kurulması gündemde.
Aslına bakılırsa “Türkiye Sol-Sosyalist Hareketi”nin birlik ve birleşik parti tartışmalarında söyleyecek çok fazla sözü kalmadı. Birlik adına ne varsa her şey yazıldı, çizildi. Eksik olan birlik tartışmaları sonucunda ortaya çıkan modellerin hayata geçmemesi ve başarısız birer deneme olarak kalması. Örnek olarak, TİP ve TKP’nin 1980’li yıllarda denediği TBKP, 1990’lı yıllarda yine bir çok sosyalist grubun kurduğu BSP ve son olarak da 1996 yılında büyük umutlarla kurulan ÖDP verilebilir. Bu deneyimlerden TBKP ve BSP’yi oluşturan sosyalist gruplar 1996 yılında “Devrimci Yol" hareketinin merkezini oluşturan ana akımla ÖDP’de bir araya gelerek birleşik bir sosyalist-kitle partisini oluşturdular.
Ancak ÖDP, “Devrimci Yol” hareketinden gelenler hariç, bu grupların hiçbirinin ana/asıl partisi olmadı. Her grup önce ÖDP içinde gruplarını kurdular, sonra da ÖDP’den ayrılarak kendi partilerini kurdular. Böylece birlik deneyimleri heba oldu, gitti.
Şimdi kurulması planlanan “Çatı Partisi”nin de daha önceki bu birleşik parti deneyimlerinde olduğu gibi başarısızlıkla sonuçlanmaması için öncelikle bileşenler arasında “Güven Sağlayıcı Adımlar”ın hayata geçmesi gerekir.
Nedir bu “Güven Sağlayıcı Adımlar?”
“Sol” siyaseti ve siyasetçileri “Sağ” siyaset ve siyasetçilerden ayıran temel özellik, “Kendini gerçekleştirme” güdüsünün Solcularda çok daha baskın olmasıdır. “Sağ”, dünyadaki verili koşulları çok fazla itiraz etmeksizin kabullenip, bu koşullar üzerinde siyaset yaparken, “Sol”, bu koşulları emekçiler lehine değiştirmeye çalışır. Bu süreçte sağ siyasetçiler kendilerini verili koşullara adapte ederek bu koşulların birer “Nesne”si olurken, sol siyasetçiler bu sürecin aktif değiştiricileri olarak sürecin “Özne”si konumuna gelirler. Sağ siyasi partilerde “Parti içi demokrasi”den söz etmek mümkün değildir ve parti içinde mutlak lider hakimiyeti söz konusudur. Sol siyasi partilerde ise, alınan bir seçim yenilgisinin hemen ertesinde parti içi tartışmalar baş gösterir. Bu durumun başka bazı nedenleri olmasının yanı sıra en büyük nedeni kanımca, hataların ya da yenilgilerin insan eylemine bağlı olduğu algısının “Sol”da daha yaygın olarak kabul edilmesidir.
12 Haziran seçimleri öncesi bir çok bakanı ve milletvekilini liste dışı bırakan AKP yönetimine/genel başkanına, liste dışı kalanlar tarafından en ufak bir itiraz edilmezken; seçimlerde yeterince başarı gösteremeyen CHP’de kazanların hemen kaynamaya başlaması ve kurultay talepleriyle çubuğun içe bükülmesi sağ ve sol siyasi partilerin olayları algılaması ve mücadele yöntemleri açısından incelemeye değerdir.
“Sol”da insan eylemi önemlidir. Birer birer her insan değerlidir ve eğer bu insan fikirsel olarak üretim içindeyse, geleceğe dair mutlaka söyleyecek bir sözü vardır. Bu nedenle solcular birbirinin kurdudur. Sol partilerdeki fikir kümelenmeleri zaman zaman hiziplere, zaman zaman parti içi gruplara, zaman zaman da partiden ayrılarak ayrı partilere dönüşürler. Sol da irili-ufaklı 20-25 civarında parti ve grup olmasının temel nedeni bu fikirsel ayrılıklardır.
Solun, ayrıca sendikalar, dernekler, odalar ve meslek kuruluşlarında da üyeleri vardır ve çoğunlukla da yönetimlerdedir. Bu kurumlarda da kıyasıya bir yarış, yönetime girme, hâkim olma mücadelesi vardır.
“Sol”daki bu koşulları göz önüne almadan kurulacak bir “Çatı Partisi”nin, daha önce denenen TBKP, BSP ve ÖDP’nin* akıbetine uğramaması için, parti kurulmadan önce bir “Birlikte Yaşam, Birlikte Yönetim” deneyimi yaşaması gerekir. Şöyleki; Çatı partisini oluşturmayı düşünen parti ve hareketler önce kendi partilerinde eş başkanlar, eş yönetim kurulu üyeleri, eş il başkanları, eş ilçe başkanları gibi bütün kurullarını diğer parti ve grupların üyelerine açmalıdırlar.
Örneğin; BDP Diyarbakır İl Yönetimine, EMEP veya SDP’den il yönetim kurulu üyeleri alınmalı, Manisa EMEP İl yönetimine de BDP’li üyeler görevlendirilmelidir.
TMMOB ve bağlı odalar, TTB ve bağlı odalar, KESK ve bağlı sendikalar, DİSK ve bağlı sendikalar, kısaca çatı partisini oluşturacak bileşenlerin etkili olduğu bütün kurumlarda “Birlikte yaşam, birlikte yönetim” gereği eş kurullar oluşturularak gruplar ve partiler arasındaki etkileşim arttırılıp, karşılıklı güven ilişkisi tesis edilmelidir.
Örneğin; Şanlıurfa Eğitim Sen şube yönetimine, yönetimde olmayan anlayışların temsilcileri alınırken, Tekirdağ SES şube yönetimine de, yönetimde olmayan anlayışların temsilcileri alınmalıdır. Tabi verdiğim örnekler fiili olarak yaşama geçirilmeli, ileride aynı partide siyaset yapacak olan kişiler arasında güven ilişkisi oluşturulmalıdır.
Önerdiğim “Birlikte Yaşam, Birlikte Yönetim” modeli fiili olarak hayata geçirildiğinde, hem ortak iş yapmanın verdiği önem ortaya çıkacak, hem de partilerde, sendikalarda, derneklerde ve meslek kuruluşlarında çalışan (iş üreten) aktif üye sayısı iki katına çıkacaktır. Bu, atıl durumda olan, birikimli unsurların enerjisinin de aynı potaya akıtılması demektir ki mücadelede önemli bir sıçramaya vesile olacaktır. Düşünebiliyor musunuz, bir ilde çatı partisini oluşturacak anlayışların partiler, odalar, sendikalar, dernekler ve meslek kuruluşlarında çalışan 150 aktif üyesi varken, kurulacak eş yönetimlerle birlikte bu sayı 300 olacaktır. Karşılıklı olarak birbirini seven, güven duyan ve birbirini geliştirmeye çalışarak aynı hedefe doğru koşan 300 üye. Bu 300 üye devasa bir enerji açığa çıkaracaktır.
“Birlikte Yaşam, Birlikte Yönetim” modeli, sol anlayışlar arasındaki güven ilişkisini tesis edeceği gibi, “Türk Solu-Sosyalist hareketi” ile “Kürt Hareketi” arasındaki son dönemlerde epeyce ilerleyen ilişkiyi de etkileyecek, emek mücadelesi ile demokrasi mücadelesini birleştirilmesini sağlayacaktır.
Önemsenmesi gereken bir başka husus da, yıllarca mücadele etmiş fakat sol içi mücadelelerden bıkıp usanmış, darbelerle örselenmiş ve alınan seçim yenilgileri sonucu umudunu yitirmiş bir şekilde köşesine çekilerek atıl durumda olan bir çok aktivistin de bu süreçte mücadelenin içine çekilmesi ihtimalidir.
BDP’nin, ÖDP’nin ve EMEP’in 2009 yılında kazandığı belediyeler, 12 Haziran 2011 seçimlerinde “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku”nun gösterdiği başarı ve kazandığı 36 milletvekilliği ve bu partilerle diğer bileşenlerin, sendikalar-odalar-dernekler-meslek kuruluşlarında var olan etkinlikleri devasa bir güçtür. Bu güç emek eksenli (“Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blokunun seçim bildirgesi olabilir) ortak bir program hedefiyle bir “Çatı Partisi” altında birleştirildiğinde, emek ve demokrasi mücadelesi çok önemli bir “Özne”ye sahip olacaktır.
Çok acele edilmemesi ve önerdiğim “Birlikte Yaşam, Birlikte Yönetim” modelinin “Çatı Partisi” önerisiyle eş zamanlı olarak hayata geçirilmesi, mücadelenin emin adımlarla ilerlemesini sağlayacak ve demokrasi-sosyalizm mücadelesinin nasıl olması gerektiğini bütün dünya halklarına gösterecektir.
Kürt Hareketi özgürlük mücadelesinin yönünü “Sol”a ve “Sosyalizm”e** evriltmiştir. Bize düşense bu eli dostça tutarak, birlikte mücadele ve “Bir Arada Yaşam”a dönüştürmektir.
*ÖDP aslında bir birlik projesi olmasının yanı sıra, partiyi oluşturan grupların bazılarınca reel sosyalizmin eleştirisi sonucu ulaşılan özgürlükçü sosyalizmin partisi olarak kurgulanmıştır. Ancak partiyi oluşturan grupların bu hedeflerde anlaşamaması sonucu, istenilen birlik partisi hedefine ulaşılamamıştır.
**“Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku”nun seçim bildirgesi son yıllarda sosyalizm adına üretilen ve hayata geçirilebilirliği yüksek oranlı olan en önemli belgelerden biridir.