Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

“Emeğe saygı"mı “rejisörün yatak odası” mı?

Şu <ı>Holywood, <ı>Bolywood ve <ı>Yeşilçam‘ın, Fransız, İtalyan, İngiliz vs. sinemalarının ışıltılı setlerinin arkaplanları hiçbir vasfı olmaksızın kameraların önüne geçerek kolay yoldan şöhret olma çırpınışlarıyla istikbalini heba etmiş, alınıp satılan bir metaya ve sermayeye dönüşmüş, ismi ve cismi unutulmuş nice genç kızların dram ve trajedilerine şahittir kimbilir… Başkaca bir vasfa sahip olmadıklarından dolayı kısa yoldan ve hiçbir emek harcamadan nemalanma arayışındaki bu yitik çoğunluk için çoğu zaman tek çıkar yolun gözünü karartıp, ar perdesini yırtıp rejisörün (yönetmenin) ya da yapımcının yatak odasından şöhrete sıçramak olduğunu belgeleyen, ima eden, sezdiren çok sayıda film, roman ve senaryo mevcuttur… Beyoğlu kafelerinde "avlanmaya" çıkan sahte rejisör enflasyonu bu kanaatin yaygınlığınının tipik göstergelerinden biri olarak görülebilir... Meraklıları <ı>“google”da küçük bir tarama yaparak konunun içeriği ve sorunun boyutları hakkında bolca enformasyon edinebilir…

Benim asıl konum bu değil… Kanaatimce asıl mesele, her tür bedensel ve düşünsel<ı> “emeğin” kıymetini hiçe sayan bu rantiyeci, bu köşe dönmeci, bu çarpık, onursuzlaştırıcı ve yok edici anlayışın izlerinin hayatın bütün alanlarında, özellikle de kısa yoldan nemalanmaya en açık sektörlerden biri olarak algılanan <ı>“siyasette” gözlenmeye başlanması… <ı>“Şöhret” olmayı her şeye önceleyen, çarpık bir algılamayla “sanatçı (artist)” olmayı “şöhret” sahibi olmanın aracı olarak gören yeteneksiz ve kapasitesiz şöhret budalalarınınkine benzer şekilde, “siyasetçi” ve “milletvekili” olmanın da “şöhret, itibar ve iktidar” vasıtası olarak görülmesi …

Siyasetin, hırsı aklını aşmış bir güruh tarafından bir hizmet aracı olmaktan çıkıp bir kısa yoldan nemalanma ve insanlara tahakküm kurma aracı gibi algılanması… Kişisel hırs ve beklentilerin toplumsal amaçların önüne geçmesi… Bu süreçte hasbelkader bir siyasal partinin yönetimini ele geçirmiş bazı <ı>“Lider” lerin (!) de partinin imkânlarını kendi kişisel amacı için keyfince kullanabilme hakkını kendinde görebilmesi… Bu “<ı>Lider”lerin, saltanatını tesis eden son derece antidemokratik bir <ı>“tüzük”ten aldığı meş’um güçle, tıpkı “oyuncuların rollerini dağıtıp oyunu düzenleyen” otoriter bir <ı>rejisör gibi canının istediğini <ı>milletvekili istediğini de <ı>bakan yapabilmesi…

Kendince "özerk" etik ve ahlâki değerleri olan vasıflı ve kapasiteli insanları hızla <ı>“siyaset arenası”nın dışına iten, kısa vadeli kişisel çıkarı dışında hiçbir değer tanımayan vasıfsız ve kapasitesiz bir güruhu ise pervane böcekleri gibi <ı>“lider”e çeken bu meş'um mekanizmanın ürettiği entrikalar, iftiralar, dalavereler, yalanlar, ahlâksızlıklar, aldatmalar, feminenleşmeler, <ı>canicheleşmeler… Herşeyin kaynağı olarak görülen "lider", olabildiğince kutsanması, kusursuzlaştırılması, idealize edilmesi... Özellikle de kutsanan, idealize dilen <ı>“Lider”in etik değerlerle, ahlâkla, dinle, gelenekle, toplumla, ailesiyle, aile kurumuyla, eşiyle ve çocuklarıyla, damatlarıyla ve torunlarıyla, onur ve namus duygularıyla bağını zayıflatması, firavunlaşması, nemrutlaşması, çevresindeki her şeyi nesneleştirmesi, kendini bir <ı>“causa sui” olarak, "tek <ı>erkek” olarak görmeye, kendi <ı>“phallus”una tapınmaya başlaması… Firavun misali bir iktidar deliliğiyle kendi <ı>“phallus”unu herkesin tapınması mecburi bir <ı>“dikilitaş”, bir<ı> “abide” zannetmesi… Bu <ı>“abide”ye yeterince tapınanlarını bir fiziksel temasıyla kutsayıp milletvekili ya da hükümet olduğunda <ı>“bakan” yapabilirken, gereğince ya da yeterince tapın(a)mayanları bir kalemde yer ile yeksan edivermesi… Sonuçta, vasıfsız ve kapasitesiz tiplerin sinema kariyerinin (!) hiç alınteri dökmeden <ı>“Rejisör’ün Yatak Odası”ndan, politik kariyerinin (!) ise (<ı>mecazi ya da <ı>gerçek anlamıyla) <ı>“Genel Başkan’ın Yatak Odası”ndan geçmesi…

Bu kirli dünyada <ı>“emeğin”, “alınteri”nin, <ı>“beceri”nin ve <ı>“emekçi”nin zerre kadar yeri de saygınlığı da yoktur ve olamaz… Teşkilatların çabalarının, partililerin canhıraş gayretlerinin bir önemi yoktur… Her zaman en genellemeci, en kolay ve en kestirme politik söylem tercih edilir… <ı>“Emek”le ve <ı>“emekçi”yle, ahlâkla ve erdemle hiç ilintisi olmayan ışıltılı ve <ı>totolojik kavramlar üzerinden "faydacı" kutuplaşmalar oluşturulur, kurgulara gidilir, senaryolar yazılır, ezoterik <ı>“phallus kültü”yle örtüşen türden <ı>“kurtarıcı” roller takınılır, kimlik siyaseti üzerinden kahramanlıklar taslanır, çatışmaya girişilir, rakibe hakaretler edilir, olaylar saptırılır, dezenformasyon pompalanır, kameralar önünde sahte yumruk senaryoları sahnelenir… Küresel ölçekte ama özellikle Avrupa’da, has-sa-ten Kıta Avrupası siyaset geleneğiyle malul İtalya’da, Fransa’da ve ne yazık ki bazı son gelişmelerin tescil ettiği gibi Türkiye’de siyasetin en temel meselesi işte budur…

Tıpkı <ı>Doğu Perinçek’in daha bir-iki hafta önce, 1 Mayıs 2010’da “<ı>VE YATAK ODASI KABİNELERİ” başlığı altında yazdığı gibi[1] ... <ı>Partilerin lider kadrosu, artık dava arkadaşları değil, kirli para ortakları ve yatak odası arkadaşlarıdır.<ı> Sistem, artık bunu gizlemiyor. En açık yürekli olan da, Gladyo’nun şampiyonluğunu yapan İtalyan sistemidir. Berlusconi’nin kabinesi, yatak odası deneyimlerinde parlayan yeteneklerden oluşuyor. En son İtalya Fırsat Eşitliği Bakanı Carfanga’nın Türkiye ziyareti, Türkiye’deki Gladyo rejimini modernleştirme açısından da öğretici olmuştur. Gazetelerin iftiharla yazdığına göre “Şov kızlığından hükümete yükselen” bu yeni politikacı modeli, sistemin ne kadar demokratlaştığını sergilemektedir.

Bu tip örnekler artırılabilir… Her tür istismara dayalı bu totaliter ve otoriter siyaset arenasında kendi ideolojisi ya da inanç dünyası için emek veren, <ı>alınteri döken sıradan insanlara yer yoktur. Bu siyaset tarzı için en büyük tehdit <ı>“emek”tir, <ı>“emekçi”dir, <ı>“beceri”dir, <ı>“yetenek”tir, <ı>“insan için emeğinin karşılığından başka bir kazancın ol(a)maması”dır, <ı>“işçinin ücretinin alınteri kurumadan verilmesi”dir. Bu siyaset tarzı içinde <ı>“kötü adamlar iyi adamları, iftiracı-dalavereci-yalancı-entrikacı-gıybetçi-nemmam yaratıklar dürüst insanları” yaşatmaz… Yaşatmamak için her yolu dener…

Bu noktada, zamane gençlerine büyük bir sorumluluk düşmektedir. Kendi sosyal, ekonomik ve politik geleceklerini <ı>“bedensel ve düşünsel <ı>emeğe, alınterine, beceriye ve yeteneğe saygı” anlayışı üzerine mi yoksa sıradan insanların bedensel ve düşünsel becerilerini iğdiş etmeye yönelik <ı>“keyfiyetçi paradigma” üzerine mi bina edeceklerine karar vermek zorundadırlar. Acizane tavsiyem her tür politik önyargıdan özerkleşerek, "lider kutsama kültü"nün karanlık etkilerinden arınarak tercihlerini <ı>“alınterine, emeğe, beceriye ve yeteneğe saygı” üzerine bina etmeleridir. Anayasa Reformu Referandumu'na EVET oyu vermeleridir. Ancak bu durumda gelecekleri üzerindeki ipotekleri kaldırma iradesi sergilemeye güç kazanabilecek; gizemli güçleri nemalandıran <ı>kapalı toplum modelinden sıradan insanların, bireylerin beceri ve yeteneklerini değerli kılan <ı>açık toplum modeline geçiş sürecine katkı sağlayabilecek; merkeziyetçi milletvekili listelerini, liderler sultasını ve politik ikbalin (ya da her tür şöhretin) birilerinin (mecazi ya da gerçek) yatak odasından geçmesi gereğini de engellemiş olacaklardır. <ı>

[1] http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=2424

 
Toplam blog
: 19
: 1025
Kayıt tarihi
: 01.05.10
 
 

Mülkiye ..