- Kategori
- Gündelik Yaşam
'İkinci sınıf yolcu'

Yolcu gönderdim, trenle. Aylar önceydi belki bir yıl oldu. 'Gençliğimizde trenle giderdik memlekete, kumanyamız yanımızda, tıngır mıngır, sohbet, çay ve keyifle...' diye tutturan iki yaşlı 'kontes'ti yolladıklarım.
Tren 'tıslıyordu' içeri girdiğimizde. İstasyonun nostaljik havasını içime çekmeyeli çok olmuş, farkettim. Çok heveslendim. Bu ara aklım fikrim kaçmaktaydı ya...Benim de binip kaçasım geldi, tıngır mıngır. Yıllar önce İzmir'e de trenle gitmiştik o konteslerden biriyle, pek keyifli bir yolculuktu. Daha bir heveslendim hatırlayınca.
'Vangölü Ekspresi' ikinci perondan kalkıyordu. Koşturduk o tarafa. yetişmiştik, üstelik bir kaç dakikamız bile vardı.
Gelgelelim kafaları kaldırıp trene baktığımızda, söz konusu trenin bizi İzmir'e götürene pek benzemediğini gördük:
Sarı kara, camlar kırık dökük, birinci mevki dedikleri kompartmanlarda kelleşmiş kadifelerle kaplı, oturulan yerler çökmüş tahtadan koltuklar var, onların rengi kara sarı. Eşyaları çıkardık, içim cız etti, 'benim yaşlı konteslerim, burada nasıl yolculuk edecek' diye. Baktım, yüzlerindeki ifade ile ağızlarından çıkan pek birbirini tutmuyordu tabii. Yüzleri 'ne ettik biz' derken, ağızları, 'oh oh yarın sabah oradayız, restoranda çay, kahve, biz gençliğimizde:)..'.
'Gelin vazgeçin' diyeceğim, bilirim yaşlı kontes inadını:)..Sustum.
Yerleştirip aşağı indim, yanıma yanaşan istasyon görevlisi ile kalkış saatini beklemeye başladım, ayak üstü iki üç cümle konuştuk, içim bir başka cızladı bu sefer:
'Bu tren İzmir, istanbul trenlerine benzemiyor pek?...' dedim.
' Eee, oranın yolcusu başka, birinci sınıf!'
' nası yani???!!!!'
' E bu tarafa giden yolcu, çoluk çocuk, yorgan çarşaf denkleri...'Mevsimlik işçiler' falan. Birinci sınıfın yolcusu valizinden anlaşılır!'
' E canım onların hakkı yok mu sağlam ve temiz koltuklarda yolculuk etmeye?'
' Anlamazlar ki!' dedi
o da atlayıverdi vagona, bir hırıltı ve o sevgili tııııngır, mıngırrr, tıngır mngır. Son söze apıştım kaldım, konteslere el salladım. Gittiler.
Oracıkta hatırlayıverdim işte.
Birkaç sene önce, Münich aktarmalı bir uçak yolculuğu yapmıştım. Münich havalimanını görmüş olanlar bilir devasa bir yer, devasa olduğu kadar modern, temiz, sessiz ve anlaşılır. Yüzbin çeşit insanın; 'birinci, ikinci sınıftaki' yolcuların aynı anda dolanıp durduğu ama eminim hiç kaybolmadığı bir alan. En çok dikkatimi çeken yapılan yol gösterici uyarıların, İngilizce, Almanca ve Türkçe oluşuydu. 'En çok anlaşılan dillerin yanında, en çok kullananların anlayacağı dil' diye düşünmüştüm.
O havalimanındaki temel anlayışın, herkesin gideceği yere en iyi koşullarda gidebilmesini sağlamak, hizmeti en kalitelisinden vermek olduğunu anlamak pek de zor değildi. Çünkü anlayış, duvarlara, merdivenlere, zeminlere, tabelalara, hatta tuvaletlerin kokusuna bile işlemişti. Hayran kalmıştım. 'Birinci sınıf yolculuklar lüks ama ikinci sınıflar en azından yaşanabilir koşullardır' diye düşünmüştüm.
Biliyorum, sözünü ettiğim çelişkiyi ülkemiz adına hoşgörülür yapacak yüzbin çeşit sosyoekonomik açıklama var. Ama açıklayamadığım, benim ülkemin mevsimlik işçilerinin lüksü değil, yanlış anlamayın, temel kaliteyi bile neden 'haketmediği,' ya da neden 'kaliteyi kullanmayı öğrenemeyeceği', öğretilmeye neden gerek duyulmadığı ?...
Neden kaliteden 'anlamaz' deyip kestirilip atıldığı...
Ülke gerçeğinden uzaklaşmış kafaların elit yaşamlarına sahip olamasalar da 'ikinci sınıf'takiler de iyi koşullarda yolculuk etmenin, yaşamanın kendilerinin de hakkı olduğunu biliyor ve es geçilseler de buna talip oluyorlar.
Talebe kulak tıkayıp tıkamamak ülkemizin kaderini belirliyor, bu masum talebi kaşıyıp ateşe verenler yıldızlaşıyor, toplulukları peşinden sürüklüyor...
Peki neden doğru eller bu işlere uzanamıyor?..
Dostlar bence ülkenin kaderini 'anlamaz' diye ciddiye almadığımız 'İkinci sınıf' yolcularımız belirliyor, Onları ne kadar dinlediğimiz ve önemsediğimizse en önemli değişken.
Not: Benim kontesler sağ salim vardılar memlekete ama, bu gidişle o tren birgün yolda kalacak...