- Kategori
- Psikoloji
"Kanatların var, sen bil bunu yeter" demiştim sana...
Bazen bir rüya görürüz, yada gördüğümüzün rüya olduğunu sanıpta, sıçrayarak uyanırız...
Ve yine de, adeta bizi tamamen kontrolü altına almış o tarifsiz panik haliyle, kendimizi kaybetmişcesine tüm bu olan biten harkulade durumu yok varsaymak bahasına, uyanmak için çoğu zaman bizim bile sebebini bilemediğimiz bir itki ile hareket eder, kendimizi sabote etme gayreti içine gireriz...
Belki de; kendimize bu olan durumu yakıştıramayacak (layık göremeyecek)kadar güvensiz, yada bu gerçeklikle yaşayamayacak kadar değersiz hissedişimizden yaparız bunu...
Bazende olan biteninin mucizevi yanını her ne kadar açık seçik görüyor olsakta; olanları sıradanlaştırma çabasına gireriz: Tüm bu heyecan ve şaşkınlığımızı gizlemeyebilmek adına; bir örtü kullanır ve beklenenin gerçekleşmiş olmasına karşın kayıtsızlık maskesi takarak bu yeni realiteye "umursamama" duruşu takınarak karşılık veririz...
Ve sonrada, onun usul usul (aslında bağıra bağıra) avuçlarımızdan kayıp gidişine seyirci kalırız...
“ Zaten bir rüyaydı” diyerek etiketleyip; ardından çarçabuk savuşturma gayretinde de olsak, durumun gerçekliğini kabul de etsek, her ne yaşanıyorsa olan sadece; kendi yarattığımız halde sürekli dizginlemeye, yok saymaya yada bu gibi durumlarda en iyi ihtimalle bastırmaya çalıştığımız “ben” in taleplerinin vücut bulmuş hallerinden başkası değildir...
Hayatımızda var olan olay ve kişilerse: Taleplerimiz, kendi hayal gücümüz ve isteklerimizin vakti zamanı geldiğinde karşımıza dikilip gözümüzün içine bakar hale gelmesinden başka bir şey değildir...
Kısacası “bu gün” dediğimiz zaman diliminde var olan her ne/her kimse; düne ait düşüncelerimizin şekillendirdidiği rüyalarımız ve hayallerimizin artık realitede de vücut bulmuş halidir.
O gördüklerini sen hayal sanmış olsan da, rüya sandığında tek gerçek olan...
O sessiz gecede hani dışarda tipi...
Yalpalayarak bir o yana, bir ötekine savrulan o sarhoş adam...
Unutmadan bir de o dost meclisinde ki kadın...
Bunlar da sendin, hepsi senin yaratın...
O gelincik vardı ya, hani yol kenarında ki marur, bir o kadar da tülden kanatları olan...
İnadından hiç bir şey kaybetmeksizin, geceler boyu rüyalarıma eserek eşlik eden...
Hepsi sendin...
Her ne kadar yinelediysem de sana, ben bunu defalarca...
Olmamalıydı bundan daha fazlası...
Dolduracak repliklerdeki yerini, üç nokta,
Oysa, inansaydın yeterdi rüyalarına...
“Kanatların var... bunu sadece sen bil yeter” dediysem de ben hep sana,
Uçabilmek için, veremiyorsa sana cesareti hislerin...
Kanatların olmuş, ne fayda ?...
Sevgi ve Işıkla,
Halbuki, o anda lambadan çıkan cin den istemek için “tek dileğin ne olurdu ?" diye sorulsa; vereceğiniz yanıttır bu tüm sıcaklığıyla avuç içlerimizde tuttuğumuz o "rüya"...
Sonunda da; "böyle oldu işte, zaten ben ne yapabilirdim ki?" diye yalandan hayıflanırız...
Oysa içten içe olan biteni sezer, bu söylenenlerle kend,miz bile inanmayız. Fakat buna rağmen bunu açık yüreklilikle ne kendimize, ne diğerlerine itiraf edemeyiz...
"Ben hazır değildim", "Kendimi bu armağanı taşıyacak güçte hissetmedim". "Ben bu kadar değerli miyim ki bu bana sunuldu?" diyemeyiz...
Ve kanımca, biz tam da o karşılaşma (dileğimize nihayetinde kavuşma) anlarında; aslında hayatlarımız da şu an halihazırda var olan tüm gerçeklerin tamamını isteklerimizle; ama bilinçli , ama bilinçsizce oluşturduğumuz bilgisine içten içe sahip olmanın verdiği sorumluğun hissederiz. Budur; farkında olmaksızın kaçındığımız, altında ezilipte biran evvel uzaklaşmak için çabaladığımız...
Aniden çarpan pencerenin ardında kalan o yavru kedi; şu sokakta kalıpta korkan, içeri alınmak için tüm gece pervazı tırmalarken adeta yakaran...
Hatırlasana o duman renkli olan...
Hani gurunu yakıp, o gece ısınan...
Bu cesaretle aşığının kapısına varan...
Hani hürmeten söz verildiğinde dahi, durmaksızın ahkam kesen o küstah, yaşı geçkin olan...
Tıpkı diğerleri gibi...
Güneş gibi yanarken yakan, o tutkun delikanlı; hani o uzun, o kapkara kirpikli olan....
O kibirli şey...
Rüzgar olup şekil bulmuşsa da; değildi ki o da senden başkası...
Anlatabilmek içindi bana belli ki, sende ki o iflah olmaz inadı...
Tümü, senin yansıman...
Kabul etmedin ki asla...
Bil ki, bundan böyle gelmeyecek sana benden ne bir tek çağrı, ne de bir uyarı...
Silindi dialoglardan tüm konuşma çizgilerin,
Kalmadı sayfalarda, yok artık orada da izin...
Yapamadın...
Sen de hiç var olmayacak bir eşlikçi uğruna, beklemeyi yeğledin...
Hiç birzaman aldırmamıştın ki sen bana...
İspat için hala varsa bir başkasına, gereksinimin...
Rüyalarına sahip çıkmazsan, yükselemezsinki asla...
Ayna
Temmuz 28.07