Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

"Nice mutlu yıllara" diyebilmek için (2 / sonuç)

"Nice mutlu yıllara" diyebilmek için (2 / sonuç)
 

Bölüm 2
Tanrı’ya inananlar ve insan olanlar

Dünyanın çeşitli inanç merkezlerinde duygu ve inanç sömürüsü yapan, insanların Tanrı için yaptıkları ibadetlerin bedelini para ve malla vergilendiren başka bir sömürü sınıfı da, yaşadıkları aşırı zenginlikten kaynaklanan ihtişam ve “sahte cennet” gölgesinde, sokaklarda açlık ve sefalet içinde sürünen, zalimlerin saldırı ve tecavüzlerine uğrayan, sığınacak bir barınağı olmayan zavallı insanlara kol-kanat germeyen, Tanrı adına yardım etme ibadetini kutsal kitaplarından silmişlerdir. Bu nedenle her yıl kutlanan dini bayramlar, artık bir ticari gelir kaynağı yaratan “toplu tüketim” olayına dönüşmüştür. Yoksul ve orta sınıfın ‘üç kuruşa çalışan’ ve ‘vergisini midesinden ödeyen’ insanları, bayram ya da kutsal günlere sığdırılan, aslından tamamen saptırılan, geçici ve göstermelik toplumsal organizasyonlarla, acıma duyguları sömürülmektedir. Birbirlerinin dünya görüşlerine, bayramlarına pek değer vermeyen ve Tanrı’ya yakın olmak yolunda, kendi yararlarına olmayan, “İnsanî” bile olsa, hiç bir olumlu hareketi uygun bulmayan bu “inanç şirketleri” ya da “din devletleri” 2007 yılında insanlığın göğüsleyeceği hiç bir felakete ya da savaşa engel olmayacaktır. Buna en güzel örnek, dinî inancı ve mezhebi ne olursa olsun, kendi insanlarına verdiği ızdıraba ve işlediği suçlara rağmen, Irak’ın başka bir ülkenin orduları tarafından devrilen devlet başkanının hem ‘insanlığa’ hem de ‘herhangi bir inanç sisteminin temel dayanaklarına’ yakışmayacak bir şekilde, Orta Çağ mantığıyla asılmasına göz yummaları ve tepkilerinin ‘yapmacık’ olması, dünyanın binlerce yıldır kutladığı yılbaşıların ve diğer inanç sistemlerine dayanan ama kültürlere karışan bayramların, dünyada işlenen “İNSANLIK SUÇLARIN”, tekrar işleneceği bilindiği halde, affedilmesi için bir “GÜNAH ÇIKARMA” gayretinden öte bir anlamı kalmamıştır.

‘Zengin’, ‘fakir’e öylesine acımasız ki! Dinazorların tarih öncesi çağlardaki amansız mücadelesini insanoğlu, koskoca evrende kendisine bir nimet olarak sunulan “yerküre”nin ve üzerindeki “doğa”nın değerini bilmeden yaşıyor. Zengin, fakiri, efendi de köleyi sömürmekten yorulmuyor. Özgür olarak, aslında kendi seçeneği olmayan nedenle dünyaya gelen “İNSANOĞLU”, dünyadaki olayları görünce ve kendi hayatındaki acı ve zorlu tecrübeleri yaşayınca doğduğuna pişman oluyor. Dünyaya, sorumluluk ve şevkat duygularının gerçekler ışığındaki yansımasında bakan, ömrünün büyük bir kısmını başkalarını sorunlarını çözmeğe adayan ‘DUYARLI İNSANLAR’, bu dünyanın madde-endeksli düzeninde mutluluğu yaşayamıyor. Yılın ‘eski’ ya da ‘yeni’ olması onlar için fazla bir şey ifade etmiyor. Onlar, yılbaşlarında ya da bayramlarda ‘eğlenen’ değil, ‘eğlendiren’ ve o refahı ‘eğlenen’lere sağlayanlardır. Genelde, anne ve babasının fedakarlıklarını, karşılaştıkları insanların iyiliklerini ve içinde yaşadığı toplumun zaaflarını sömürüp yaşayarak inanılması güç bir vefasızlık örneği sergileyen sayısız “sefil yaratık”, yeni yılın gelişini kendileri için yeni bir eğlenme vesilesi yapıyor. Bir kart yazmak ya da hal-hatır sormak onlar için egolarını ve eğer varsa ‘vicdan’larını tatmin edecek bir getiriye hizmet etmiyorsa, tamamiyle gereksiz bir iş olmaktan öteye gitmiyor. Onlar, her zaman meşguldürler ve böyle ‘gereksiz şeyler’ için ne zamanları vardır ne de paraları. Yaptıkları küçücük fedakarlıklarda dahi hiç bir içtenlik ifadesi yoktur. Ama yeni yılda herkesi öpüp, bütün ikiyüzlülükleriyle "Seni seviyorum" mavi boncuklarını dağıtmayı unutmazlar ve kendilerinden başka kimseleri bindirmedikleri 'mutluluk treni'nin raylarını da yeni yıl için döşerler.

Geçip giden yılların hiç bir anlamı kalmıyor, eğer insanlar özgür, sağlıklı, huzurlu ve mutlu değillerse. Aç ve susuzsalar, maddi ve manevi baskı ve zulüm altındaysalar, diğer insanlarla eşit koşullarda yaşayamıyorlarsa, hangi gün, ay, yıl ya da yüzyılda yaşadıklarının hiç bir önemi yok. Yeni yıla bir kısım insanlar Cancun’da plajda, Bahama Adaları’nda demirlemiş yatının bordosunda, İsviçre Alp’lerindeki kayak merkezlerinden birindeki odasında şöminin başında, Paris’te Şanzelize’de, New York’ta Central Park’a bakan Waldorf Astoria’da sevdikleriyle ya da arkadaşlarıyla eğlenerek girerken, New York Şehri’nin buz gibi beton kaldırımlarında mukavva kutunun içine kıvrılıp yatan evsiz, İstanbul’da evine ekmek parası getirememenin vicdan azabıyla kendini aşağıya bırakmak için Boğaziçi Köprüsü’nün demirlerine çıkan ve ölüm korkusunu yenmeğe çalışan işşiz bir adam, Sudan’da AIDS’ten ölen annesinin kendine bıraktığı tek miras olan hastalıkla, kimsesizlik içinde ölüm kalım savaşı veren küçük bir çocuk, Bosna’da kocasını ve oğlunu gözlerinin önünde kurşuna dizen, küçücük kızının ırzına geçip öldüren, sonra da kendisine defalarca tecavüz eden Sırp askerden olma bebeğini emziren Bosnalı Müslüman kadın, Diyarbakır’da aile meclisinin kararıyla “töre” terörünün kurbanı olarak, kafasına babasının sıkacağı mermiden habersiz odasında korkuyla bekleyen genç bir kız ya da Irak’ta düşmanlarının kendi celladı olarak görev alacağı infazın bir gece öncesinde hücresinde son uykusunu bile uyumasına izin verilmeyen ve infaz sırasında küfür ve saldırılara maruz kalmış “yaşamıyla zalim ama ölümüyle mazlum” duruma düşmüş, boynunda yağlı iple bekleyen bir devlet başkanı... Hepsi birer dünya çelikisidir yüreğiyle yaşayan insanlar için. Zalimler genelde eğlenenler grubundadırlar. Mazlumlarınsa hiç eğlendiği görülmemiştir.

Ümit ve Vicdan Olunca

Ümidi yoksa, hayalleri yoksa, cebinde ekmek parası, o parayı kazanabileceği bir işi yoksa, doğup büyüdüğü memleketinde bile insan yerine konulmuyorsa, aydın insan olmanın ödülünü mahkum olarak alıyorsa, bir zamanlar acıyarak yardım ettiği insanlar, öptükleri eli ısırmağa başlıyorlarsa, eşine, dostuna, evladına, öz kardeşine güveni ve inancı kalmadıysa, hastalandığında bir tas sıcak çorba getireni yoksa, 2007 yılı gelse de olur, gelmese de.

İnsanlar, İNSANCA YAŞAMA’ya layıktır. Hayvanlara bile layık görülmeyen koşullarda yaşayan insanlar var çevremizde, ülkemizde, dünyamızda... Sevgisiz ve dostsuz, ilgisiz ve yapayalnız bir yaşamı, Robinson Kruzo gibi, merhametsizlik okyanusunda kaderine sıkışıp kalmış bir adacıkta yaşayan insanlar için yeni bir yılın hiç bir anlamı ve özelliği yoktur. Paylaşabildiğimiz, verebildiğimiz, başka insanların yaşamlarına da katkıda bulunabildiğimiz sürece, bu yaşamı hakediyoruz. Bizim karnımız, komşumuzun aç kalması sonucu doyuyorsa, bizim kahkahalarımızın nedeni onun gözyaşlarıysa, bizim mutluluğumuz onun çilesi üzerine kurulmuşsa ve biz zenginlik ve sefahat içinde yaşarken onun sefilliğine razı oluyorsak, bizde bu dünyaya layık canlılar değiliz demektir. Çünkü, insan olamamışız demektir. İNSANCA BİR DÜNYA’da komşumuzun yaşama hakkı bittiğinde bizimki de bitiyor demektir. Toplumsal bir varlık olan insanın tek başına mutluluğu aslında sadece bir görüntüden ibarettir. Tanrı İNSAN’ı yalnız yaratmamıştır. Yanına bir hayat arkadaşı, içinde yaşadığı dünyayı, onun hayatta kalmasını sağlayacak diğer canlı varlıklarla donatmıştır. Duyarlı olmak, İNSAN olmanın en önemli unsurudur.

Öyleyse, bu dünyada daha uzun, sağlıklı ve mutlu bir ömür sürmek istiyorsak, kendimizden başkalarının da bu dünyada yaşama hakkı olduğunu, yaşamın ve mutluluğun göreceli bir kavram olduğunu, sadece ‘almak’tan ibaret bir yaşam şekli olmadığını, ‘vermek’ ve ‘paylaşmak’ duygularının da insanın mutluluğuna anlam katacağını bilmek gerekir.

Tanrı, tüm dünya insanlarını, ama özellikle cömert, şevkatli, yarar beklemeden verebilen ve paylaşmanın dayanılmaz onurunu yaşamlarıyla bize hatırlatan çok değerli ve eşine az rastlanılır kişilikleri korusun. Çünkü, onlar, bu dünyada nice ‘mutlu yıllar’ yaşamaya layık İNSANlardır...

Alp İçöz
Eğitimci Yazar

JOURNALTA
The Journal of Turkish Americans

Copyright©ALP ICOZ 2007

 
Toplam blog
: 52
: 1767
Kayıt tarihi
: 11.11.06
 
 

"İnsan, aslinda gönül gözüyle görmeli dünyayı. Herşey, o iç dünyanin merkez olduğu kişiliğine şek..