Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

01 Nisan '13

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Salpa oyunuyla Yılmaz Güney 'i anarken

 Salpa oyunuyla Yılmaz Güney 'i anarken
 

 

SALPA , Yılmaz GÜNEY romanı. Oyunlaştırıp yöneten Halit Karata bizi kırmadı o muhteşem oyundan sonra  söyleşi yaptık, sokakta yıldızlarınm altında . Söyleşiye o denli kaptırmışız ki fotoğraf çekmeyi unuttum. belki de çektim de kazaya kurban gitti fotolar. Pek emin değilim yani.  

Yılmaz Güney’in Salpa adlı romanından tiyatroya uyarlanan Salpa’yı Mask-Kara Tiyatrosu oyuncuları,   Küçük Harfler Büyük Düşler Uluslarası 2. Çocuk ve Gençlik festivalinde  sundular. Salpa bu sezonda da Mask-Kara Tiyatrosu Su Gösteri Sanatları sahnesinde   izlenebilecek. Yapımcı Nurhan Uslu ’yu, seçimi nedeniyle  kutlamak gerekir.     

 

Oyun en baştan seyirciyi içine çekti. Zamanın nasıl geçtiğini ve uzunluğunu izlerken sezdirmeyen bir oyundu. Oyuncular çok başarılıydı. Hepsi duyarak oynadılar.   Çıkışta Mask-Kara Tiyatrosu Genel Sanat yönetmeni Nazif Uslu,  oyunu yazıp yöneten Halit Karaata ve oyuncularla  söyleşilerimiz oldu.  

 

Şöyle bir düşündüm de, orada kahramanın  yaşadıklarından günümüze ne değişti?  Ne iyileşti, yoksa daha mı kötü olmaya başladı yaşamlar  bazı noktalarda. Bitince keşke biraz daha sürseydi, Salpa da  iyice düzlüğe çıkabilseydi gibi umut dilek karışımı duygusallıklar yaşamadım değil. Böylesi bir oyundan sonra bir başka güzellik de  oynayan oyuncuların, oyunlaştırıp  sahneye koyan yönetmenin ve bu festivalin kurucusunun duygularını almaktı.  Öyle yaptık. Kırmadılar, konuştular.  İlk söyleşimiz  Salpa oyununu yazıp yöneten, yönetmen  HALİT KARAATA   ile.    

 

EMEL: Kutluyorum. Çok güzel bir oyundu. Neler söylemek istersiniz. Salpa’yı seçen siz miydiniz?

 

HALİT KARAATA: Oyunu seçen bireysel olarak tek başına  ben değilim. Nazif Uslu ile beraber karar verdik. Hatta hatırladığım kadarıyla öneri ondan geldi. Yani bir Salpa yapalım,  dedi bana bir gün   otururken. Ben de yapalım, dedim. İyi olur, dedim. Ben de daha önceden okuduğum bir eser. Daha önce  oyunun bir kaç defa  sahneye koyulmuşluğu var. Çok başarılı olmamış.

EMEL: Sahneye konmuş demek?

HALİT KARAATA: Konmuş ama başarılı olmamış. Genellikle zor bir oyun. Genellikle tutmadığı için kaldırılmış bir oyun.   Zorluğu da şuradan kaynaklanıyor. Metnin kendisinden kaynaklanıyor. Metin çok güçlü bir metin olmakla birlikte tiyatral değil.  Ben biraz tiyatrolaştırdım. Diyalog yazdım bazı yerlerine.

EMEL: Oyun en baştan  seyirciyi içine alıyor bana kalırsa.

HALİT KARAATA: Nazif de oyundan sonra söyledi. Salpa bir anlatı metni.  Bir diyalog metni değil. Salpadan bahseden bir üst ses.  Bir üst ses eserde sürekli Salpa'dan bahsediyor. Onu  oyunlaştırma problemli bir iş, çok problemli bir iş olduğu için, sanırım o yüzden,  metinler çok iyi oluşturulamamış şu ana kadar  ve o yüzden de pek tutmamış, başarısız olmuş. Başlarken, daha önce oluşturulmuş metinlere  bir  bakalım dediğimizde, o daha önce oynayan insanlara ulaştık. Onlar genellikle bizim metne hiç bakmayın dediler. Bakmayın hiç,   kafanızı karıştırırsınız, çünkü iyi değil gibi bir şeyler söylendi. Dolayısıyla biz onu yeni baştan tiyatral bir hale getirdik. Uğraştık yani.   

EMEL: Çok emek verilmiş.

HALİT KARAATA: Uğraştık, çocuklar da çok emek harcadılar, oyunlaştırılması da kolay bir metin değildi ama hani eser olarak çok güçlü ama tiyatral hale getirmek biraz problemliydi.  Bilmiyorum artık, ne denli becermişiz, ne denli başarmışız?

EMEL: Çok hoşumuza gitti, çok güzeldi, çok başarılıydı.

HALİT KARAATA: Sağ olun. 

EMEL: Tebrik ederiz sizi. Oyun hemen izleyiciyi içine çekiyordu. İlgiyle izledik. Başka neler söyleyeceksiniz?    

 

HALİT KARAATA: Belki de ilk önce ondan bahsetmek gerekirdi.  Bir Yılmaz Güney metnini oyunlaştırmak, onu yönetmek ve  onun oyuncusu olarak sahnede bulunmak, bu da çok ciddi bir onurdur. Ben tahmin ediyorum yetmişe yakın oyun yönettim şimdiye kadar, yönetmenlik yaşamımda. Bir çok oyunda da oyuncu olarak yer almışımdır. Onların içinden sekiz on tanesi bende başka bir şeydir. Mesela yönetmen olmadığım ama oyuncusu olarak oynadığım Orhan Kemal'le ilgili bir oyun vardı. Ben Orhan Kemal'i oynamıştım orada. O benim unutulmazlarım arasındadır. Orhan Kemal’i oynamak başka bir şeydir.    

.

EMEL: Adanalı mısınız?

 

HALİT KARAATA: Yok ben Adanalı değilim fakat Orhan Kemal sokağında büyüdüm burada. Öyle bir enteresanlığımız var. Hatta kızı Yıldız Hanım izlemişti oyunu o zaman, ben oyuncu olarak bulunduğum oyunda, Ankara Birlik Tiyatrosu’nun bir oyunuydu.  Oyundan sonra gelip,  ya ben babam bunları yaşarken ağlamadım, seni seyrederken ağladım. Sen babamı nasıl bu kadar iyi araştırdın, dedi. Ben de ona, ben Orhan  Kemal sokağında büyüdüm, demiştim. Araştırmadan daha çok oradan bir tanışıklığımız,  aynı havayı solumaktan kaynaklanan. Bir sürü rol oynamışımdır ama  Orhan  Kemal’i oynamış olmak başka bir şeydir. Salpa oyunumuz da böyle bir şey.  Bir sürü oyun yönettim  ama Yılmaz Güney'in bir metnini  yönetmek ve oyunlaştırmak başka bir şey. Yani çok gerçekten çok önemli bir insan. Türk sinema tarihinde, edebiyat hayatında.

EMEL: Anlaşılması  da engellendi filmleri yasaklandı, insanlar tanıyamadı, izleyemedi,  ben de yıllar sonra izledim.

 

HALİT KARAATA: Şöyledir yani biz  “Duvar” filmini bulmak için operasyon  yapıyorduk.  Ben hiç unutmuyorum. Bir tane VHS kaset, birinde olduğu söylenmişti. Adamın kapısını aşındırmıştım. Ya size o    kaseti vermem, diyor adam. Onun eline de geçmiş tek başına  bir tane VHS  kaset. Hatta o ufaklar var , Beta mıydı? Adam da vermiyor tabii, kaybolur filan gibilerinden. Kopyalamak da mümkün değil. O zaman kopya aletleri yok. Alacağız emanet, geri vereceğiz. Adam da, kardeşim veremem, yani veririm kaybedersiniz maybedersiniz  durumunda . Yalvar yakar aldığımızı, -Türkiye’de yasaklıydı çünkü film-     izlediğimizi hatırlıyorum. Çok kötü bir çekimdi. Beta kalitesi çok kötüydü, kopyaydı falan filan. Zorla seyrettiğimizi hatırlıyorum yani. Görüntüleri zor takip ettik ama çok mutlu olduk seyredebilince. Öyle bir süreçten  geliyor Yılmaz Güney’in filmleri ve metinleri. .

 

 

EMEL : Belki zamanında özgürce izlenebilseydi toplumca daha değişik konumlarda olurduk.

 

HALİT KARAATA: Olabilirdi. Ne bileyim yani. Hani gençliğimizde , bundan on beş yirmi sene evvel, kasetini zorla bulunduğumuz bir şahsın şimdi bugün oyununu sahneye koymak, herhalde büyük bir bahttır yani.

EMEL: Tabii biz de Salpa’yı  izleme şansına kavuşmuş izleyici olarak  burada bulunmaktan mutluluk duyuyoruz. Çok teşekkür ederim.

HALİT KARAATA: Biz de teşekkür ederiz.

EMEL: Ben de OYÇED üyesiyim. Oyun  yazmaya çalışıyorum. (Öykülerim de var. Öykü dosyam  ÇED Orhan Kemal Öykü Ödülleri 2010’da üçüncülük almıştı. Öykülerim Orhan Kemal tarzında değil. Benim öykülerim yani. Bu ödül için çabalamak güzel bir şeydi. Böylesi ödüller olmalı bence, her ne kadar sonunda çeşitli sesler yükselse de olmalı. Oraya ödül almaya gitmek Adana’daki dostları tanımak çok güzeldi.)    Yılmaz Güney, Orhan Kemal,  çok özel durumlar, yerleri  çok ayrı. Şimdi bazı  yeni yaklaşımlar var.   Bir yönetmen bakış açısıyla bu yeni yaklaşımlarla nasıl oyunlar yazılmasını arzu ederdiniz diyeyim? Çok şey mi oldu.?

HALİT KARAATA: Yok anlıyorum dediğiniz yani anladığımı sanıyorum. Çağımıza uygun bir yazım stili geliştirilmek zorunda. O artık kaçınılmaz bir şey. Belki doğru değil.  Belki öyle yapılması çok doğru da olmayabilir. Ama yaşamsal gerçeklikte, yaşamsal  pratikte, eski  ağdalı  yavaş akan  oyun tarzı ki Türkiye nüfusunun çok büyük bir  çoğunluğu genç, çok genç  bir nüfusa sahip bir ülke, bu gençleri de karşılık buluyor. Ben buna kafa yoruyorum.   

EMEL:  Yaşamın içinde olan bugün bilgisayar, iletişim teknolojileri, İnternet ama bakıyorsunuz öykülerde romanlarda bugün hâlâ daha kullanılmıyor. Birisi  kullanınca da sanki  biraz tuhaf geliyor insanlara gibi şeyler.

HALİT KARAATA: O da var.

EMEL: Aslında ben olmalı diye düşünüyorum. Bir tiyatro oyununda da olmalı yani. Hani nasıl zamanında Leyla Erbil, Tezer Özlü’yle mektuplaşmışsa, içinde bilgisayar İnternet iletişiminin de canlandırılabileceği öyle  oyunlar da olabilir, sahneyi bölüp bilgisayarları karşılıklı koyup…

 

HALİT KARAATA: Olabilir tabii. Yani bu yeni neslin ilgisini çekebilecek  tarz bulmak şart.  Bunların şartlarından bir tanesi  uzun ve ağdalı cümleler kurmamak.  Dinlemiyorlar. Artık öyle bir hale getirmişler ki kendileri aralarında yazışırken, onaylarız ya da onaylamayız, n’aber yazmıyorlar da “nbr” yazıyorlar.

EMEL: Evet bazen aceleden biz de yapıyoruz.

HALİT KARAATA: O kadar kısaltmacı bir şey var. Eski kültür sözlü kültürüydü, söz  üzerine. Görsellik yok, televizyon yok, sinema çok sonra girmiş Türkiye’ye, genellikle söz üzerine, konuşma  olduğu için  daha ağdalı bir anlatım vardı.  Şimdi  bu çocuklar , gençler görsellik üzerinden ve kısa mesaj üzerinden  algılıyor. Mutlak surette metinlerin öyle oluşturulması gerekiyor. Bu yoksa yani hızlı akan türün dışında bir şeyi seyretmeleri de mümkün değil. Bu doğru mu yanlış mı ayrı bir şey. Başka türlü bakmıyorlar. Diyelim ki o feyzbuk’lar var.  Orada diyelim   6-7 dakikalık bir görüntü koydunuz. Çok ilginç bir  görüntü de olabilir. Çok çarpıcı bir şey de olabilir. Seyretmiyorlar yani. Onun bir dakkalık olması gerekir.

EMEL: Bir dakkalık.

HALİT KARAATA: Bir dakkadan  fazlasına tahammül etmiyorlar.

EMEL: O zaman bu gençler resme, fotoğrafa  koşullandı. Tekrar Hiyeroglif’e  dönüyoruz yani. Ne kadar kötü ama bu da kötü  bir anlamda.

HALİT KARAATA: Vallahi şimdi iyiliği kötülüğü ayrı bir tartışma konusudur, iyi midir , kötü müdür. 

 

EMEL: Ama bize de zor geliyor, biliyor musunuz?

HALİT KARAATA: Ha, bize zor geliyor. belki haklılar. Belki doğru bir şey yapıyorlar. 

EMEL Belgesel Film festivali vardı geçenlerde.  Belgesel filmlerin kataloğunda, filmleri nasıl sınıflamışlar biliyor musunuz? Renkler koyarak. Bana önce ters gelmesine rağmen, birden kolaylık olarak göründü. İş kültürün çiçek kitabı vardır, sarı çiçeklerin sayfasının ucu sarıdır onun gibi, burada atıyorum  duygusal olan belgeselleri  pembe yok siyasi  olanları kırmızı, yanına da bir küçük bant, böyle bir anahtar, bu bana kolay geldi.

 

HALİT KARAATA: Yani kolaylaştırma üzerine kurulu her şey, hız üzerine kurulu, çabuk ulaşmak  üzerine kurulu.

EMEL: Peki kavramaları bu kadar ileri  mi bu çocukların?

HALİT KARAATA: Sanırım öyle bir yetenekleri de var.

EMEL: Gelişti yani İnternet'le ve iletişimle. Oyun oynuyorlar ya aslında oyunlar çok da zararlı olmayabilir. Bakıyorum mitoloji öğrenmişler. 

 

HALİT KARAATA: Mısır metinleri buluyoruz Milattan Önce, Yeni nesilden bir şey olmaz, diye yazıyor. Yani bunlardan hiç bir şey olmaz. Bunlar bize benzemiyorlar, diyor.

EMEL: Demek hep aynı kaygılar.

HALİT KARAATA: Demek ki günün gereği budur. Biz yaşlı insanlar olarak…

EMEL: Estağfurullah efendim.

HALİT KARAATA: Ama öyleyiz, biz çok yaşlı insanlarız. Çünkü çok enteresan bir nesiliz. Bizim türümüz yani bizim gibi nesil dünya tarihinde yok. Böyle bir türüz biz. Gaz lambasıyla 20 yaşına gelip 40 yaşında İnternet gören ve telefonda görüntülü iletişim filan görmüş bir nesil.

EMEL: Ama köylerde olanlar için  tabii doğru.

HALİT KARAATA: Hepimiz için, bizim için de geçerli. Tabii ki hatırlarsınız siz işte, on iki saat elektrik kesintilerini, 26 saat su kesintileri , 110 volt cereyan, televizyonları kapatın yanacak filan.  Ben kendi adıma 14 -15 yaşında  televizyon gördüm. Görmüştük bir vitrinde falan filan da evimizde 15 yaşında televizyon  gördük. On beş yaşına kadar . görsel bir zekamız yoktu. Bilgisayar zaten yok, sinema da.  Yazlık sinemaya gideriz.

EMEL: Ama filmleri unutmuyorduk. Şimdi günde üç film izleyince hiç bir şey kalmıyor aklımızda.

HALİT KARAATA: Hayatın bir döneminde , siz hatırlıyorsunuz yine, hiç birimizin evinde telefon yokken, telefon bağlatmak için dört sene kuyruğa girerken yirmi,  yirmi bir yaşına geliyorsunuz.  Cep telefonu diye ilk önce kocaman çıkmıştı, sonradan cep telefonunu çözmeye çalışıyorsunuz. Şimdi insanlık  tarihinde böyle bir nesil yoktur. Şimdi insanlık tarihinde bir buluş yapılmıştır. 300 sene o buluşla idare edilmiştir.  Sonra bizim zamanımızda, hayatımızın yarısında hiç bir şey yok, şimdi biz o adaptasyon konusunda problemli bir nesiliz. Yani bu kadar hızlı hiç bir şey olmadı şimdiye kadar tarihte insanlık tarihinde ve bu kadar adapte edilmesi gereken bir şey olmadı.

EMEL: Yani ben o yönden kendimi mutlu sayıyorum. Emekli olmama yakındı, 99’ larda. Bilgisayar kursuna gittim. Baktım bunu tek başına yapamayacağım. 

 

HALİT KARAATA: Onun için o  anlamda çok yaşlıyız. Bu nesille birbirimiz anlama konusunda çok büyük problemlerimiz var. Başka şeyler yaşamışız, delikanlı kültüründen geliyoruz, feodal ahlaktan geliyoruz, dost satılmaz, şöyle yapılmaz, böyle yapılmaz,  iki kişi  bir kişiye saldırmaz gibi bir feodal ahlakla büyümüşüz. Sonra 83’le birlikte seksen sonrası, birden bire burjuva ahlakıyla yüz yüze kalıyoruz hepimiz. Aniden giriyor işte o Özal dönemiyle birlikte. Ve birden bire biz ne oluyor  yahu, ya biz böyle demezdik, şöyle söylemezdik, ya siz nerden çıktınız arkadaş falan diyen bir nesiliz. Dolaysıyla  bizim  bu nesille aramızda bir kopukluk var, mutlak surette bir algılama problemimiz var. Yani iyi, mi oluyor kötü mü oluyor  falan  konusunda problemliyiz. Şimdi çok yavaş aktı tarih… Bir nesille, bir nesil   arasında bu kadar fark yoktu.

EMEL: O zaman da tarihsel olaylar anlamında çok hızlı aktı bizden önceki devir. Mesela  1789 1844. O aralığı yaşayanlar da kim bilir neler yaşadılar Fransa’da? Tarihsel anlamda yani.

HALİT KARAATA: Yaşadılar ama yine kalemle yazdılar.1789 öncesinde de diyelim ki mürekkeple kuş tüyüyle yazılıyordu, 89 sonrasında da kuş tüyüyle yazıldı.   

EMEL: Elektronik daktiloya bile geçemeden ben bilgisayara geçtim.  

HALİT KARAATA: Kitap bulamadığımız için teksir makineleriyle  saman kağıda…Kolla çevrilen fasit  hesap makineleri. Şimdi bakıyorsunuz  kendi evinizdeki yazıcı renkli fotokopi basıyor. İşte böyle travmatik bir durumla karşı karşıyayız. Dolaysıyla   çocuklar, orada sorunuzun nirengi noktası,  çok hızlı hareket ediyorlar, çok hızlı bir şeyler yapıyorlar. Problemli tarafları mutlaka vardır. He şey diyalektik.  Olumsuz  tarafları  kadar olumlu tarafları da var. Biraz adapte olmak zorundayız. Mecburuz buna. Yoksa bu nesille ilgimiz kopacak. Böyle bir şey olmaz.

EMEL: Çocuklara yazılacak tiyatrolar için, konuşmalar kısa olacak, heyecanlı sürükleyici olacak.  

Salpa’yı biz seviyoruz duygusal nedenlerle. Oyun da bizim görüşümüze göre çok güzel  ama  çocuklar bunu izleyebilir mi?  

HALİT KARAATA: Çocuklar bunu, eğer biz  kafamızdaki gibi yaparsak  muhtemelen izletme ihtimalimiz var. Çok daha hızlı kuracağız bunu.  Fakat şimdi tabii  galadır. Oyunun son haftasında bir iki oyuncumuz ayrıldı, Devlet Tiyatrosu’na geçti. Bir şeyler oldu. Bir kişi eksik oynandı bugün oyun. Rolleri paylaştırıldı. Bir kişi de bir hafta çalıştı. Dolaysıyla onun temkiniyle…Fakat provalarda bir saat elli beş dakika idi. İki yirmi sürdü şu anda oyun. Tempo açısından 25 dakika sapma oldu. Çok da hızlı oynuyoruz aslında biz bu oyunu. O hızı yakalayabilirsek, ilk gösteride tabii çok söz konusu olmuyor, oyun…  

EMEL: Çocuklara o zaman daha ilginç  gelebilir. Gelir yani.  

HALİT KARAATA:  Bu akşam da düşündüm bir  yerlerinden alayım.

EMEL: Biz de genç nesle  benzemişiz artık. Alışmışız hıza galiba. Durgunlaşınca bir film ya da oyun,  bir şeyler oluyor insana. Katlanamıyoruz

HALİT KARAATA: Biz de alıştık. Mesela bizim gençliğimiz döneminde zaten radyo tiyatrosu filan dinliyorduk. Hareket de yok. Bir saat sürüyordu. Biz  böyle bakıyorduk.

 

EMEL : Hayal  gücümüz nasıl gelişiyordu ama.   

 

HALİT KARAATA: Tabii hayal gücü gelişiyor. Ama mesela Şekspir oyunları 5-6 saat  sürüyor. Antik Yunan’da oyunlar sabah başlıyor, akşama kadar  sürüyor. Seyirci oturuyor. On iki saat. Güneşin doğuşundan batışına kadar on iki saat. İnsanlar bunu oturup on iki saat izliyorlarmış. Şekspir oyunlarını beş altı saat izliyorlarmış. Şimdi artık böyle, kimse bunu  izlemiyor.

 

EMEL: Antik Çağ insanları Orta Çağ insanına göre daha farklı. Yanılıyor muyum?

 

HALİT KARAATA: Tabii Orta Çağ ’da  Avrupa’da. İslam coğrafyasında yok. Orada bir entelektüel ilerleme var ya.  Ama Roma’nın yıkılmasıyla orada  bir entelektüel gerilik, kaynakların yok edilmesiyle uzun süre tutulma var. Hatta tiyatro bile iki yüz sene kadar  kayboluyor ortadan.

EMEL : Orta Çağ’da Karanlık Çağ dedikleri zamanlar sanırım.  

HALİT KARAATA:  Rahiplerin oynadığı hikaye anlatan oyunlar. Onlar da ortadan kalkıyor uzun süre .Kilisenin de etkisi var.  Fakat yine de insanlarda bir sabır var izlemek için. İşte öyle bir şey var. Şimdi biz şu anda bu akşam, oyun  iki  saat yirmi  dakika sürdü. 2 saat 20 dakikayı sorguluyoruz şu anda. Bunu diyoruz  25 dak’ka daha aşağıya çekmemiz lazım. Mutlaka hızı arttığı için on on beş dak’ka öyle düşecek, bir on dak’ka filan da sahne atmamız gerekecek. Yoksa genç nesle izlettiremeyiz. İzlettirmek zorundayız.  Genç seyirciye izlettireceğiz. İzletmek zorundayız. İzlemesinler efendim bize uysunlar, bizim  yüzümüze uysunlar, izlemeyiversinler eğer öyle izleyeceklerse diyemiyorum. İzletmek zorundayız.

 

EMEL: Halit Karaata, Gala  sonrasında, bu  güzel zamanı söyleşiye  ayırdığınız için  çok teşekkür ederim.

 SALPA

Yılmaz GÜNEY

Oyunlaştıran – Yöneten : Halit KARAATA

Müzik : Erentuğ TURAN

Dekor :Halit KARAATA

Işık Reji : Nurhan USLU

Kostüm : Cemre Melis ÇINAR

Işık Kumanda : Murat BAKIR

Afiş Tasarım : Şirin ÖTEN

Fotoğraf : Öykü AYMAZ

Asistan: Melek Nazan KIRMIZIKAYA

OYUNCULAR :

,

,

Ozan UZ

Erdal Baran ŞAHİN

Nurhan USLU

Resul OKAN

Sertaç DEMİR

Şirin ÖTEN

Halit KARAATA

Nazif USLU

 

Söyleşiyi yapan: Emel Dinseven

 
Bu söyleşi  Yeni Tiyatro Dergisi'  nin Şubat 2013  sayısında yayımlanmıştır.
 
http://www.maskkara.com/sahnelenenler/item/salpa
 
 http://www.maskkara.com/
 
 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara