Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '07

 
Kategori
Felsefe
 

"Sen Varoluşsun"

"Sen Varoluşsun"
 


Senden yıldızlarını esirgemiş gecenin nihayet noktalanıpta, artık yeni gün kızıl zamanlarını eteklerine serdiğinde...
Karanlığın bedeninden el çekişi, ne olur ürpertmesin seni...
Aç kollarını, sana açılan sabaha...

Hani o "başucu" kitabım dediğin varya...
Onun son yaprağıyla, gözbebeklerinin öpüştüğü o veda anında...
Sarar ya hani... o tuaf, o sinsi yitirilmişlik duygusu seni...
Hadi gel; bu defa bunu yapma...

Dizinde saatlerdir oturan ak kedinin, bir süre sonra yanından ayrılıpta cam pervazından dışarıyı izlemeye gidişine
ne olursun bu defa alınma...
Burkulmasın sakın için..
Sadece saygı duy ona.

Meme verdiğin bebeğinin, sütten kesilmesinin ardından...
Aylardır onun seni arzuyla saran dudaklarının bundan böyle olmayışına...
Var oluşu için daha fazlasını almak adına, artık anansının sütüyle yetinemeyecek oluşunu, anla...
Bu seni istemeyişinden değil ki...
Lütfen alınma buna...

Kendi kendinle yaşadığın tüm o mutluluklarını anımsasana...
Sadece senin bildiğin; ne küçük ve ne çok haza dair ayrıntı vardır senin hayatında...

Ve sadece senin senden aldığın keyiflerdir onlar, anlatılamaz...
"Paylaşalım" deseler...kıskanırsın bir başkasından onları, anlatmayı bile için çekmez...

Kendini; bir sinema koltuğunda, hani filmin son karesinin ardından bakarken yüreğine sindirmen gerekenleri içselleştirebilmek adına, suslca yutkunduğun anlarda hatırlasana...

Hani ciğerlerinde çektiğin o derin nefesle, yüreğine tüm o duyguları indirdiğin anlarda...
İşte tam o sahnede... durup, bir kendini izlesene...

Güzel biten bir gecenin ardından, avare bir güne "günaydın" derken...
Hani yatak çarşafları çıplak bedenini öperken...
O yaşadığın tarifsiz hazı anımsa...

Hele birde akşamdan aralık kalan pencereden, yastığına süzüle süzüle sokulan levanta kokuları ile keyiflendiğinde, ahh o ışıldayan yüzünü, bir görmeyi dene...

Mırıldanarak boynuna o ıslak burnunu sokan kedinin, sevgini nasıl da pervasızca isteyebildiğini...
Senin, onu böyle zamanlarda nasıl da takdir ettiğini hatırla...

Sağnak yağmurda ıslanıpta "bir dam altı olsun" deyip aranırken...
O saçak altını bulduğunda, koşar adımlarla sığınmışken oraya... omuzlarını boynunu doğru çocuklar gibi çekişini...
Sıcak nefesini üşüyen ellerine üflerken, onları çoşkuyla ovuşturuken, nasılda keyiflendiğini anımsa...

Yaz gecelerinde, altında oturduğun ağaçtaki dalda ışıl ışıl paralayan, o yaşam fışkıran al elmada...

Dokunduğun o ıslak, o kaygan, opürüzsüz, yosun tutmuş taşta...

Kıpkırmızı bir çağlayan gibi gürüldeyerek akan lavda...

Deniz kıyısında uçsuz bucaksızmış gibi uzanan ıslak kumda, ağırlığınca bıraktığın bir dalgalık ömrü olan, o izde...

Hepsinde yaşıyorsun şimdi...
Sensin artık hepsi...
Ve sen de, biraz hepsisin...

İçine aldığın her nefeste...
Sana bakan her gözde...
Dokunduğun her tende...
Duyduğun ve söylediğin tüm o sözlerde..

Bazen bir parmak ucunda...
Bazen ucundan ısırıp, kurumaya bıraktığın bir lokma ekmekte...
Hatta basıpta fark etmediğin o kurumuş yaprakta..

Sana kalan ve senin bıraktığın her izde...
Ve soluk aldığın sürece..
Biz istesekte, istemesekte..

Suyun tenini öpmesi yeter; artık senden bir parça taşıması için...
İster içinde girdiğin cılız bir dere, ister ayak ucunu yalayan koca okyanus olsun...
Ne fark eder ?...

Bütünün izleri bundan böyle hep seninle...
Senin izlerinse, artık hep bütünde...

Bir defa "var" olmuşsan; kaçarı yok yaşayacaksın onlarda...
Çünkü...çünkü artık "sen varoluşsun"...
Bunu sen; bilsen de, bilmesen de...

İşte bunun için, şimdi git ve yeni günü kızıl eteklerinden kucakla...

Sevgi ve ışıkla,
Ayna

10.12.2007

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..