Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '14

 
Kategori
Anılar
 

Senin annen öldü çocuk

 Senin annen öldü çocuk
 

Birdenbire karşıma çıkan cenaze alayı bir duvarın kenarına mıhlardı beni. Far ışığına maruz kalmış tavşanlar gibi yerimden kımıldayamazdım.  Cenaze geçerken dükkânlarının önüne attıkları iskemlelerde oturan esnaf saygıyla ayağa kalkar, kısa süren dua mırıltılarından sonra elleriyle yüzlerini sıvazlarlardı.


(Senin annen öldü çocuk.)


Kimi tabutlar kalabalık bir cemaat eşliğinde taşınırken, kimilerinin ardı pek tenha olurdu nedense… Ortak tek yönleri sessizlikleriydi ve bu sessizlik deli ederdi beni. Günlerce kendime gelemezdim. Yaşama anlam katan bu son yolculuğun felsefesini yapacak kadar büyümemiştim henüz.


Dehşet verici bir şeydi benim için ölüm!


(Senin annen öldü çocuk.)


Allı güllü bayram sabahlarında yapılan mezar ziyaretlerine eşlik etmek işkence gibi gelirdi bana. Kabir temizliğinin, sessizce okunan Fatihaların bir an önce bitmesini sabırsızlıkla bekler, mezarlıktan çıkarken yeniden doğmuş gibi olurdum. Aldığım kararlar hep aynıydı:


Ben, hiç ama hiçbir zaman ölmeyecek, kimseleri bırakıp gitmeyecektim!


(Senin annen öldü çocuk.)


Ölüm demek, doğduğum yörenin kabristanıydı benim için. O kabristandan ne kadar uzaklaşırsam, ölümden de o kadar uzaklaşacağıma inanır, büyüyünce uzaklara, ölümün beni bulamayacağı çok uzak diyarlara gitmeyi ve o uzak diyarlarda yaşamayı tasarlardım.


Şimdilerde düşünüyorum da; daha çocuk yaşta aldığım bu kararı gerçekleştirmiş, ömrümün büyük bir bölümünü doğduğum yörenin kabristanından uzakta geçirmişim.


(Senin annen öldü çocuk.)


Ne var ki artık içimi ürpertmiyor ölüm. İleriye yönelik tasarılarımın arasında yeri gelince “fişi çekmek” de var. Kimseleri tedirgin etmeden ve üzmeden sessizce çekip gitmek…


Henüz güçlü ve kuvvetliyken; elden ayaktan düşmeden ölmek…


Son konuğu ayakta karşılamak…


Ve onun elini saygıyla tutup yürümek o bilinmeze…


Yanlayıp yatmak nihayete kadar!


(Senin annen öldü çocuk.)


Eskiden doğduğum yöreden kaçmak ve uzak diyarlarda yaşamak düşüncesi rahatlatırdı beni.


Şu sıralar ölüm gerçeği huzurlu kılıyor!


Bilmediğim mezarlıkların tanımadığım sakinlerini ziyaret ediyorum sık sık.  Günlük didişmelerin verdiği yorgunluk, törpülenmeye muhtaç hırslar, bir türlü gerçekleşmeyen tasarıların yarattığı üzüntü ve sevda sancıları bir çırpıda gidiveriyor üzerimden.


(Senin annen öldü çocuk.)


Geride bıraktığımız yıllara ne oranda layık olduk, bilinmez! Hoş; “hayat gailesi” derler ya hani! İnsanın elinde değildir bazı şeyler. Düşünürken ulaşabildiğimiz yerlere klavyeyi götürememek gibi bir şey işte.


Anlatılmaz ve de anlaşılmaz!


Ne var ki cenaze alayı geçerken duvar dibine adeta yapışan, allı güllü bayramlarda yapılan kabir ziyaretlerinden nefret eden o çocuğa da hak vermemek mümkün değil.


Ölüme değil, ölenedir sitemi…


Zamansız bırakıp gitmeleredir!


Ölüm mü?


Taş maş da istemez be dostlar… Şairin dediği gibi:


Taş maş da istemez hani!


 

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..