Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Eylül '18

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

“Sevgiye Ceza” Alevilik-Sünnilik

Geçenlerde bir kitapçı dükkânında Erdem Kaya’nın  “Sevgiye Ceza”- Alevi-Sünni Aşkının Romanı” başlığını taşıyan eserini gördüm. Romana kısa bir göz attım. Bir sosyolog ve evlilik danışmanı olarak iki temel konu dikkatimi çektiği için,  kitabı hemen satın aldım.  Birisi Alevilik ve Sünnilik konusu, diğeri ise farklı kültürel kodlara sahip kişilerin evliliklerinde yaşadıkları sorunlardı.

Kaya’nın romanı şüphesiz sadece bu iki konuyla sınırlı değildir. Romanda ayrıca sevgi-nefret, bilgi-cehalet, baskı-özgürlük, bireysellik-toplumsallık, sorgulama -itaat zenginlik-fakirlik, bağımsızlık ve aile değerlerine bağlılık gibi kutup olgular da sembol düzleminde ve olay örgüsü içinde ustalıkla işlenmiş, sorgulanmış..

Yazar,  vermek istediği mesajı merkezde tutmak için eserinde toplumda gerilim oluşturan dönemin siyasal, ekonomik ve sosyal olaylarına  değinmemiş.  Sıcak, içten, “insan sevgisini” esas alan bir bakış açısıyla Alevi Zehra ile Sünni Aydın’ın aşkını anlatıyor. Ayrıca  bu aşk yüzünden  yaşadıkları sıkıntıları, çektikleri cezaları, yaptıkları fedakârlıkları, verdikleri mücadeleleri, karşı koymadıkları veya koyamadıkları engelleri, ikilemleri dile getiriyor.

Olay, her ne kadar Türkiye’nin en kalabalık ve toplumsal ilişkilerin en zayıf olduğu kenti İstanbul’da geçiyorsa da, romanın kahramanları Anadolu kültürünün hala yaşandığı kentin kenar mahallesinde otuyorlar. Dolayısıyla şimdi, Anadolu’da bile yok olmaya yüz tutan sıcak komşuluk ilişkileri, güçlü akrabalık bağları, yardımlaşma ve dayanışma kültürü ile sarılı bir çevre de ayrıca okuyucuya nostalji yaşatıyor,;romanın zevkle okunmasına yardım ediyor.

Sevgiye Ceza” , Türkiye’nin bir sosyal bir gerçekliğini eleştirel olarak anlatmakla birlikte, duygusal bir anlatımla da romanı okuyucu açısından zenginleştiriyor. Özellikle final bölümü okuyucuyu ağlatacak kadar yoğun duygusal bir üslupla kaleme alınmış.

Romanı kısaca özetlersek: Alevi kültürüne sıkı sıkıya bağlı bir ailenin kızı olan Zehra ile aynı şekilde Sünni kültürünü yaşayan bir ailenin oğlu olan Aydın aynı fabrikada çalışıyorlar. Arkadaşlıkları zamanla aşka dönüşür.  Kültürel farklılıklarını ve katı bir şekilde mezheplerine bağlı ailelerinin tepkilerini hiç akıllarına getirmeden kendi aralarında evlenmeye karar verirler. Başta Aydın’ın dedesi Bedri Efendi, babası, annesi olmak üzere, Zehra’nın emekli babası Dursun bey, annesi Nurdan Hanım ve kardeşleri bu evliliğe şiddetle karşı çıkarlar. Bu arada her iki taraf da bir diğerine karşı mezhepsel önyargılı, yargılayıcı davranışlar sergiler.

Sonunda gençler, ailelerinin tepkisine aldırmadan kaçıp evlenirler. Bir yıl sonra geri dönerler. Aydın, ailesinin yanına yerleşir. Ancak Aydın’ın ailesi, Ayşe Nine hariç, bu “baldırı çıplak“(!) Alevi kızını içlerine sindiremeseler de birlikte yaşamaya devam ederler. Zehra’nın ailesi ise ne Aydın ne de Zehra ile görüşmeyi dahi kabul etmezler; kızlarını asla affetmezler. Çünkü onlara göre kızları, Sünni bir gençle evlenerek ailesini başını öne eğdirmiştir. Bu, onlar için o kadar büyük bir utançtır ki, Cem Evi'ne gittiklerinde başları yerde, en arkada otururlar. Ancak Dede’nin ve cemaatin ortak kararı ile kurban kesip lokma yedirdikten sonra Cem Evi’ndeki eski yerlerine geçebilirler.

Aydın’ın dedesi ise, aynı şekilde torunu “imansız”(!) bir kızla evlendiği için kendini kaybetmiştir. Üzüntü ve dalgınlık içinde yolda yürürken bir araç çarpmış ve ölmüştür. Aydın’ın annesi için de başta Bedri dedenin ölmesi olmak üzere, başlarına gelen tüm sıkıntıların sebebi “bu uğursuz alevi kızıdır(!)”.

Aydın ve Zehra için dramatik olayların ardı arkası kesilmez. En sonunda her iki ailenin umursamazlığı, duygusuzluğu, kin ve nefretinden dolayı Zehra ve Aydın’ın oğulları Bedri kan kanserinden ölür. O ana kadar, sevgisinden dolayı Aydın’a ve ailesine karşı çıkmayan, boyun eğen Zehra, isyan eder. Karnındaki bebeğini, sevginin hakim olduğu bir diyarda büyütmek için, önyargıların diyarından kaçıp gider, herkesi terk eder ve yola koyulur.

Gelelim romanın ana motifine: Alevi-Sünni gerilimi her ne kadar bugünler de üzeri örtülmüş gibi gözükse de Türkiye’nin her an kırılmaya mahkûm sosyal fay hattı olarak varlığını hala devam ettiriyor.  Bundan dolayı alevi kökenli olduğunu düşündüğüm bir yazarın, Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da sık sık kaşınan Alevilik konusuna nasıl yaklaştığını merak ediyordum.

Memnuniyetle ifade etmeliyim ki Erdem Kaya, romanında bu toplumsal yarayı kanatmak isteyenlere asla pirim vermiyor.  Bu yaklaşımını,  hem içerik düzleminde hem de biçimde yansıtıyor. Örneğin her iki tarafta da var olan ve birbirlerini ciddi anlamda rencide eden önyargılara yer verse de ayrıntılara girmiyor.  Bilinçlerimize ekilen önyargı tohumlarının filizlenmesine fırsat vermiyor.

İkinci olarak da konuyu siyah-beyaz ikilemi zemininde ele almak gibi bir kolaylığa ve yüzeyselliğe hiç girmiyor. Alevilik-Sünnilik konusunu ‘sizinkiler, bizimkiler’ değil de, ‘cahiller ve eğitimliler’, ‘dini bilgisi olmayanlar ile din adamları’ ikileminde değerlendiriyor. Örneğin Zehra’nın ve Aydın’ın anneleri her iki kültüre önyargı ile yaklaşırken, Zehra’nın öğretmen olan Alevi halası Muteber hanım ile dini bilgisi güçlü olan Sünni bayan hafız hanım çok daha hoş görü ile yaklaşırlar. Aydın’ın huysuz dedesi Bedri Efendi, Zehra’ya “imansız, ahlaksız(!)” diye hakaret ederken, daha güngörmüş ninesi Ayşe hanım, eve geldiği günden itibaren Zehra’yı “sen bir melekesin, seni yetiştiren anne-baban ne kadar güzel yetiştirmiş’ diyerek onu kabullenmiş ve her zaman yanında olmuş, ona kol-kanat germiştir. Her iki taraftan dini bilgisi olmayan kadınlar ve erkekler “öteki” olarak gördükleri kültüre hakaretler ederken, Alevi dedesi ile İmam efendi Kur’an’dan ayetlerle insanların önyargılarını kırmaya , seviyi hakim kılmaya çalışırlar.

Romanda Bedri dede dışında, Alevilik ve Sünniliğin inanç boyutundaki farklılığına vurgu da yapılmıyor, eleştirilemiyor da. Ailelerin karşı çıktığı nokta, her iki mezhebin evlilikte mutluluğa ve anlaşmaya engel olduğuna inandıkları  adetlere, davranışlara, uygulanma biçimine ve bakış açısına yansıyan boyutudur.

Ancak her şeye rağmen, önyargılarla büyüyen eski kuşağın değişmeye niyeti yoktur. Bunu farklı mezheplerden biriyle evlenen çocuklarını affetmemelerinden anlıyoruz. Daha da önemlisi bu evliliği utanç vesilesi olarak görmelerinden anlıyoruz.  Bu da toplumsal bilinçaltında var olan güçlü önyargıyı ve ötekileştirilen mezhebe karşı olumsuz bakış açısını gösteriyor. Çünkü Zehra’nın babası, kızının evliliğine sadece kültürel uyum açısından yaklaşmış olsaydı, ondan utanmaz, kızına “başımızı yer eğdirdin” demezdi. Aynı şekilde Aydın'ın annesi "melek" gibi gelinine son ana kadar hakaretler etmezdi.

Romanın sonunda küçük Bedri’nin ölümü bir anlamda eski kuşak arasındaki sevginin ve iletişimin de yok olduğunu sembolize eder. Nefretin veya sevgisizliğin sonucudur bu ölüm. Bu kuşak,  yazar için, adeta umutsuz birer vakadır. Ancak; yazar bu konuda yeni kuşaktan çok ümitlidir. Çünkü Aydın,  Zehra ve onların yakın arkadaşlarının “öteki” olarak görülene karşı hiçbir önyargısı yoktur. Onlar, "öteki" olarak da görmezler. Zehra’nın en yakın arkadaşı Gülsüm, dini bütün bir Sünni’dir. Aynı şekilde Zehra ile Aydın’ın tanışmasına vesile olan aralarını yapan kişi Alevi ailenin kızı Bahar’dır. İş yerindeki arkadaşları da mezhep ayrımı yapmadan Zehra ile Aydın’ın evliliğini onaylarlar.

Yazar, roman kişilerinin sözleriyle, Türkiye için asıl tehlikenin Alevilik ve Sünnilikte değil, cahillikte ve önyargılı bakış açısında yattığını vurgular.

“Sevgiye  Ceza”’yı keyifle ve gelecek açısından ümit dolu duygular içinde okudum.

Teşekkürler Erdem Kaya…

 
Toplam blog
: 81
: 623
Kayıt tarihi
: 18.10.17
 
 

1963 yılında dünyaya geldim. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde..