- Kategori
- Çocuklar ve ilkler
"Silivri yerine, Anıtkabir'e gitsek ya"

Kıvır kıvır saçları, ufacık bir suratı var… Doğduğundan bu yana “ne kadar sessiz ve sakin bir çocuk” dedirten hallerini çoktan geride bıraktı… Ablama sürekli “ Hadi iyisin, Ulaş seni hiç uyutmamıştı ama cimcime çok uykucu” deyip durdum… Nerden bilirdim onun şu zamanlarda şaşkınlıkla izleyeceğimiz davranışları sergilemek için enerji depoladığını…
Haticenaz… 2003 yılının 10 Eylül’de kucağıma aldım onu. Çok ufaktı… Minicik elleri vardı… Fındık burnu… Hani çocuk ilk doğduğunda bişeye benzemez derler ya.. O böyle değildi… Büyüdükçe annesine benzedi… Kıvırcık, kumral saçları döküldü omuzlarına… Ufacık bir suratı, kocaman gözleri var. Ve hayretle şahit olacağımız davranışları sıralıyor son aylarda…
Mesela son 5-6 aydır dur durak bilmeyen ve benimde çok hoşuma giden Atatürk sevgisi var. Her aile gibi ablamlar da merak ettiği konuları ona en uygun şekliyle anlatmaya, açıklamaya çalışıyorlar. İlk merakı evlerine yakın okulun önünde dalgalanan bayrağımızdı… “Neden havada? Neden kırmızı? Neden hilal? Hilal ne demek? Peki, bu bayrağı kim yaptı? Vatan ne demek? Atatürk kim?” gibi sorularla annesini ciddi bir şekilde sorguladıktan sonra neler düşündü de böyle oldu bilmiyorum… Bildiğim onun bu sevgisinin beni gururlandırdığı…
Herkese kendi çocuğu güzel gelirmiş ya… Benimde yeğenim bana dünyanın en güzel çocuğu gibi geliyor. İlginç bir yapısı var. Kendini hemen sevdiren, meraklı, sorgulayıcı, aklındaki soruları tüketene kadar etrafındakileri rahat bırakmayan, miskin miskin televizyona dalmak yerine National Geographic izleyerek ( annesinin ciddi bir payı var) aklında binlerce soru biriktirip onların cevabını arayan, bazen de bunların tam tersi bir durumla yeni doğmuş bir bebek haline dönmesi onu şirin kılan…
Atatürk sevgisi bu aralar çok baskın. Bir gün Haticenaz’dan ses çıkmıyor. Annesi seslendiğinde elinde bir sürü kâğıtla geliyor. Ablam bakıyor elindekilere ve kitaplardan yırtılmış Atatürk fotoğraflarını üst üste koymuş olduğunu görüyor. Ne olduğunu sorduğunda cevap hemen geliyor; “ Anne bak, Atatürk albümü yaptım”… Düşünüyorum da ben onun yaşındayken Atatürk’ün sadece büyük bir insan olduğunu düşünüyorumdur kesin… Ve albümün ne olduğunu muhtemelen bilmiyorumdur… Şimdiki çocuklar mı çok zeki yoksa biz mi aptaldık bilmiyorum :)))
Kumburgaz’dan çıkıyorlar. Cumhuriyet mitingleri zamanı ve her evden bayrağımız dalgalanıyor. Hatice bu işte önce izler, sonra teşhisini koyar. Abisi ve babaannesi bayrak asılı evleri işaret edip “Cumhuriyetçi bunlar” derken Hatice bir süre sessiz kalır. Ama onun sessizliği ilk gördüğü bayrakla bozuluyor… Hemen diyor ki; “Bak bu evdekiler Cumhuriyetçi”… Gülümsemeyle soruyor babaannesi “ Kızım, sen nerden biliyorsun Cumhuriyetçiliği?” … Tabii bu soruya saçma bir cevap bekleyen bizimkiler kuzumun verdiği cevapla şaşırma, gülme ve gururlanma arası bir hal yaşıyorlar “ Bak babaanne, bilmiyorsan öğren; Cumhuriyet, Atatürk demek”… Cimcimemin Atatürk sevgisi depreşiyor yine… Bizimkiler şokta tabii…
Saçlarını tarıyor annesi ve giyiyor o cici mi cici kot elbisesini. Mutlu olması gerekirken; suratını asıp oturuyor, koltuğun bir köşesine… Ses seda çıkmıyor. Öfkeli öfkeli bakıyor bir annesine bir babasına… “Bir dokun bin ah işit” derler ya, bizimkine “ne oldu” denir denmez başlıyor ağlamaya… “Silivri yerine, Anıtkabir’e gitsek ya”…
İşte benim küçük kuzum böyle … İlgisi farklı şeylere kaymaya başlamış. Bunu her gün yaptığımız telefon konuşmasından anlıyorum. Annesinin de ciddi bir şekilde takip ettiği bir konu olan küresel ısınma yeni gündemi… Bakalım ilerleyen günlerde bizi neler bekliyor…
Yetişkin bir insandan daha enerjik ve daha seri düşünebiliyor çocuklar… O, 4 yaşında. Kim bilir neler düşünüyor. Aklının kutucuklarını hangi sorularla dolduruyor. Gülümsüyor ve kıvırcık saçlarına takılıyor hayat…
Cimcimem, güzel kızım, nazlı kuzum… Sen hep böyle gül bana emi…
Not : "Maşallah" demeyi unutmayınız lütfen :)))))